Bir  öğretmenin yüzlerce çocuğu vardır. Uzun zamana yayılan anne-baba olma halidir bunun anlamı. Meslektaşlarım beni okursa onaylayacaklarını umduğum bir  saptama da  şudur ki bizler,  çocuklarımızı belirgin  vasıflarıyla hafızamızda  saklı tutarız. Hem kalbimize hem belleğimize emanet çocuklarımızın kimisi çok zeki, kimisi sanata, spora yetenekli, bazısı lider karakterli, bazısı doğanın yılmaz koruyucuları, azı aileden şanslı, çoğu doğuştan bahtsız… Uzayıp giden bu listeyi hafızamızda  dosyalarken  seçtiğimiz isimleri diğerlerini temsilen en başa  koyarız; üstelik bu algoritma  zekamızın değil kalbimizin sistematiğidir. Hatırlamak istediğimizde de bir ismin peşinden film şeridi gibi geçiş merasimi yapıverirler sırasıyla, kâh hüzün kâh övünç hissimiz eşliğinde.

       Bayram, öğretmenlik yıllarımın sonlarında misafir oldu yüreğime; geçmişe dönüp baktığımda nice  Bayramlara öğretmen olduğumdan  ve  birazdan anlatacağım özellikleri sebebiyle listemde  ekip başı olarak hafızama  emanettir. Üç yıl boyunca öğretmeni oldum bu sessiz çocuğun. Hali vakti iyi olmayan çocuklarımızı, biz öğretmenler daha bir kollar, el üstünde tutarız; sanırım nedenini açıklamama gerek yoktur. Bu çocuklarımızın içinde hırçın ve yıkıcı ruha sahip olanlar kadar kırılgan ve hassas olanlar da mevcuttur. Sanırım bu gerçekliğe dair pedagojik  ve  sosyal saptamalar  yapmaya  da  gerek yoktur; zira bu  anıyı anlatma  amacım, iki can arasında  koşulsuz ve  kendiliğinden gelişen bir sevgiyi ebedileştirerek Bayram’a  bir  armağan vermektir.

      Sınıfa girdiğinizde herkesten önce ayağa kalkarak “hoş geldiniz öğretmenim” diyen bir öğrenciyi hangi öğretmen sevmez ki? Demeyiniz ki, bu devirde hâlâ mı bu şekilden ibaret saygı duruşu? Öğrencilerime, bulunduğum mekana benden yaşça küçük bir kişi girdiğinde bile, oturduğum yerde  hafifçe  doğrularak onun  varlığını saygıyla  fark ettiğimi ve  onayladığımı hissettiren tavrımdan bahsederim; gelen kişiyi  karşılama dilinin  ileti sınırları, uçsuz  bucaksızdır çünkü; bu  dili bilsinler  isterim.

      Beni saygı ve samimiyetle karşılayan bu sesin sahibi bir Roman çocuğudur. Bayram, tatil günlerinde  -çoğunlukla uzatılan tatil günleri- babasıyla çalışır. Sekizinci sınıfın sonlarına kadar doğru belli soramadım işlerini; ama anladım ki geçici ve günü kurtaran cinsten işlerdi hepsi.

       Altıncı sınıfın başıydı, akademik düzeylerine uygun hazırladığım yaklaşık yüz kitaptan oluşan bir  listeyi dağıttım her birine; yılın sonuna  kadar en az  dördünü  okuyarak kitap tanıtım ödevi yapacaklardı ve bu tanıtım hem yazılı hem sözlü anlatım teknikleriyle yürütülecekti. Okul kütüphanesinden, üyelik için özendirdiğim ve yıl içinde tanıtıcı gezi programladığım İl Halk Kütüphanesi’nden de ödünç kitap edinebileceklerini duyurdum. Bu imkanlar dışında satın  alabileceklerini, böylelikle  zaman içinde ufak bir  kitaplık sahibi olabileceklerini tavsiye  ettim. Bu  durumda sınıfta yükselen “satın  alırız öğretmenim” seslerinin birkaçı heves, birçoğu öğretmenlerinin gözüne  girmek gayesi yüklüdür, biz  öğretmenler bunu da  bilir ve  sonunu bildiğimiz  bir  yarışa  peşinen ama  mutlulukla tebessüm ederiz.

