Fahri Tuna

O Bay tefekkürdü. Bay Türkçeydi evet. Haza mütefekkirdi, haza yazardı, amenna. Ardında bıraktığı 32 kitabı ve 130 bin kelimelik Doğan Büyük Türkçe Sözlük ile son elli yılımıza damgasını vurdu, sonra da sırlandı gitti. Taceddin Dergâhı’ndan. Çok sevdiği Mehmet Âkif’in ruhaniyetiyle beraberler artık. Ve hocası Topçu’yla. Selâm olsun hepsine. Bin rahmet diliyoruz, Mehmet’lerin en hasına.

Fahri Tuna olarak, benim için dört D. Mehmet Doğan vardır:

a)     Otuz iki kitap sahibi velut bir yazardır o,

b)     Yarım asırlık bir çaba ile Türkçenin millî lugatını hazırlayan bir sözlük yazarı,

c)     2600 üyesiyle ülkemizin büyük yazarlar birliğini kuran ve onu yarım asır ayakta tutan usta bir teşkilatçı,

d)     Türk dilinin ve düşüncenin Milli Mücadelesini veren yerli bir münevver.

Şimdi bu dört maddeyi daha yakından ve detaylı analiz etmeye çalışalım:

a)32 Kitap sahibi velut bir yazar: 1947 Ankara Kalecik doğumlu D. Mehmet Doğan’ın, - hemen hepimiz gibi - edebiyata şiirle başladığını görmekteyiz. Bu bağlamda14’lü hece vezniyle yazdığı ilk şiiri, Hareket Dergisinin Kasım sayısında yayımlanan Çizgilerde Yaşamak’tır. 2017’de 70 Soruda D. Mehmet Doğan başlıklı söyleşimdeki Batılılaşma İhaneti? soruma, Mehmet Ağabeyin, işte verdiği cevap: Dergide yayınlanmış, bazıları müstear imzalı yazıları toplayıp Ezel Bey’e teslim ettim. 1975 Ekiminde basıldı. Tesiri eden önceden kestirilemeyen küçük bir kitap!

İlk kitabının (Ekim 1975) üzerinden, vefat ettiği 11 Ağustos 2024 tarihine kadar, yaklaşık kırk dokuz yıllık yazarlık serüveninde D. Mehmet Doğan’ın yayımlanan kitap sayısı, 32. Yazıyla otuz iki. Sağlığındaki son kitabı ise Yazar Yayınları’ndan Mart ayında yayımlanan, 1932 Dini İnkılap Yılı. Arı duru bir Türkçeyle, her biri ses getiren, her biri kültür dünyamızda bir boşluğu dolduran; genellikle de kimsenin yazamadığı / söyleyemediğini söyleyen kitaplar.

b) Türkçenin Milli Müdafiî: Pek bilinmeyen bir konu vardır; Dil İnkılabı gereği, devletimiz, 1930’larda, dilimizdeki Arapça ve Farsça kökenli kelimelerden arındırılarak, Öztürkçe bir sözlük hazırlıyor. Bu sözlükteki kelime sayısı 6.800. Bir rivayete göre de 7.000 kelime. İşte D.Mehmet Doğan’ın isyanı bu sözlüğe. Yaptığım söyleşide sözlük hazırlamaktaki gayesini şöyle açıklamıştı: (Dergâh olarak) Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisini yayınlayacaktık. Kocaman bir iş. Askerlikten sonra yayın yönetmenliğini üstlendim. Ansiklopedi çalışmaları sırasında bütün üniversite hocalarının Türkçe Sözlük yokluğundan şikâyet ettiğini gördüm. TRT’den sonra işsiz kalınca daha önce topladığım malzemeyi önüme koyup işe koyuldum. Günlük 16 saat mesai. (Sözlük’te pösteki saymanın tarifi var!)

Tam yarım asırlık bir çaba. Tam yirmi altı baskı. Tam elli yıl boyunca her gün el atılıp katkı yapılan bir sözlük. Ülkemizin neresinde bir kelime hayattaysa, eklenen bir çalışma. (Nereden mi biliyorum? 2017’de yayımlanan Sakarya Manav / Türkmen Sözlüğü çalışmamı takdim ettiğimde, sağ ol Fahri, benzeri her çalışma elime geçtiğinde yaptığım gibi, tek tek inceleyip olmayanları sözlüğe ekleyeceğim, demişti Tarsus’ta bana.) Türkiye’nin en yerli, en millî, en yaşayan sözlüğü Doğan Büyük Türkçe Sözlük. Bundan hiç şüphemiz yok. Orada bin yıllık Anadolu var. Biz varız. Etimizle kemiğimizle, sözümüzle özümüzle, ruhumuzla.

