Komutan: ‘Evli misin Sen?’ ‘Hayır’ ‘Niye Öyleyse Varlık Dergisi’nde ‘Karıma Mektup’ diye Şiir Yazıyorsun Babalım?’

Şair romancı hikâyeci senarist çevirmen Faik Baysal’dan ikinci dünya savaşının en cafcaflı günlerinde, 1943’te Ankara Polatlı’da Topçu Okulu’nda yedek subay öğrenciliği günlerindeki askerlik anılarını dinliyoruz yine:

“- ‘Seni komutan çağırıyor’ dediler. Gittim. Bir topuk selamı verdim. ‘Faik Baysal sen misin?’ diye sordu kaşlarını çatarak. ‘Benim efendim’ diye cevapladım, adeta kükredi: ‘Efendim yok. Evet komutanım var.’ Usulca çekmecesinin ikinci gözünden o ayın Varlık Dergisini çıkarttı, masasının üstüne koydu, açtı açtı, ortalara doğru durdu:

“-Bu şiir senin mi?” Düşündüm hızlıca, şiirin başlığı ‘Karıma Mektup’, altında da kocaman Faik Baysal yazıyor zaten. İnkâr etmek mümkün mü? Biraz da boynumu bükerek: ‘Benim efendim’ dedim. Sorular makineli tüfek atışı gibi birbirini kovalamaya başladı: ‘Evli misin sen?’ ‘Hayır.’ Şiirim şöyle bitiyordu:

Karım bekleme                                                                                                                                                          Savaş bu                                                                                                                     “                                                     Belki gelirim  

Komutan masasından bir fırladı ayağa, adeta öfke kusuyordu gözleri: ‘Sen olmayan karına nasıl şiir yazarsın ulannnn. Askeri savaştan soğutmaya mı çalışıyorsun sen? Hain heriffff.’”

 

Askeri Hapishanedekiler: ‘Oooo Nerede Kaldın Sen Faik, Biz de Seni Bekliyorduk!’

“Netice mi? Askeri savaştan soğutma girişimi iddiasıyla on beş gün Disko hapsi verildi, hem de katıksız.

Disko dedikleri de bir nevi hapishane. İki katlı betonarme binanın koridorunu hapishaneye çevirmişler. İki asker mevcutlu olarak beni alıp oraya teslim ettiler, kaydım yapıldı. İçeriye bir girdim ki, tam şenlik havası. Bedri Rahmi Eyüpoğlu orada, birçok ressam şair yazar arkadaşımız orada. Beni görür görmez Bedri Rahmi atıldı:

‘- Oooo. Nerede kaldın sen Faik. Biz de seni bekliyorduk.’

Koridorun sonunda büyük bir pencere var. Ahşap bir banka oturmuş, hafif geriye doğru yaslanarak ayaklarını pencerenin pervazına dayamış, parmaklarıyla adeta sayı sayar gibi yapan, arkası bize dönük şahsa kulak kabarttım:

‘- Sıfır bir iki üç dört beş altı yedi sekiz dokuz on. On dokuz sekiz yedi altı beş dört üç iki bir sıfır. Sıfır bir iki üç…’

‘- Bu beyefendi kim?’

‘- Orhan Veli Kanık’

Orhan Veli ile tanışıklığımız ve dostluğumuz o gün başladı. Ölümüne kadar da gayet güzel devam etti.”

 

Sait Faik: ‘Adaş, Şu Rum Kızı Alexandra’ya ‘Sait Seni Seviyor’ Diye Söyler misin’

Yine Faik Baysal anlatıyor: “Yazları Burgazada’ya amcamların yazlığına giderdim bazen. 1940’lı yıllar. İskelede vapurdan indim, otuz kırk metre kadar yürüdüm, baktım hemşerim Sait Faik yolumu kestik, on metre kadar ilerimizde bizden uzaklaşan bir bayanı göstererek:

‘- Adaş, şu Rum kızına, Alexandra’ya söyler misin Sait seni seviyormuş diye.’ ‘Kendin söylesene’ diye cevapladım. ‘Ben korkuyorum’ dedi titreyen bir sesle. ‘Ben tüm kadınlardan korkuyorum’ diye cevapladım ürkekçe bir ses tonuyla. ‘Olsun, sen yabancısın, sana bir şey yapmaz. Hadi, hadi ama, lütfen…’

Orta boylu siyah saçlı bayana doğru çaresiz yürüdüm. Yaklaşınca seslendim. Erkek suratlı esmer yüzlü bayan biraz da öfkeli bir yüz ifadesiyle bana döndü: ‘Ne var?’ işaret parmağımla sahilde otuz-otuz beş metre kadar uzağımızda meraklı gözlerle bize bakan Sait Faik’i göstererek: ‘Bu bey sizi seviyormuş’ diyebildim. Şaşırmıştı bayan. Rum şivesiyle de olsa sormadan edemedi: ‘Ne iş yapoor o bey? Balıkçı mı?’ Böyle sorması olağan kabul edilmeliydi. Zira bizim Sait sık sık balıkçılarla düşüp kalkıyor, bazen de bir balıkçı kahvesinde pinekliyordu. Cevap verdim: ‘Hayır, hikâye yazarı. Ve de şair!’

