Her şehir bir renk olduğu kadar bir türküdür de benim gözümde.
Ordu'nun dereleri
Aksa yukarı aksa
Vermem seni ellere
Ordu üstüme kalksa (sürmelim aman)
Ordu’yu kırkımda görebildim ilk kez. İlk derelerine baktım, yalanım yok. Hepsi de aşağıya akıyor. Akacak da ilelebet.
Zaten türküde sözü edilen de dere değil aşk. Aşkın esas sahici olanı. Ordu üstüne kalksa gene varacak o yiğit oğlana. Âşık çünkü. Oğlan da ona. Helal be sana Ordulu kız. Ordulu delikanlıya da helal. Arkanızdayız. Tüm Türkiye arkanızda hatta. Hatta hatta, Türkçe bilen konuşan yaşayan herkes.
1975 yazıydı. On beş yaşımdaydım. Yaz tatilinde köye babamlara gitmiştim. Harmanları dövmüştük. Ağustos ayı boş aydı. Köyün çocukları Karasu’ya fındık toplamaya gidiyorlardı. Ben de gitmek istedim. Babam karşı çıktı, izin vermedi. Ne de olsa köy ağasının, Hatibağa’nın oğluydu. Hatib’in Arif’ti o. Harman makinası da olan, köyün en varlıklı kişisiydi. ‘Ben, Hatipağa’nın torunu fındık toplamaya gitti dedirtemem’ diyordu. Çelimsiz kuru bir şeydim. Sopa gibi. Kıyamıyordu da bana. O kadar çok ısrar ettim ki, köyün çocuklarından ayırmadı beni. İzin verdi. Gittim sonunda. Sekiz on gençtik.
Kim aracı oldu, nasıl oldu, bilmiyorum. Karasu’ya bağlı Kocaali nahiyesinin Kirazlı Köyü’nde ‘Burunsuz Ahmet’ lakaplı birinin fındık bahçesine düşürdü bizi kader. On, bilemediniz on beş gün. Bizim dışımızda on, on beş fındık toplayıcısı daha vardı. Kadınlı erkekli. Kızlı kızanlı. Kırk yaşlarında kadınlar da vardı, bizim yaşlarımızda veya bizden biraz büyük ağbiler ablalar da. Orduluymuşlar.
Ordulu birini ilk orada o gün gördüm, tanıdım ben. Tanıdım, sevdim. Yiğit bir ağbi vardı başlarında. Ahmet Ağbi. Altmış yıllık hayatımda en sevdiğim üç beş ağbimden biridir. Öylesine yiğit öylesine mert öylesine babacan. Korgan ilçesindenmiş. Uzun boylu, karayağız, yakışıklı bir ağabey. On beş günlük dostluğumuzdan geriye iki hatıra kaldı ondan bana: Biri Ferdi Tayfur’un o günlerde yeni patlayan ‘Susadım çeşmeye varmaz olaydım’ şarkısı, ikincisi sara nöbeti. Ahmet Ağbi günde iki kez sara nöbeti geçiriyordu; kaskatı kesiliyor, titriyor, elleri ağzı kilitleniyor, dili tutuluyordu. En fazla iki üç dakika sürüyordu ama bize iki üç saat gibi geliyordu. Nasıl üzülüyorduk ama, anlatamam. O günden bu yana geçen kırk beş senemde ne zaman bir sara hastasına rastlasam aklıma Ordu Korganlı Ahmet Ağbim gelir, üzülür, üzülürüm, başka da elimden bir şey gelmez. (O fındık toplama serüvenimden bana iki şey daha kaldı; biri o zamanlar çok moda olan Hıslon marka kol saati alışım, diğeri de ‘Seni milletvekili yapacağım ben’ diyen Burunsuz Ahmet Amca’nın (Çatalbaş) ömür boyu süren bana sevgisi dostluğu vefası.) Korganlı Ahmet Ağbi, sahi sağ mısın hâlâ sen. Selam gönderiyorum buradan bak sana.
O gün bugün Ordu iyi iyilik iyilerdir benim gözümde.
Sonra sonra, Sakaryaspor’umuz Süper Lige çıkmıştı. Sene 1981. O sene Orduspor’dan iki genç yetenek transfer edildi: Şenol Çorlu ve Turgay Poyraz. Şenol forvetti, sol açık. Turgay solbek. Şenol kısa sürede parladı, Fener’e gitti. Turgay ise uzun yıllar terletti yeşil siyahlı formamızı. Yedi sezon kadar. Önce arkadaş sonra dost olduk Küçük Turgay ile. Kendisi sigortacılık okumuştu, eşi de öğretmendi. İdealist, entelektüel adamdı Turgay. Sorumluydu. Yiğitti. Mertti. Saygılıydı. Kimsenin hakkını kimseye yedirmeyendi de. Ödemeleri yapılmayan futbolcuları idmana çıkmama konusunda örgütlemiş, sonra da sözlerin tutulmasına zemin hazırlamıştı. Tipik görev adamıydı Turgay. Gerçek bir profesyoneldi. Her zaman on üzerinden yediydi mesela. Sekize dokuza çıkar ama altıya düşmezdi. Sakaryasporlu taraftarlara, otuz beş sene sonra, en sevdiğiniz ve güvendiğiniz bir on bir yapın deseniz, yüzde sekseninin solbeki Ordulu Turgay Poyraz olacaktır. İstanbul’a yerleşti sonra. Tekstil fabrikatörü oldu. İyi de oldu. Zaman zaman alolaşır, hasbıhal ederiz. Paylaşımları, sosyal duyarlılığı, haksızlıklara karşı duruşu kırık yıl öncesiyle aynıdır Benim Turgay’ımın. Helal ona. Bana Ordu’yu sevdiren ikinci adamdır Turgay.