Son görüşmemiz 23 Aralık 2023’de Burdur’da oldu. TYB Mehmet Akif Ersoy Bilgi Şöleni’nde. (Sempozyuma bilgi şöleni diyen de, bu kavramı Türkçeye kazandıran da kendisidir bu arada.) Son gün Salda Gölü gezimizde sormuştum: Abi, sözlükteki kelime sayısı kaç oldu?  O, her zamanki huzurlu ve güven veren sesiyle cevaplamıştı: Yüz otuz bin kelimeyi aştık. İşte olay buydu. Adeta kanı canı çekilerek 7.000 kelimeye (kabile diline) dönüştürülen,  ideolojik yaklaşıma karşı verdiği, Türkçenin Millî Mücadelesi ile geldiği nokta: 130.000 kelimelik bir sözlük.

c) Usta bir teşkilatçı: 1970’li yıllar. Cemil Meriç üstadın, Batı'nın her hastalığını ithale memur bir anonim şirket, diye tanımladığı Türkiye entelektüelleri, değişik isimler altında örgütlenmiş (onlar ‘teşkilat’ kavramından nefret ederler, ‘örgüt’ demeye bayılırlar, hâlâ da) durumdalar. Maddî - manevî beslendikleri kaynaklar hep Avrupa, Rusya veya Çin’den. İnançlı kesimin yazar ve münevverleri ise değişik tandaslara bölünmüş vaziyette ve darmadağınık. Terör (o günkü adıyla anarşi) sokakta kol geziyor; her gün üç beş üniversite öğrencisi katledilmekle kalmıyor, ay geçmiyor ki ünlü bir aydın suikasta kurban gitmesin. Bu ülkenin gerçek çocukları, bu ülkenin yazarları bir şeyler yapmalı değil mi? Elbette yapmalı: D. Mehmet Doğan’a kulak verelim: Sol yazarlar örgütlüydü, çok gürültü çıkarıyorlardı. Yazarlık onlara mahsus bir şey gibiydi. Bu anlayışı değiştirmek istedik. İstişareler sonucu. Yazan çizen herkesle görüştük. Böyle bir ihtiyaç olduğunda herkes hemfikirdi. Farklı kesimlerden 14 şair, yazar, gazeteci... Bir Ağustos sabahı dernekler masasına müracaat ettik. Kuruluş tamamlandı. Bir süre Yazarlar Birliği benim çantamdaydı. 2017 itibarıyla kurucularımızdan Erdem Bayazıt vefat etti sadece.

Evet, aralarında Erdem Bayazıt, Yavuz Bülent Bakiler, Beşir Ayvazoğlu, Mustafa Yazgan, Necmettin Türinay, Hüsnü Aktaş, Ahmet Günbay Yıldız’ın da bulunduğu on dört millî yazar, 07 Ağustos 1978 tarihinde Türkiye Yazarlar Birliği’ni kurmuşlardı. Kuruluş sonrası ilk üye olan şair ve yazarlardan bazıları: Nabi Avcı, Alaaddin Özdenören, İlhan Geçer, Rasim Özdenören, Bahattin Karakoç, Yağmur Tunalı, Mesut Uçakan, M. Âkif İnan, Emine Işınsu, İbrahim Ulvi Yavuz, Ebubekir Eroğlu, Ömer Okcu (Hekimoğlu İsmail), Mustafa Kutlu, Sadık Albayrak, Sevinç Çokum, Ali Akbaş, Abdurrahman Dilipak, Muhsin İlyas Subaşı, Mustafa Kara.

İlk on sekiz yıl genel başkan seçilmişti her genel kurulda. 1996’da RTÜK Üyesi seçildiğinden, yasa gereği genel başkanlığı devretti bir dostuna. Ama sonrasında geçen otuz iki senede TYB Şeref Başkanı unvanını öylesine hak etti ki, hiçbir genel başkan ve yönetim kurulu, onun fikrini ve onayını almadan, herhangi bir projeyi hayata geçirmedi. Onlarca şube kuruldu, binlerce etkinlikler yapıldı. Her şube başkanı, mevcut genel başkan kadar, şeref başkanı ile de sevgi hürmet ve diyaloğunu sürdürdü.