Alexandra bir iki saniye düşündü, simsiyah gözlerini tekrar Sait’e çevirerek konuştu: ‘Bir şiir yazsın bana bakalım. Beğenirsem kabul ederim teklifini…”

Bilinler bilir, Sait Faik’in on üç hikâye kitabının yanı sıra bir tek şiir kitabı vardır: ‘Şimdi Sevişme Vakti.’ O kitaptaki ‘Masa’ şiirinin yazılış sebebi bu Alexandra’dır. Sait Faik Müzesi’nde bir fotoğrafı da vardır Alexandra’nın.

Faik Baysal’a dönelim tekrar: ‘Rivayet odur ki, Alexandra Sait’in kendisine yazdığı şiiri beğenmiş, arkadaş olmuşlar, bu arkadaşlık zamanla aşka dönüşmüş ama Sait’in bu Rum kızıyla evliliğine anneciği Makbule Hanım şiddetle karşı çıkmış, annesinin sponsorluğunda yaşayan Sait de buna bir şey diyememiştir.’

Baysal özel bir ekleme de yapacaktır: ‘Sait’i oldum olası kıskanmışımdır: O bir ömür anneciğinin sırtından geçindi. Bense anneciğimin bir kez bile göremedim yüzünü.’

 

Bilinmez Meşhur: Nazım Hikmet- Faik Baysal Polemiği 

 Edebiyatımızda birçok polemik, birçok çekişme vardır. Birçoğu ünlüdür. Herkesçe bilinir. İşte Âkif-Tevfik Fikret, Necip Fazıl-Nazım Hikmet, Peyami Safa-Nazım Hikmet vs. vs. Günümüzde de daha çok Hilmi Yavuz-İsmet Özel veya İsmet Özel-Ataol Behramoğlu polemikleri çok konuşulur.

Edebiyatımızda meşhur polemiklerden birisi de Nazım Hikmet – Faik Baysal polemiğidir. Aslı astarı pek bilinmese de.

Benim Faik Baysak merhumdan dinlediğim bu polemiğin fitili 1940lı yıllarda Şişli’de bir apartman dairesinde, bir edebiyat matinesinde ateşlenmiştir.

O gün sekiz on şair bir apartman dairesinde toplanmış şiirler okumaktadırlar. Muhabbet, edebiyat hassaten de şiir günüdür.

İçeriye genç romanı şair Faik Baysal girer. Herkes ayağa kalkar, kucaklaşırlar. Ortamın yıldızı hapisten yeni çıkan Nazım’dır elbette. Sıra Nazım-Faik Baysal kucaklaşmasına gelir. Nazım:

“- Gel Faikçiğim yanaklarından bir öpeyim seni”

Kucaklaşırlar. Baysal tesadüfen önce sağ yanağını uzatır. Nazım Ortodoks bir inat ve tutuculuk içindedir:

“- Hayır, ben sağdan nefret ederim. Sağ yanağı da öpmem! Sen sadece sol yanağını uzat bakalım”

Uzatırsın uzatmazsın, herkesin önünde bir tartışma başlar.

Faik Baysal, pek bilinmez Adapazarlıdır. Adapazarı’nın yerlisidir. Türkmen’dir, Manav’dır yani. Adapazarı’nın meşhur atasözlerindendir: ‘Abazalar attan, Manavlar inattan ölmüş.’ İnat eder sağ yanağını uzatır Nazım’a, o inat eder solu ister.

Nazım ‘ya sol yanak ya hiç’ der, Faik Baysal da ayn ı tondan cevap verir: ‘Sağ da benim sol da benim. Ya ikisi ya hiç.’

Nazım öpmekten vaz geçer. Kırgınlık o gün oracıkta bu tartışma ile başlar. Polemik de tabii ki.

Yazılı basın dergiler üzerinden uzunca yazışmalar tartışmalar başlar. Faik Baysal’ın 1946’da Demokrat Parti İstanbul İl Kurucularından olmasının bu tartışma ile bir alakası var mıydı, bilinmez.

Bundan sonrası edebiyat araştırmacılarının işidir.

Bu konuda Faik Baysal merhumdan son bir cümle: ‘Türk edebiyatında benim yeterince kabul göremememin nedeni, Nazım ile olan polemiğim, edebiyatta köşebaşlarında hep Nazımperestlerin bulunmasıdır.’

Elhak, bu tespite katılanlardanız biz de.