Bu satırların sahibine göre Türkiye’nin en büyük problemlerinden birisi, belki de birincisi yeteneklerini eğitememesidir.
Bu amaçla 2008’den bu yana birçok ilde (GAP, Mardin, Çankırı, Edirne, Kocaeli, Mersin Tarsus, Bolu, Bilecik, Sakarya, İstanbul, Manisa Akhisar, Bulgaristan Kırcaali, Filibe, Şumnu, Silistre, Rusçuk, Sofya vs.) 16-30 yaş arası yetenekleri tespit edip şiir, öykü, roman, deneme, biyografi, portre ve güzel sanatlar alanlarında edebiyat atölyeleri organize ederek gençlerin sağlıklı gelişmeleri yönünde gayretler içerisindeyim.
Son bir yıl içerisinde - şükürler olsun- Yaz’istan’bul ile İstanbul’da, Akademi-Lise ile Kocaeli’de, Şeyh Edebalı Edebiyat Mektebi ile Bilecik’te, Şeyh İsa Yazarlık Okulu ile Manisa Akhisar’da, Köroğlu Yazarlık Mektebi ile Bolu Belediyesi/ Bolu Milli Eğitim Müdürlüğü ve Abant İzzet Baysal Üniversitesi öğrencileriyle Bolu’da, beşer atölyede gençleri okuma yazma ve kendilerini fark edip geliştirmeleri yönünde mesafeler aldık. Bu projelere İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Daire Başkanlığı (Rıdvan Duran ve ekibi), Bolu Valiliği (Vali Aydın Baruş ve il milli eğitim müdürü Yusuf Cengiz ve ekibi), Kocaeli Büyükşehir Belediyesi (Başkan İbrahim Karaosmanoğlu ve Akademi-Lise yönetimi), Bilecik Milli Eğitim Müdürlüğü (il eski müdürü Fazilet Durmuş ve ekibi) ve Manisa Akhisar Belediyesi (başkan Salih Hızlı, yardımcısı Ömer İşçi ve ekibi) sahip çıkıp 2017 Ekim ayından 2018 Mayıs ayı sonlarına kadar genç kuşaklara edebiyat zemini hazırladılar. (Mersin’in Tarsus ilçesinden çok duyarlı ve başarılı edebiyat öğretmeni şair romancı Ahmet İşler’le birlikte gerçekleştirdiğimiz dokuz hafta süreli Tarsus Edebiyat Mektebi’nden söz etmiyorum daha.) Beş projeyle yirmi şair yazar ressam karikatürist, ortalama dört yüz kadar genç yeteneğin kalbine dokunmaya çalıştık. D. Mehmet Doğan’dan Nurullah Genç’e, Hasan Kaçan’dan İsmet Yedikardeş’e, Sadık Yalsızuçanlar’dan İbrahim Zaman’a… Ülkemizin çok değerli yirmi aydını ve sanatçısı da o gençlerin ufkunu açmaya vizyonlarını geliştirmeye çalıştılar.
Şunu söyleyebilirim: Çok yetenekli bir genç kuşak geliyor. Aralarından birçok yazarlar çıkacak bunların. Göreceksiniz. Biz görmesek de siz görürsünüz. Ben çok ümitvarım, diyeyim size. Eserlerini okuyunuz, siz de inanacaksınız.
Çünkü onlar şunu iyi biliyorlar: ‘Okuyorsanız varsınız yoksa yoksunuz. Yazıyorsanız varsınız yoksa yoksunuz.’ (Eftibey)
Her şehirden her portre atölyesinden liseli birer genç yazar seçtim. Eserlerini - kısaltarak da olsa- sizlerle paylaşmak istiyorum.
Ve inanıyorum ki Türkiye’mizin her ilinde bu gençlerden onlarca daha var. Onlarla ilgilenebilirsek yarınlarda yüzlerce genç yazarımız olabilir.
Ve unutmayalım ki, bir ülkenin zenginliği nüfusunun çokluğu veya fert başına düşen milli gelirin büyüklüğü ile değil, yetiştirdiği insan gücüyle ölçülebilir ancak.