2024 Eylül ayı itibarıyla bugün, TYB, on yedi ilde (Ankara, Bolu, Bursa, Erzincan, Elazığ, Erzurum, Gaziantep, Giresun, İstanbul, İzmir, Kahramanmaraş, Kayseri, Konya, Ordu, Sakarya, Şanlıurfa, Trabzon) şubesi, on sekiz ilde temsilciliği ve 2.600’ün üzerinde üyesi bulunan, Türkiye’nin en büyük, en millî, en yerli yazar teşkilatıdır.

Kuruluşundan bu yana geçen kırk altı senede, TYB Camiasında elbette kırılmalar / küsmeler / beklentisine ulaşamadığından uzaklaşmalar / dedikodular da oldu. Tabiidir. Ama toparlayan, birleştiren, kaynaştıran daima D. Mehmet Doğan ağabeyimiz olmuştu. Hiç kimse, hiçbir gün onun dedikodu yaptığına rastlamamıştır. Samimiyet ve yol göstericiliğiyle, kimseyi dışlamadan, makul iltifatlarla; başkan, yönetim kurulu ve üyeleri hep iyiye güzele doğruya teşvik edegelmiştir. Ve bütün bunları hep gösterişsizce yapagelmiştir.

Zira D. Mehmet Doğan, usta bir teşkilatçı, aynı zamanda tabii bir liderdi.

d) Yerli bir münevver: Merhum Cemil Meriç, bu memleket pis bir kedi gibi kendi öz evlatlarını yiyor der ya hani. Bu hükmün ilk akla getirdiği isim, hiç şüphesiz ki, İstiklâl Marşı’mızın yazarı Mehmet Âkif’tir. Mustafa Kemal Paşa’nın daveti üzerine Ankara’ya yola çıkar. TBMM’nin açılışı 23 Nisan 1920’de, zorlu bir yolculuğun ardından, sadece bir gün sonra, Ankara’ya ulaşabilen Âkif’in gelişi, sahibi ve başyazarının Mustafa Kemal olduğu Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde şöyle duyurulacaktır: İslâm Şairi Mehmet Akif Bey de Ankara’da.

Milli Mücadele boyunca, Anadolu’yu cami cami kürsü kürsü mihrap mihrap dolaşıp, işgale karşı halka cesaret aşılayan Âkif, Türk milletinin kıyamete kadar Ortak Mutabakat Metni diyebileceğimiz İstiklâl Marşı’na da korkma diye başlayacaktır. Üç yılın sonunda düşman denize dökülmüş ve millet yeniden istiklâline kavuşmuştur ya, ne olmuşsa olmuş, Akif’in bir şiirinde Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar diye işaret ettiği, yabancı rüzgârlar esmektedir vatan sathında. Peşine bir ajan takılmıştır, bir de yakasına yafta: Mürteci. Yani gerici. Bu vatan hanini muamelesini kendine reva göremeyen Âkif, yakıcı vatan hasreti içinde kavrulmasına rağmen, on yıl boyunca, gönüllü sürgün olarak, ancak Mısır’da nefes alabilecektir. Ancak ölümüne yakın vatanına dönmesine izin verilen Âkif, 1936 yılının son günlerinde emanetini Rabbine teslim ettiğinde, Ankara, devlet ricaline cenazeye katılma yasağı getirecekti, ama Allah’ın hikmeti, Beyazıt Camii musalla taşına kuru bir tabutla getirilen naaşı, İstanbul Üniversitesi gençliğinin vaziyetten haberdar olması üzerine, binlerce Anadolu evladının omuzlarında tekbirlerle Edirnekapı’ya götürülerek, öyle defnedilecekti. Türk gençliği İslâm Şairi’ne sahip çıkmıştı.

Bütün bunları niye anlattım uzun uzun? Elbette bir sebebi var. 1920-22 arası İstiklâl Harbi’nde milletinden cesaret isteyen Âkif’i, gün gelecek, - 1925’ten ta 1970’lere kadar - sevmek cesaret isteyecekti.

