Ne Harabîyim ne Harabatîyim
Kökü mâzide olan âtiyim
Üstad Yahya Kemal’in duyduğum andan beri hayat düsturum olan bu beyiti bana hangi şehri mi hatırlatır? Hiç kuşkusuz Kalkandelen’i. Niredir bu Kalkandelen? Nerede, hangi masal diyarındadır. Hem neden aklıma Kalkandelen gelir?
Anlatayım efendim: Bir Osmanlı toprağı, sancağı var: Üsküp. Üsküp nam sancağımız, bugün kuzey Makedonya adıyla bir devlet. Oranın Üsküp (Skopya), Manastır (Bitola), Gostivar, Debre (Debar), Ohri (Ohrid), İştip, Rodoviç gibi şehirleri var. Halkı, 1950’lerde Anadolu’dan göçene kadar, Yörükan Taifesindendi. İşte o şehirlerden birisi de Kalkandelen. Makedonlar şimdilerde oraya Tetova derler.
Ülkesinin üçüncü büyük şehridir Kalkandelen. Orada bir tekkemiz var: Harabati Sersem Ali Dedebaba Tekkesi. Beş asırlık güzel bir tekkemiz. İşte bu nedenle büyük medeniyet şairimiz Yahya Kemal’in o muhteşem beyiti bana ilkin Kalkandelen şehrini ve oradaki huzur yurdu Harabati Teçe’sini (onlar tekkeye teçe diyorlar) hatırlatır.
Ve Paşa Camii. Halkın deyimiyle Alaca Camii. Kalkandelen en çok bu iki şeydir zaten: Teççe ve Alaca Camii. Bir de Hasbi amcam. Anlatayım efendim: Rumeli’ye ilk çıkışımızın üzerinden kocaman yirmi sene geçmiş. 2002 Ağustosu. Uluslararası 2. Sapanca Şiir Akşamları yeni bitmiş. Etkinliğin kurucusu Prof. Dr. Mustafa İsen ağabey, Struga Şiir Akşamlarını mutlaka görmemizi istiyor. Düzenleme kurulundan Kaymakam Hasan Duruer (ki daha sonra Mardin ve Edirne Valilikleri de yaptı), belediye başkanı İbrahim Uslu ve ben, üç günlüğüne yola çıktık. Gümülcine, İskeçe, Kavala, Selanik, Vodina, Nixi Gümrüğü. Gostivarlı Fadil Yakubi aldı bizi sınırdan, Manastır, Resne, Ohri, Kırçova, Gostivar, Üsküp gezdirdi bir güzel. Sonra da Ohri Gölü kıyısındaki dünyanın en büyük ve en eski (1962’den beri), aynı zamanda en kapsamlı şiir organizasyonunu (o sene 30 ülkeden 90 şair, yedi gün boyunca 24 ayrı etkinlikte şiirlerini seslendirdiler. Köprüler, göl, kiliseler de dâhil) gezdirmişti.
O şahane ziyaretten zihnimde yer eden diyaloglardan birisi de Kalkandelen’de Hasbi amcayla olandı. Paşa Camiinde ikindileri eda etmiş çıkmıştık ki, biz kırklarımızdaydık, o da yetmiş beşlerinde, beyaz tenli kahverengi gözlü, temiz yüzlü bir amca altı bizi karşıdaki kahvehaneye götürüp Türk çayı ikram etti. (Balkanlarda Türk çayı nadirattandır.) Nereden gelip nereye gittiğimizi sordu. Ayrılırken de şu sözleri söyledi: ‘Ben çocukken (1940’larda) Kalkandelen’in yüzde 75’i Türk’tü. Herkes anavatana göçtü. Şimdi biz burada can çekişiyoruz. Herkes yatırımını Türkiye’ye yaptı. Benim de İstanbul’da evim var. Bir çocuğumla kız kardeşim ve yeğenlerim İstanbul’da. Şimdi biz Türkler burada yüzde 5’lere düştük. Buna çok üzülüyorum. Eskiden ne kadar şendi buralar. Şu anda marketlerimizdeki ürünlerin yüzde 95’i Türkiye’den gelme. Türk malı. İyi ama biz mallarınızdan önce sizi istiyoruz. Alaca Camiinin önündeki caddeden bir Türk geçti mi, sevinçten yüreğimin yağları eriyor. Türkiye’ye selam söyleyin. Kalkandelen’e gelsinler. Bir tek şey istiyorum sizden, şu caddeden geçin, yürüyün yeter! Yoksa gözüm açık gidecek.’ Sonraki gidişlerimde Hasbi amcama rastlayamasam da hep selam gönderdim. Beş yıl kadar önce de vefat haberi geldi. Rabbim gani gani rahmet eylesin. Kalkandelen benim için önce Hasbi amcadır işte. Hasbi amcalardır. Onun ruhudur, ruhaniyetidir.