Sonra Selçuk Küpçük’ü tanıdım. Sevdim, dost olduk. Ağbi - kardeşiz. Şair bestekâr entelektüel. Adam gibi adam. Şiirse şiir, beste ise beste, icra ise icra, sahneyse sahne, albümse albüm. Denemeleri de ayrı güzeldir. TYB ödüllüdür de. Gösterişsizdir. Vefalıdır. Müdanasızdır, aynı, tıpkı, sanki benim kadar. Yerden göğe Türk, yerden göğe Müslümandır. Yiğit adamdır. Mert adamdır. Adil adamdır. Bana Ordu’yu sevdiren üçüncü kişidir Selçuk Küpçük.
Başka Ordulular da tanıdım. Eğitimci, şair, bürokrat Selahattin Özdemiroğlu’nu mesela; adamın hasıdır. Felsefe profesörü Hakan Poyraz’ı mesela; entelektüelin hasıdır. Öğretmen Şükrü Sevinç’i mesela; dostun hasıdır.
‘Parça bütünün habercisidir’ buyuruyor Hazreti Ali Efendimiz. Elhak katılırız bu söze. Benim iyi tanıdığım altı Ordulu da iyi insanlar olduğundan Ordu’yu da Orduluyu da iyi has yavuz biliriz biz.
Radyoda bir türkü çalıyor o sırada, mikrofonda o buğulu sesiyle Ümit Tokçan ağabeyimiz; Kadir İnanır’dan alınma bir Fatsa türküsüyle hem de:
Hekimoğlu derler benim aslıma / Aynalı martin yaptırdım kendi nefsime
Konaklar yaptırdım mermer direkli / Hekimoğlu geliyor aslan yürekli
Konaklar yaptırdım döşetemedim / Ünye Fatsa bir oldu baş edemedim
Ünye Fatsa arası Ordu kuruldu / Hekimoğlu dediğin o da vuruldu
Aydın yahut Muğla türküsü sanmayın sakın. Tamam, Çökertme türküsünü andırıyor, haklısınız. Ege türküsüne benziyor tıpatıp. Zeybek havası, tamam. Da neden öyle biliyor musunuz? Ordulu dediğin insanlar özbeöz Yörük’tür de ondan. Göynük Taraklı Bilecik Kütahya İzmir Aydın Muğla zeybeğiyle Ordu zeybeği özde sözde izde birdir de ondan. Ufak tefek yöresel farklılıklar dışında aynıdır da ondan.
Hekimoğlu da bir başka yiğit, belli ki. Kahraman, mert, korkusuz adam. Başına iş almış, anlaşılan. Türküsü de yakılmış. ‘Bizim romanımız türkülerimizdir’ diyen Yahya Kemal’e rahmet olsun… Belli ki bir roman, iki film, üç türkü, dört belgesel çıkar Hekimoğlu’ndan. Çıkar bir gün inşallah.
Bir gün TRT’de bir belgeselde rastlamıştım, 1980’lerin ikinci yarısı. ‘Gezelim Görelim’deydi zannederim. Ordulu bir teyzenin çeyizini gösteriyordu: Size yeminle söylüyorum, rahmetli babaannemin çeyiz sandığıyla aynıydı; morlu yeşilli allı sarılı krepler… (Buna bir de Antalya ile ilgili bir belgeselde daha rastlamıştım.) Anladım ki Türkler coğrafyanın neresinde olursa olsunlar, aynıdır. Yörüğü, Manav’ı, Türkmen’i, değişmiyor.
Orduspor’u unutabilir miyim, 1980’lerde ligin tozunu attıran Orduspor’u. Kaptan Arif’i mesela. Tek başına yarım takımdı sanki. Bize de gelen, futbolun evliya çelebisi, güzel ruhlu adam Ordusporlu Kemal Yıldırım’ı kim unutabilir.
Boztepe’ye çıktım en son gittiğimde. Teleferik de yeni yapılmıştı. Manzara nefis, gerçekten ama. Harikulade. Yeşille mavi koyun koyuna.
Ordu ağzını dinledim. Yüz kelimenin doksanı biz Adapazarı yerlileri ile aynı. İnanılmaz yakın. Diyeyim size. Yemekleri desen onlar da aynı.
Oy Mehmed’im Mehmed’im
Sana küstüm demedim
Beni sana geçmişler
Vallahi ben demedim (sürmelim aman)
Budur işte Ordu. Budur işte Ordulu. Ordu’yu, Orduluyu bize geçmişler. Seviyoruz, seveceğiz Ordu’yu.
Yüreği Türkçe çarpan herkes için, iyilikle güzelliğin, yeşille mavinin, sevgi ile dürüstlüğün vuslatıdır Ordu. İyilikle güzelliğin koyun koyuna yaşadığı şehir.