“Ağaçlar hep en etkileyici vaizler olmuştur benim için. Ormanlar ve korularda halklar ve aileler halinde yaşayan ağaçlara hayranım ben. Tek başına duran ağaçlara daha da hayranım. Yalnız insanlar gibidir onlar. Şu ya da bu zaafla sıvışıp giden insanlar gibi değil; yalnızlaşmış büyük insanlar gibi, Beothoven ve Nietzsche gibidirler. Tepelerinde uğuldar dünya, kökleri sonsuzluğa uzanır ama sonsuzlukta kaybolup gitmez. Var güçleriyle tek bir şey için, onlara özgü, onlarla içkin yasayı yerine getirmek, büyüyüp serpilmek, varlıklarını ortaya koymak için çabalarlar. Hiçbir şey daha kutsal, hiçbir şey daha mükemmel değildir güzel, güçlü bir ağaçtan. “
Ağaçlar/ Hermann HESSE
ÇOĞALDIKÇA AZALMAK
Prof. Dr. Üstün Dökmen’in kitaplarını severek okuyanlardanım. KÜÇÜK ŞEYLER isimli kitabının bir bölümünde okuyucuya “yaşamla uğraşmayın, yaşamayla uğraşın” mesajını verir yazarımız.
Her tezin bir antitezi vardır. İyi ki de vardır. Düşünmeye, yorumlamaya; doğrunun, gerçeğin farklı boyutlarını algılamaya götürür insanı bu durum. Buna benzer bir düşünce sürecinde, belki de kitabı okuyan çoğu insan gibi, hocanın verdiği mesajı yorumladım ben de…
Hayat ikilemler üzerine kurulu bir düzen. Yaşamı sorgulamadan, koşulları ve kişileri açısından çıkardığı zorlukları bir kenara bırakıp aynı yaşamı lezzetine doya doya nasıl tüketir insanoğlu? Tüketmek, diyorum zira hayatın adımları insanın mola isteğini, yenilenme, güç toplama arzusunu görmezden gelerek yol alır kendi düzeninde. Bize, biz insanoğluna ise tüketilen, soru işaretleriyle, pişmanlıklar ve keşkelerle dolu yıllar yığınını gerçekleştirmek kalır. Bu noktadan bakıldığında çoğu irademiz dışında gerçekleşen bir hayat bütününde yaşamla uğraşmamak, yaşamayla uğraşmak?
Bu meselenin sırrını çözen ve mutluluğu her halinden belli olan insanlara imrenmişimdir öteden beri. Onlar, Dünya’yı kendi dünyalarından asla daha büyük görmezler. Öncelikli olan kendileri, koşulsuz kendi varlıkları ve çitlerin berisindeki münzevi bahçeleridir. Böylelerini haksız bulduğum düşünülmesin; ancak nasıl becerirler bu hayat oyununu, anladığımı da söyleyemem.
İnceliklerin, ayrıntıların, birçok sorumluluğun kol gezdiği yaşam denilen gerçeğin; incelikten, ayrıntıdan ve sorumluk duygusundan uzağa düşen gündelik görüntüsünü nasıl olur da bir hareketle kenara iter ve mutluluğu bulurlar? Bunun adı boş vermişlik, duyarsızlık, bencillik olmamalıdır mutlaka; ama nedir? Bir ifadeyle “ her şeye rağmen “ diyerek küçük şeylerle mutlu olmak mıdır bu bilgeliğin adı? Bilgelik, diyorum çünkü deneyenler bilir ki zor bir terbiyedir üst insan olmak yolunda. Başaranların ise günün düzeninde çok da saygı ve beğeni ile karşılandıkları söylenemez. Zira çoğaldıkça azalmanın, biriktikçe hiç olmanın sırrını, asıl gayenin bu olması gerektiğini bilen çok azdır.
Bu felsefeyle hayata bakan, yol almak isteyen insan; kuşatıldığı koşulları, özensiz insan davranışlarını bir bir yırtarak nasıl durulur, nasıl olur da yeni doğmuş bir bebeğin beklentilerine eş değerde bir anlayışla karşılar hayatı?
“ Yaşamla uğraşmamak, yaşamayla uğraşmak “…
Sanırım duru olmak, çoğaldıkça azalmak demek bu.
Deniz, deniz olmakla anlamlı; rüzgar, esmesiyle yeterli değil midir yalnızca?
Hermann Hesse’nin yalnız ve kudretli ağaçlarda bulduğu anlam… Gölgesi de dahil olmak üzere boylu boyunca bir var oluş hali.
Madem öyle, Montaigne’i de analım: Bir şey yapmadım ne demek? Yaşadınız ya, diyor kadim dost ve ekliyor; bu sizin en şerefli işinizdir.
Nietzsche, “üst insan ”olmakla; tasavvuf ehli, “insan-ı kâmil “ kavramıyla açıklar bu sırrı. Sırların peşinde koşmaksa biz sıradan insanoğluna düşer.