Pena.1438. Hurşide. Mensure. 1833. Recep Paşa. Abdurrahman. Balkanların en renkli en süslü, en muhteşem, en unutulmaz, en hatırda kalıcı eseri olan Kalkandelen Paşa Camiinin bütün şifreleri bu yedi kavramda saklıdır. Pena nehri kıyısında, beklenenin aksine (beklenen bir vali paşanın veya bir makam sahibinin yaptırtmış olmasıdır), Kalkandelenli Hurşide ve Mensure adlı iki hayırsever kız kardeş, 1438 yılında yaptırtmıştır bu camiyi. Tarihe dikkatinizi çekmek isterim: II. Murad dönemi daha. Fatih tahta geçmemiş, İstanbul’un fethine şöyle böyle bir on beş sene var. Ki bu iki hanımefendinin türbesi halen cami avlusundadır. Ben şuna inanırım, samimiyetle. Eserler, banisinin (bina ettirenin, yaptıranın) kişiliğini, zevklerini, alışkanlıklarını yansıtırlar. İşte Alaca (Paşa) Camii de tam böyledir: İki hanımefendinin yaptırtmasından olmalı, içi de dışı da rengârenktir. Bugüne değin 23 ülke 150 şehir 500’den fazla cami görmüş bu satırların sahibi; Alaca Camii tarzı başka bir camiye rastlamadım, işte itiraf ediyorum.
1833’te Vali Recep Paşa’nın mimar oğlu Abdurrrahman Bey, camiyi restore ettirince bugünkü hâlini almış. Kubbedeki İstanbul görüntüleri ve Osmanlı’nın dört bir yanından resimler de o zaman eklenmiş olmalı. Ruhları şad olsun, hepsinin. En özgün cami onlar sayesinde var ve ayakta. Eyvallah.
Harabati Tekkesine gelince: Şar Dağı eteklerindeki bu yapı grubunun, bir süredir, yüz kırk kiloluk bir koruyucusu (özel güvenliği) var: Cumali. Son yirmi yıldaki iç savaşlarda bizzat çatışmış bir yiğittir, bizim Cumali. 15 Temmuzun haftasında da İstanbul’a devletimize desteğe koşmuş bir Türkiye sevdalısı, Tayyip Erdoğan destekçisidir. Kalkandelen Harabati Sersem Ali Dedebaba Tekkesinin hikâyesini, gelin, o kırık Balkan Türkçesiyle Arnavut korucu Cumali kardeşimizden dinleyelim: “Mehmet Baba, Malatya’dan gelmiş. Harabati baba niçin yapti temiz hizmet bu yerin. Bu yer çok harap. Harabati baba nasil bir asker, nasil bir kahraman. Savaşta şehit olmiş. Kimse bilmey mezari nerde. Ama burda yaptiler bir formel mezar. Niçin, hizmet yapti bu yerin. Bektaşi Teççesi ha o biyaz bina. O teççeyi yapti Server Ali Paşa, bin beş yüz otuz sekizde. Server Ali Paşa, Kanuni Sultan Süleyman’ın veziri. Kanuni Sultan Süleyman’ın var hanımı Mahidevran. Kız kardaşıdır Server Ali Paşa’nın. Mahidevran, Server Ali Paşa Arnavut, Kalkandelen’den. Biz diyoruz Sultan Süleyman’a enişte. (Kahkahalar.) Sonra bırakti vezirliği Server Ali Paşa. Dedi ona Sultan Süleyman, sen oldun sersem Ali dede. O gün bugün deyiler buraya Sersem Ali Dedebaba Teçesi.”