Birkaç Sulusepken Aleyna Vardar*
Büyüyor gözbebeklerim, kuzguni bir matem süzülüyor, harelerime. İrislerim günebakanlar mabedi, hafif kızıl toprağın üzerine düşen... Doklar sıralanmış ruhuma... Medcezir seçiliyor, gözleri buğulu ve hafif riyakâr, biraz da kızgın belki. Vuruyor, vuruyor bana. Acıtıyor ruhumu.
Gemiler elemi sıralıyor, paket paket... Bir yakamoz pinekliyor, alacakaranlıkla bezenmiş semanın altındaki denizde. Tiryakisi benliğim, ayın serzenişleri ile süslenmiş hafif parıltıların. Flamenko dansını yeniden canlandırıyormuşcasına küllerim, savruluyor havaya, biliyorum yeniden doğamayacağım. Bir yangın yerinden hâllice ruhum, gitme dur ne olur... Ben zemheri bir gecenin karaltısında yakamozu arıyorum.
Bazen soruyorum kendime, umut ne demek? Bir arayış mı, yoksa elimizdekilerin bizi sınaması mı? Bir kaybediş mi? Kazanış mı? Sükût-ı hayaller çıkmazı mı veyahut tebessüm buketi avuç içleri mi?
Bir çocuk düşüyor zihnimin çıkmaz kadranına. Mutluluklar sığdırmış akrebine, hayaller. İşte diyorum, aradığım bu. Sonra bakıyorum bir kadın ağlıyor sokağın köşesinde. Sokak lambası mâbedi olmuş sanki, cızırdıyor usul usul. Sönüveriyor birdenbire. Yüzünü seçemez oluyorum sessiz serzenişlerin. Topuklarım Arnavut kaldırımlarının boşluklarına girip çıkıyor. Umursamıyorum, yaklaşıyorum sadece. Kadının gözyaşlarında saklı ruhu, avuçluyorum. Bir ruhta mı gizli umut?
Göremiyorum. Eğiyorum kafamı. Çaprazımda bir dans salonu var, kıstırıyorum onu gözlerimde. Adımlıyorum sonra. Ayaklarımdan salınan tıkırtıları dinliyorum bir süre. Vardığımda kapılarını itiyorum, salonun. Açılıyor küçük bir ses eşliğinde. Genç bir kız lirik bir dansla aydınlatıyor ortalığı. Zıplıyor, dönüyor, dans ediyor işte. Bir mumun ölü bedeninin üstüne başka bir mum yakmak gibi sanki. Umut küçük parmaklardaki hareketle bezenmiş olabilir mi?
Bilemiyorum. Sırtımı dönüyorum sonra. Arkamda bıraktıklarımdan bihaberim. İlk başta yağmur yağıyor sanıyorum, sonra da kar. Emin olamıyorum. Kararsız bakışlarım dolaşıyor etrafta. Buluyorum sonra, sulusepken.
Umut bence bir çocuğun mutluluğu, gözyaşının ruhu, öksüz yıldızlara süzülen bir balon gazı, bir hareketin orkestrası veyahut sulusepkenin ta kendisidir. Umut her şeydir aslında. Gelecektir ya da geleceğine inandığındır. Bilemem belki de bir rüyadır yahut bir ricadır. Ama en önemlisi birkaç sulusepkenle bezenmiş, tebessüm kokulu avuçlardır.
*: Aleyna Vardar: 2001 yılında Akhisar’da doğdu. İlkokulu Akhisar Fatih İlkokulu’nda, ortaokulu Şehit Hasan Acar Ortaokulu’nda okudu. Hâlen Akhisar Anadolu Lisesi ve Akhisar Belediyesi Şeyh İsa Edebiyat Mektebi Fahri Tuna Deneme / Portre Atölyesi öğrencisidir.
İsimleri Yoktur Onların
Derya Demir*
Bilmediğimiz birçok kahraman var. Yok isimleri onların.
Çoğu biz uykudayken yola çıkar. Bizim gibi evlatlarını, analarını, babalarını ve evlerini bırakıp çıkarlar yola. Sırf bizim bir gece uykumuz bölünmesin diye.
Tanımayız onları. Elleri, yüzleri gül kokar, bilmeyiz.
Övgü almak değildir amaçları. Yeter ki vatanları sağ olsun. Başka bir şey istemezler.