       Aradan iki gün geçti, ders saatinin bitimine doğru Bayram’ın babası tıklattı kapıyı; buyur ettim, kalkıp yanına yürüdüm. Sakin bir tavırla:

­­-Hocam, kitap listesi vermişsiniz, birini seçip okuyacakmış, alamadık; çocuk utanıyor, söyleyemedi size, dediğinde tanıyabildim ben Bayramı. Biz öğretmenler, birçok sebeple geç kalırız çocuklarımıza; bu sebeplerin neler olduğunu yine en çok meslektaşlarım bilir. İlk adımım Bayram’a  bir kitap hediye  etmek oldu.  Benim için tekrarı çok, Bayram için ilk adım…  O günden sonra Bayram,  bana hep içli bir  sevgiyle baktı, bense  kalbimle… Şimdi düşünüyorum da insanların ve kendi türünden hayvanların eziyetine katlanan, bedel üstüne bedel ödeyen Beyaz Diş’in öyküsünü bilerek mi seçmiştim Bayram’a?

      Altıncı sınıfın sonlarına doğruydu, Bayram:

 -Öğretmenim ben bu hafta yokum, köye gideceğiz; bahçe işlerimiz var, dediğinde bilerek arsızlık edip  “git ama ne toplarsan ben de isterim”  sözleriyle onayladım iznini. Biz öğretmenler, çocuklarımızı sevindirmek ve gönüllerini yapmak adına konuşur, sonra unuturuz. Bayram ise unutmamıştı isteğimi. Sınıfa döndüğünde elinde tuttuğu ufak, şeffaf poşeti gururlu bir tavırla masama getirdi. Öğretmeninin isteğini yerine getirmiş olmanın gururu idi bu. Çocuklarımızın bakışlarında okuduğumuz özgüven ve gurur, o günün tüm yorgunluğunu unutturur bizlere; yorgunluğum, poşet içindeki cevizlerin kıpırdaşan sesine karıştı gitti o gün.

     Sekizinci sınıfa geçtiğinde –daha doğrusu öğretmenleri tarafından geçirildiğinde- Bayram’ın yazısını okumakta hâlâ güçlük çekiyordum. Biz öğretmenler biliriz ki, bazı çocuklarımız akademik olarak bir  arpa  boyu yolu güçlükle  giderler; tıpkı kaderleri gibi başarıları da donuk bir  teslimiyete kitlidir. Metin  okumalarının ardından yürüttüğüm analiz etkinliklerinde Bayram, gözlerini bir  an bile  benden ayırmaksızın anlattıklarımı dinlerken en  çok da  kendisi farkındadır  bu teslimiyetin; olgun ve  razı bir  teslimiyet…  Bense, dersi bir yandan yürütür, öte yandan bu teslimiyetin sınırlarını yoklarım Bayram’ın gözlerinde. Hayatın eşitlikten, haktan, adaletten yoksun taşlarının Bayram gibiler için  döşenmiş olduğunu bilir-öğretmen kimliğim üstümde- isyan edemeden, sınıfın karşısında kuvvetli durmaya  çalışırım; bilirim ki benim kuvvetim onlara  cesaret olur.

       Yazısını okumakta zorluk çektiğim Bayram, şiir sunumlarında bir şiirler seçer, bir şiirler okur ki  sanırsınız bu evlat, edebi zevkin tadını bilen bir  ailenin çocuğudur. Gözlerini yerde bir noktaya  sabitleyerek her dizenin her sözcüğüne  can katar; şairin tüm çilesini, hüznünü, dermanı olmayan derdini sınıfın duvarlarına  tek tek asarak görünür bir çilehane  kurar  dinleyenlere. Nerede, nasıl denk gelmişse, Muzaffer Uslu’nun, “Nasıl unuturum güzeldi yaşamak/ Fakat hakkı varmış Oktay’ın/Hatıralar da  dal istiyor/ Kuşlar  gibi konacak” mısraları ile  sonlanan Oktay Rıfat’a  adlı güzelim şiirini okudu yumuşacık sesiyle.