Bizim Cumali’nin Kalkandelen Arnavut ağzı Türkçesiyle anlatımı böyle. Anladınız yine de siz. Doğruya yakın bir anlatım. Sersem Ali Baba’nın Kanuni döneminde Beylerbeyi olduğu, eşi Mahidevran’ın ağabeyi olduğu, devlet idaresinden affını isteyip Kırşehir’deki Hacıbektaş Dergâhında posnişin / dedebaba olduğu güçlü birçok rivayette var. Hürrem Sultan, rakibesi Mahidevran’ı entrikalarla saraydan uzaklaştırınca, ağbisi Sersem Ali Dedebaba’nın da Hacıbektaş Tekkesinden Kalkandelen’e sürüldüğü rivayeti yaygındır ayrıca. Tekke, içinde birçok binayı ve bölümü barındıran bir kompleks yapı. Camii de var bu arada. Dimdik ayakta eserlerimiz. Çok huzurlu bir mekân.
Ben son yirmi yılda en az yirmi kez uğramışımdır Bektaşi Tekkesine. İlk geldiğimizde, 2002’de, kırk beşinde, uzun boylu, sakalsız bir dervişti, Abdülgaffar. Şimdilerde tekkenin her şeyi maşallah. Tekkenin şeyhi Tiran’dan gelip giden Edminton adlı biriymiş artık. Seyrek gelirmiş. Uzun saçlı, uzun sakallı bir şey vekili bizim Abdülgaffar. Renkli bir karakterdir. Misafirperverdir de. Tekkedeki mekânında hep Türk televizyonları açıktır. Türküler, şarkılar söyler, maniler uydurur. Güler, güldürür. Ha unutmadan, bizim Cumali ile de araları pek yoktur. Cumali koyu Sünnidir, ‘bırak şunları be Fahri abi. Oruç yok, namaz yok bunlarda. Bunlar Müslüman sayılmaz abi’ diye yakınır bana her selam verişimde.
Hiç unutmam; ilk gidişimiz. Tahir Emini baba postnişin o sırada. On iki köşeli taşın etrafına oturmuşuz. O anlatıyor, Hasan Duruer, İbrahim Uslu, ben… dikkatle dinliyoruz. Hasan Bey, Yozgatlı. Bektaşiliğe de tasavvufa da aşina. O soruyor biz merakla dinliyoruz. Az önce tekke camiinde cemaatle namaz kılmışız. Doğrusu pek de ısınamamışız. Bir ara ben Sapanca Belediye Başkanı Uslu’ya ‘İbo, bizim namazlar sakat. Yenilesek iyi olacak’ diye takılmışım. İbo da kuşkulu ve evecik adam, ‘kılalım abi’ demiş. Şeyh Tahir Emini Baba bir ara tutturdu: ‘Bu Sünniler de çok oluyorlar. Camimizi işgal ettiler. Beş vakit namaz kılmaya başladılar. Olmaz ki canım.’ İbrahim Uslu’nun kulağına eğildim, ‘İbo, bizim namazlar kurtuldu.’ Ama bizimkilerin işgaline de üzüldük tabii. Hasan Duruer’in makul mantıklı ve ilgili sorularını görünce bu kez İbo bana takıldı, ‘Kaymakam bey teslim olacak galiba, ne de olsa on iki köşeli teslim taşındayız.’ ‘Korkma İbo’ diye cevapladım ben de. ‘Duruer sağlamdır. Üstelik hacıdır. İkimizi de cebinden çıkarır.’ Böyle mizahi bir hatıra da var, ta o günlerden.
Netice itibarıyla, Kalkandelen günümüzde Harabatilik denince ilk akla gelen şehirdir, bir. İslâm dünyasının en rengârenk camiine sahiptir iki. Dünün Türk yurdu, bugünün Türk’e özlem yurdudur üç. Kökü mâzide olan âti şehirdir dört.
Kalkandelen, rengârenk şehir. Rengârenkliğin kalbi şehir. Böyle bilir, böyle söyleriz. Tam da böyledir.