Biz onları tanımışız, tanımamışız önemli değil. Ama bizzat biliriz bizizdir onlar. Annemiz, babamız, abimiz, yârimiz, ablamızdır. Mehmetçiktir onlar.
Dağlarda gece gündüz, aç susuz, uykusuz Mehmetçiklerdir. Masumun her zaman yanında olan Mehmetlerdir, Ahmetler, Alplerdir. Bizim şanlı, gururlu, yiğit erlerimizdir.
Kimi gelir evim, yuvam demeden yıllarca nöbet tutarlar asker ocağında.
Belki de silahsızlardır. Süngü gibi elleri, çelik gibi yürekleri yeter onlara. Bir merminin önüne atlamak, binlerce düşmanı görüpte içine atlamak kolay değildir.
Fakat onlar kahramandır. Bilirler vatanı kaybetmek nedir, bağımsızlık nedir. Bilirler ki mutlu, huzurlu bir nesil yetiştirmek nedir.
Bu yüzden isimleri yoktur onların.
*: Derya Demir
2003 yılında Eskişehir de doğdu. Bilecik Vezirhan İlkokulu, Vezirhan Ortaokulu’nu bitirdi. Hâlen Bilecik Ertuğrulgazi Lisesi 9. Sınıf ve Bilecik İl Milli Eğitim Müdürlüğü Şeyh Edebalı Edebiyat Mektebi Fahri Tuna Portre Atölyesi öğrencisidir.
Dirliğin, Dinginliğin Şehri; BOLU İsmailcan Kaya*
Sükunetin derinliklerine varabileceğin yerdir Bolu.
Eskilerin demesiyle “Bol Uluğ” yani ulemalar şehri âlimler şehri.
Mutasavvıf Hayrettin-i Tokadi'nin, Hacı Bayram Veli'nin müridi Ömer Sekkin'in, yiğitler yiğidi Köroğlu'nun, parayı hiçe sayıp her daim “Bolu” diyen İzzet Baysal'ın, esasen sultanların danışmanı Akşemseddin Hazretleri'nin diyarıdır Bolu.
Seyahatnamesi'nde Evliya Çelebi Bolu’dan şöyle bahseder: “Uleması pek çoktur. Halkı Muhammediye kitabı tilavet eder. Oğuz adamları vardır. Nisa tayifesi cümle ferace giyip gezerler. Amma gayet mesturedirler. Bağ ve bahçeleri gayet çoktur. Ekseri halk tüccar ve kibardır. Bu şehrin cenup tarafında, bağlara yarım saat yakın bir yerde müfit ve muhtasar, kar-i kadim bir ılıca vardır. Suyun içeni midesini ıslah vücudunu penbe misal eder.”
Bolu denince akla bu yörelerde yaşamış Köroğlu gelir. Asıl adı Ruşen Ali'dir:
“Benden selam olsun Bolu Bey’ine
Çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır
Ok gıcırtısından gürzün sesinden
Dağlar seda verip seslenmelidir“
Diyerek başlayan seslenişi haksızlığa karşı oluşunu gösterir.
Sözde zenginden alıp fakire vermesiyle tanınan Robin Hood karakterine inat, Köroğlu yerli yardımseverdir. Ama oluşturma bir karakter değildir.
Bolu'yu anlattıklarımla yetinmek bir elmasa uzaktan bakmaya benziyor. Gelin bu elmasa biraz daha yaklaşalım ve Abant'a doğru yol alalım.
Betonlar içinde grileşen şehir yaşamına; yeşili, maviyi, kahverengiyi, sarıyı, turuncuyu ve beyazı ekler Abant. İlkbahar'da doğanın bu uyanışına “merhaba” der. Yazın çocukların neşeli çığlıkları ile kaplanır. Sonbahar'da doğaya vedayı yaprakları ateşe vererek uğurlar. Kışın ise bembeyaz örtü ile yeşili süsler.
Abant'ı çam ağaçlarına emanet edip sonbaharın en güzel yakıştığı, sonbaharda renk cümbüşünün yaşandığı Yedigöller'e gidelim.
