Sürdürülebilir yaşam bilinci, insanlık için en önemli farkındalık oldu artık. Doğal kaynakların ve çevrenin, bizden sonraki nesillerin de ihtiyaçlarını karşılayabilecek şekilde kullanıldığı bir yaşam tarzının tanımını yapıyor bilim insanları. Bu yaşam tarzı ekonomik, sosyal ve çevresel dinamiklerin devamlılığı üzerine kurulu.
Gelin görün ki biz tüketiyoruz. İmkanlarımız çoğaldıkça tüketim algımız ve tavrımız da büyüyor. Şüphesiz bu sonucun sebepleri ve uyarıcıları var, onlar da çoğalarak büyüyor. Para ile satın alabileceklerimiz öylesine çekici yöntemlerle sunulmakta ki bize… Ancak niyetim - hele ki uzman değilken- kapitalizmin ustaca kurguladığı bir sistemi bu sayfaya taşımak değil.
Meselemiz, parayla satın alınamayacak değer ve durumlara dair.
Sadece doğayı tüketmiyoruz biz, ruhumuzun şifası iç zenginliğimizi de tüketiyoruz. Durup kendimizi dinlememiz gereken dar vakitleri tüketiyoruz. Gerçek dokunuşlarla sevgimizin temasını bekleyen ellerin hakkını tüketiyoruz. Bu eller evladımıza, öğrencimize ya da bir nefes ötemizdeki bir mazluma ait eller olduğu halde vicdanımızın karanlık yerlerini körlüğümüze emanet ediyor; yalancı bir rahatlıkla rahatsızlığımızı tüketiyoruz. İlişkilerimizde sabrımızı, sorunlar karşısında hoş görümüzü, henüz ergen yaşlarda masumiyetimizi, zenginleşme peşinde yetinmeyi tüketiyoruz.
Çok konuşarak sesimizi, az dinleyerek duyma yetimizi tüketiyoruz. Kalpten kalbe uzanan gizli akışlardan geçtik; akışa, nasibe, tevafuka dair ne varsa kadim kültürümüzde, onlarla olan âşinâlığımızı tüketiyoruz. Âşinâya âşinâ, bigâneye bîgâneyiz” diyen Nef’î , bize yabancılık gösterenlere yönelik bir tavrı tavsiye eder. Biz ise özümüze yabancılık yaşayarak şairin gayretini tüketiyoruz.
Çok zamandır öğrencilerimde üzülerek görüyorum ki öğrenme isteğimizi tüketiyoruz. Sebepleri üzerine yazsak kitap olur bir derttir bu durum. Diyelim ki merak duydular öğrenmeye ve “araştıralım, analiz edelim, yorumlayalım” dediğimde, bir tuşla ulaşılabilen verileri göre göre düşünme becerimizi tüketiyoruz. Ne kazanacağım okul ne de uzmanı olacağım meslek, refah seviyesi yüksek bir hayata kavuşmamı sağlayacak, diyen Türk gencinin azim ve kararlılığını tüketiyoruz. O azim ve kararlılık ki Orhun Yazıtları’ndan Cumhuriyet kazanımlarına kadar, genç nesillere emanet değerlerin başında yer aldı daima.
Muazzam bir çelişki…
Çoğaltmaya gayret gösterdiğimiz paramız, büyütmeye emek ettiğimiz statümüz, erişebilmek için taş üstüne taş dizerek tırmandığımız hayallerimiz uğruna durmaksızın tüketiyoruz.
Sürdürülebilir yaşamın insanlığımız adına ihlali, tabiat ananın ihlali kadar düşündürücü.
Zenginliğin paradoksunu düşündürmek için kullanılan güzel bir söz vardır Türkçemizde:
“ Palazlandıkça üşümek”
Tükettikçe üşüyorsak düşünelim…