Unut(tur)ulan meşhurumuzdu bizim Mehmet (Âkif.) Bir başka Mehmet (Doğan) çıkacak, TYB’yi kurduğu 1978 yılının ilk 27 Aralık’ından itibaren, her sene, hastalanıp hastaneye kaldırıldığı 2023 yılı 27 Aralık’ına kadar, kar kış tipi fırtına demeden, aralıksız kırk altı yıl, adaşı Mehmet Âkif’i, İstiklâl Marşını yazdığı Taceddin Dergâhı’nda, bilfiil yad edecek, resmî rüzgârların aksine, unutturmayacaktı. Bugün, TBMM’nin çıkarttığı yasayla 12 Mart İstiklal Marşı'nın Kabulü ve Mehmet Akif Ersoy'u Anma Haftası kutlanıyorsa, bunun ülkemizdeki en baş müsebbibi, amili, kamuoyu oluşturucusu D. Mehmet Doğan’dır, sonra da onun vefalı arkadaşları. Ve ayrıca mezbelelik hâldeki Taceddin Dergâhı ve çevresinin, iyi bir restorasyondan geçirilerek bugünkü hâle dönüştürülmesinin baş amili de D. Mehmet Doğan’dır. Devlet ve belediyeler nezdindeki, ardı arkası kesilmeyen yazıları, önerileri, girişimleri ve görüşmeleriyle.

Öte yandan, son yarım asırdır, - Mehmet Âkif’ten başka - başta Nureddin Topçu ve Yahya Kemal olmak üzere, medeniyetimizin en güçlü onlarca kaleminin, gündeme getirilmesi, haklarında konferans, panel, bilgi şölenleri (sempozyumlar) düzenlenmesi, onlarca kitap yayımlanması da en başta ve en çok D. Mehmet Doğan ve onun yönlendirdiği arkadaşları sayesinde gerçekleşmiştir. Bu çok net ve gerçek bir hakikattir.

Onun öncülüğünde, 1991 yılından başlayarak, her iki yılda bir, farklı ülkelerden ortalama elli şairin katıldığı Türkçenin Uluslararası Şiir Şöleni, tüm Türk Dünyasını bir araya getirip kaynaştırması, Türkçe şiirin gelişimi bakımından olağanüstü önemlidir. 2011 Kosova (Prizren), 2017 Kazakistan (Türkistan), 2019 Türkiye (Edirne) - Yunanistan (Gümülcine) - Bulgaristan (Kırcaali) Şiir şölenlerinin organizasyonda görev almış birisi olarak buna bihakkın şahidim.     

Ankara, son bir asırdır, medeniyetimizin beş yüz yıllık başkenti İstanbul’a karşılık, seküler başkent olarak zihinlere kazınmıştı. Öz Ankaralı, Öz Türkiyeli millî bir düşünce adamı olarak D. Mehmet Doğan, Ömrüm Ankara kitabını yazacak ve bunu da en fazla haksızlığa uğrayan şehir olan Ankara’yı ideolojik kalıpları kırarak yaşanan bir yer olarak anlatan kitap, nitelendirecekti. Aynı bağlamdaki Hacı Bayramı Veli? sorumu ise, Şeyhürrum; yani Ankara, yani Türkiye, diye cevaplandıracaktı. Aslında çağımızın yaşayan Hacı Bayram Veli’si, - bu satırların yazarınca - kendisiydi. Hoca Ahmet Yesevi’ye de meftundu, Hacı Bayram Veli kadar.

Türkçenin ve Türk düşüncesinin müdafaası yolunda sosyal medyada (twetter, facebok ve instragmda) verdiği amansız meydan muharebeleri de bilinen ve iz bırakan mücadeleleriydi onun. Polemiği de seviyordu, mizacı gereği. Bilgiyi ve dili, gerektiğinde zehirli bir kılıç olarak kullanmasını iyi biliyordu. Mahirdi bu alanda.

İşte bu dört temel ögeden ibaretti, ana hatlarıyla D. Mehmet Doğan.

O 70 yaşındayken yaptığım söyleşideki, Mehmet Âkif? soruma Zulmü alkışlamayan, zalimi asla sevmeyen şair. Özü neyse sözü o. Milletin mustarip şairi, diye cevap vermişti. Tıpkı kendisi gibi. Zira D. Mehmet Doğan da Türk Milletinin mustarip münevveri, mustarip kalemiydi.

Son söz: O ömrünü Türkçeye ve Türk düşüncesine adamış bir güzel kalemdi. Türkçenin yerli ve millî kalemi. Ömrünü dilde ve düşüncede yeni bir Milli Mücadele içinde geçirdi. Çünkü o, dört başı mamur bir yazar, başarılı bir lugatçı, usta bir teşkilatçı, yerli ve milli bir münevverdi.

Böyle tanıdık, böyle gördük, böyle yaşadık. Şahidiz. Bihakkın hem de.

Hakkımız helaldir. Yerden göğe, birden bine hatta.