-       Bayram, bu nasıl bir duygu halidir, nasıl hissetmektir? Çok beğendim, diyerek sunumunu değerlendirdiğimde, bu hassas çocuk geçici de olsa kaderine kitli teslimiyetini unutup şanslı yaşıtlarından biri oluverir; bu kez gururunu asar, az önce yarattığı çilehanenin duvarlarına.

      Yıl sonu…

      Sekizinci sınıf öğrencilerine düzenlenecek mezuniyet yemeği ve piknik organizasyonu konuşulmakta. Sınıf öğretmenleri telaşlı, öğrenciler heyecanlı. Paralar toplanıyor, mekanlar seçiliyor; herkeste hasat sonu mutluluğu var. Sohbet halinde olduğum bir derste Bayram’ın malum sebeple her  iki etkinliğe de katılamayacağını öğreniyorum kendisinden. Biz öğretmenler için halli kolay ve çekinmeksizin atılan bir adımla durumu sorun olmaktan çıkarıp Bayram’a müjdeyi veriyorum; Bayram minnettar, Bayram mahcup. Kalbindeki güzel hisleri hangi sözcüklerle bana ulaştırdığını yazmaya bilmem gerek var mı?

      Doğuştan kadersiz çocukların da ara sıra mutlu olmaya hakları vardır, diye düşünürüz  ve dileğimiz  de bu yöndedir; lakin bu dileğimiz her  vakit gerçekle  buluşmaz. Ertesi gün Bayram sınıfta değil; yoklamayı alıyorum, numarasını yazıyorum. Teneffüste ilk işim, sınıf öğretmenine durumu sormak oluyor. Öğreniyorum ki babası, ev sahipleriyle şiddetli bir kavga  yaşamış ve ailecek  evlerini apar topar terk etmeye mecbur kalmışlar; güzel evladıma, sınıf  gibi ev de  çilehane. Babasının numarasından Bayram’a ulaştığımda sesi kırgın, sesi ailenin dert ortağı. Zonguldak’taki köylerine dönmek üzere, birkaç saat sonra yola çıkacaklarını kırık dökük sesinden duyuyorum. Kalbim bin parça, ”Olsun Bayram, köy hayatını ne çok severim bilirsin, her insanın küçük de olsa bir toprağı olmalı; ben de köyüme ev yapacağım, hep anlatırdım size.” diyorum. Kurban Bayramı’na bir hafta kala onun için ufak bir harçlık hazırlayarak annesine ulaştırıyorum. Telefonla yaptığımız konuşmada Bayram, sevgi dolu sesiyle, “Tanıdığım en iyi kalpli insansınız öğretmenim.”diyor. Bu kez paramparçayım, bu kez isyan ediyorum; nasılsa çocuklarımın huzurunda değilim, rahat rahat ağlıyorum. Vurgusunda şiir saklı sesiyle ekliyor:

-       Bununla bayramlık alacağım ve size fotoğrafımı yollayacağım öğretmenim.

     Bir hafta önceydi, Bayram, ekip diktiği bahçesinin fotoğraflarını ulaştırdı bana. Meslek Lisesi’nde   yarı zamanlı okuyup çalışmaya da  başladığının müjdesini verdi. İçimdeki duygu, hayatın Bayram için her daim zor fakat anlamlı olacağına dair; içli sevdalar, harbi büyük hayat kavgaları yaşayacak. Kışın soğukta, yazın sıcakta çalışmaktan üstü sertleşmiş ve kararmış, erkenden ihtiyarlamış elleriyle üç yıl boyunca gözlerime yaş, kalbime misafir olan Bayram, biliyorum ki kaderine kitli bir ömürle,  büyük insanlığın onurlu ve  hüzünlü hikâyesine içli şiirler katacak.

                                                                                                                                              

Okuyucuma  not:

Anlatıda sıklıkla kullandığım “biz öğretmenler” sözü, anlamsal düzeyde bir  kibir ve  statü vurgusu olmaktan uzak, aksine eğitim-öğretim denilen günümüz  aldatmacasında, hakkıyla parlayamamış değerli taşlar misali oluşumuzun hüznüyle  yazıya  dahil edilmiştir.