Sessiz sakin bünyesi, güzel manzaraları ve ağaçlarla süslü yamaçları ile adeta bir cennettir. Adı üzerinde yedi adet göle sahiptir. Gerçek huzuru ve doğa ile iç içe bir yerde şehrin stresinden uzaklaşmak isteyenlerin bayılacağı yerdir. Her mevsim ayrı güzel olan bu bölge her gidişte âşık edecektir.
Abant ve Yedigöller'in dışında; Gölcük, Sünnet, Çubuk, Yeniçağa adlı göller de bilindik göller arasında yer almaktadır.
Bolu doğal güzelliklerinden öte aşçıları ile de ünlüdür. Mengen ilçesinde yetişen aşçıların ünü Osmanlı döneminden günümüze kadar gelmektedir. Atatürk'ün aşçısının bile Mengenli olduğu düşünüldüğünde, bu ilçede aşçılara verilen önem ortaya çıkmaktadır.
Hisar Tepesine çıkıp Bolu’nun sesine kulak verirseniz; meydanda sohbet eden kemâl insanların muhabbetini, güvercinlerin kanat çırpışını, yüzyıllardır ayakta duran çam ağaçlarının hışırtısını, onlarca gölün rahatlatıcı su sesini duyacak, bu aziz şehrin güzelliğine müptela olacaksınız.
Kısacası Bolu insanın hayat bulduğu, hayatın anlamını aramaya gerek kalmadığı şehrin adıdır.
*: İsmailcan Kaya: 2000 yılında Bolu'da doğdu. Aslen Ankara Nallıhanlıdır. İlk ve ortayı 50. Yıl İzzet Baysal İlkokulu ve Ortaokulunda tamamladı. Lise öğrenimine Bolu Sosyal Bilimler Lisesi’nde 10. Sınıf öğrencisi olarak devam eden Kaya, iki yıldır Bolu Köroğlu Yazarlık Okulu Fahri Tuna Portre Atölyesi öğrencisidir.
“Bir De Kitap Alayım”
Zülal Bedir*
Bizim buralarda meşhur bir söz vardır: "Bir de kitap alayım şuradan, Enver Amca" deriz o küçük bakkala her gittiğimizde.
Mavi kepenkleri, içeriye nazaran daracık giriş kapısı ve rengârenk rafları ile şirin mi şirin bir mahalle bakkalıdır aslında orası. Fakat orayı diğer bakkallardan ayıran tek ve en önemli özellik, içeride bir de kütüphane olmasıdır. Dostoyevski'den Zweig'e, Halit Ziya Uşaklıgil'den Ece Ayhan'a kadar birçok yazar ve şair ismine rastlayabilirsiniz, o ekmek kokulu raflarda.
Siparişlerinizi güzelce söyleyip, "Bir de kitap alayım." derseniz eğer, hiçbir ek ücret ödemeden yeni bir kitap sahibi olursunuz.
Geri getirmenizi de istemez Enver Amca. Okuyup başka birine hediye etmenizi ister. En az Ege kadar mavi olan gözlerini sizinkilere diker ve iyice tembihler:
"- Aman oğul, sakın geri getirmeye kalkma o kitabı. Oku ve okut. Okut ki nice ufuklar daha genişlesin" der, işaret parmağı havada sallanırken.
Kütüphanesindeki kitaplar azaldığında kazandığı kadarıyla gidip yeni kitaplar alır. Biz de mahalle sakinleri olarak elimizden geldiğince kitap bağışında bulunuruz orası için.
Enver Amca, bulutlar kadar beyaz sakalları, güler yüzü, yaşamının tüm zorluklarına inat sırtı dik, alnı ak bir esnaftır anlayacağınız. Altmışlı yaşlarının ortalarında olmasına rağmen çoğu gençten daha dinç, daha enerjiktir. Birkaç eksik dişiyle size sunduğu gülümsemesini gördünüz mü karşı koyamaz, siz de gülümseyiverirsiniz birden. Hiçbir şey yapmasa dahi size iyi hissettiren insanlardandır diyebiliriz onun için.
Uzun lafın kısası; yolunuz buralara düşerse, bir de kitap almak isterseniz şayet, muhakkak uğrayın derim bu yaşlı amcanın dükkânına. Her açıdan kazançlı çıkacağınıza eminim.
*: 2002 yılında Kocaeli Derince’de doğdu. Derince Sabancı Ortakları ve Çalışanları İlkokulu ve Körfez İmam Hatip Ortaokulu’ndan mezun oldu. Hâlen İzmit Tevfik Seno Arda Anadolu Lisesi ve Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Akademi Lise Yazarlık Okulu Fahri Tuna Portre Atölyesi öğrencisidir.
Yaşanamayan Yaşamlar Şehri: Dilanya
Ahmet Eren Soyluer*
Dilanya hayallerin damlalar hâlinde aktığı bir şehirdir. Suyun hava yoğunluğunda aktığı, soyut ve masallarla süslenmiş, insaniyetin ve hassasiyetin masumane düşleri arasında beliren bir şehir. Hayalleri olan, herkesin yaşayabildiği; doğal, saf, temiz bir ruhun beslenmesini sağlayan materyalleri içeren bir şehir.
Dilanya’da geçirdiğim her anda kendi ruhumu adalet ışığında süzülmüş ve çeşit çeşit enerjiden var olan karmakarışık bir tabloya düştüğümü hissediyorum. Yaşayanları da yaşadıkları yaşamlar kadar aktır bu şehrin ruhani sakinlerinin. Binlerce kişilik dünyanın tek bir coğrafya ile sınırlı kaldığı somut ve hücresel âlemimiz sürekli değişmekte olan duygularımızın aksine sürekli sabit kalmakta; içsel evrimleşmemizi yansıtamayacak kadar bunaltıcı kalmaktadır. Hissedilenin somuta geçememesi ve çevreye hissettirilememesi yorumlanamaz iç dünyası olan insanları derin bir hapishaneye sürükler ve onları tek bir kalıp haline getirmek üzere boğar, baskılar. Sözlük kadar net, uzay içindeki dünya kadar sınırlı olan insanların giremeyeceği yalnızca hayalleri yaşamlarından süslü ve kalpleri kadar ak olan insanların gelebileceği soyut bir şehirdir Dilanya. Dünya evi ihtiyaçlar geçersiz kılınmıştır bu boyutta. Boyut içerisinde şehrin düzeni yalnızca sakinlerinin hayallerinin karışımıyla muhteşem bir ahenk içerisinde oluşmuştur. Şehrin her sakininin bir parçası bulunur her bir zerresinde. İnsanların ortaklaşa yaşadığı yerlerde sorun çıkmama kavgalaşmama ihtimali yoktur. Ama Dilanya’ya gidebilen insanlar yalnızca ruhani boyutta temizliğe ve saflığa sahip olabilen insanlardır. Kavga çıkartabilecek herhangi bir düşünce bile ruhani boyutu kişiye kapatır onu bu muhteşem soyutluktan engelli kılar. Kendisini ve kendisini oluşturan bu insanları tanımlanma şekli olmayan Dilanya, tam olarak keşfedilmemiş hislerimizi şekle büründürmemizin olanaksızlığını sonuçlar. Ancak şekillerine cisimlerin hayallerden geldiği bazı sokaklarını tanımlamam mümkündür size.
Oraya gittiğim günlerden birinde karşımda duran müthiş manzara ve hayallerin damla damla akarak oluşturduğu ortam beni şoka uğrattı. Karşımda alışılageldik bir kalıpsallık beklerken tuvale akmış bir boya gibi duygu seli ile karşılaştım. Çeşit çeşit ve renk renk değişen insan ruhlarıyla tanıştım; bireyselliğin toplumsallıkla görülmemiş uyumu ile bakıştım.
Ne dersem diyeyim, ne söylersem söyleyeyim Dilanya soyut kalacak ve erişebilen insanlara derin bir hüzün ile derin bir mutluluğu yaşatacak. Yeni ruhlara yeni yollar açacak, gitgide genişleyen bir tabloyu anımsatacak, hayallerle uğurlayacak.
*: Ahmet Eren Soyluer: 2001 yılında İstanbul’da doğdu. Hâlen Bahçelievler Füsun Yönder Anadolu Lisesi öğrencisi. Mali müşavir olan annesi Esin Hanımla birlikte Beylikdüzü’nde yaşamaktadır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. Yaz’istan’bul Lise öğrencileri arası Fahri Tuna Portre Atölyesi öğrencisidir.