TARAKLI’DA BİR AYAKLI KÜTÜPHANE
Taraklı’da bir vakanüvis yaşıyor bir süredir, bilmem farkında olan var mı: Alaattin Yılmaz. Nam-ı diğer Ormancı Alettin.
‘Vakanüvis de ne demek’ diyenleriniz olabilir; anlatayım efendim: Osmanlı İmparatorluğu döneminde, zamanın olaylarını kayda geçip tarihe not düşmekle görevli devlet tarihçisi diyor lügatler.
Bizimkisi ilçe tarihçisi maşallah. Gönüllü tarafından hem de. Ücretsiz, meccanen, insan tarih ve Taraklı sevgisinden yapıyor bunları.
İlçede kim ölmüş, ne zaman ölmüş, kaç yaşında ölmüş, kimin neyiymiş kimi fesiymiş, ne iş yapmış, akrabaları kimlermiş, lakabı neymiş; Ayaklı Taraklı Ansiklopedisi mübarek.
Mütevazı sessiz derinden yapıyor bunları üstelik.
BİR GÜZEL AİLE: ORMANCI ALETTİN AİLESİ
Ramazanda on gün kadar Taraklı’daydık. On gün de beraberdik onunla. Her gün Gocaköprü’ye yürüdük, bir saat. Havuzda çimdik. İftarlar yaptık hep beraber.
Gevrek Adapazarı simidi gibidir muhabbeti; onu dinlerken mesut mesrur mutlusunuzdur, zaman nasıl geçer anlayamazsınız. Ne olayı biter, ne kahramanları. Hele bir ‘takım elbise vakası’ vardır ki evlere şenliktir. Özeti şu: Ömründe ilk kez takım elbise yaptırtmış, ilk giydiği gün de ‘manken gibi giyindiği’ gerekçesiyle müdürüonu işten atmış.
Makbule Yenge ise daha başka bir fenomenim, daha başka bir kahramanımdır benim. Gözleriyle konuşur, yüzüyle anlatır, sözü kıttır ama değerlidir. Oğlu Serkan da şairdir, haza şair, öyle uyduruktan, kıytırıktan değil, şairin özüdür. Gün gelir duyarsınız adını. Gelin Huriye ise bir hizmet düşkünüdür. Gıfırgıfır ortalıkta koşuşturur güler yüzüyle, misafirlerini memnun etmek için.
‘KONAĞIN HİKÂYESİNİ BİRLİKTE YAZABİLİR MİYİZ HOCAM?’
Son Taraklı Günleri’mden birinde, nefis doğayla hemhâl, Aksu Deresi’ne doğru yürürken uygun adım, benden bir şey rica etti arkadaşım ayaktaşım yoldaşım kalemdaşımyazıdaşımyazardaşımAlattin Yılmaz:
‘- Fahri Hoca’m (iki senedir bana hep böyle hitap eder, Yazarlık Okulu’mda bir yıl kadar eğitim aldığından beri), biliyorsun bizim Taraklı’da Rüştiye Binası’nın arkasında bir konak daha var.’
‘- Bilmem mi ağbi, Osmanlı döneminde Rüştiye’de görevli bayan öğretmenlerin (muallimelerin) kaldığı ev, bir nevi öğretmenevi derler hani…’
‘- Orası Hacı Rifatlar Konağı’ymış meğer. Orayı kiralayan Ahmet Emir Genç kardeşim beni aradı geçen gün. ‘Ağbi, bu binanın tarihini belediye başkanı Tacettin Bey’e sordum. O da ‘ben bilmem, ben gencim daha. Oranın tarihini, bilse bilse 500 yıllık tarihî çınarı diken Ormancı Alettin Ağbi’n bilir, ona sor’ dedi. Sen bilirmişsin ağbi. Araştırıp bir sayfa yazıya dökebilir misin. Levha yaptıracağım, bastırıp asacağım da konağın girişine…’ Ben de araştırdım. Bir noktaya getirdim. Beraber yazabilir miyiz hocam?’
‘- Elbette. Hem seni kıramam, hem Ahmet’i severim, hem de Taraklı ile ilgili bir şeyden kaçamam. Sen yaz kabaca. Son şeklini birlikte verelim ağbi.’
Öyle de yaptık.
1860’LARDA ON BİN NÜFUSLU BEŞ MEDRESELİ BİR ŞEHİRDİR TARAKLI
Şimdi şöyle yüz elli sene kadar geriye gidelim. 1850’lere 1860’lara, 1870’lere. Osmanlı’nın son elli altmış yılına.
E-5, D-100, Otoyol filan daha hak getire. Tek yol vardır İstanbul’dan Ankara’ya Trabzon’a Erzurum’a Tahran’a, Çin’e, Maçin’e, Hindistan’a, Yemen’e, Hicaz’a. Bütün bir Avrupa, bütün bir Rumeli, bütün bir başkent/payitaht İstanbul bu yolu kullanmaktadır. Bütün kervanlar bu yoldan geçmekte, bütün ticaret bütün seyahatler o yoldan yapılmaktadır: İstanbul-Bağdat Karayolu.
İstanbul Kadıköy’den (şimdiki Bağdat Caddesi) başlar bu yol, Gebze, Hereke, İzmit, Sapanca, Geyve, Taraklı, Göynük, Çayırhan, Uluhan, Nallıhan, Beypazarı, Ayaş, Ankara diye devam eder. Ecdadımız bu yol üzerinde her otuz kilometrede bir ya şehir inşa etmiştir, ya bir han, ya bir kervansaray,yolcuların konaklamaları için. Zira hayvanla veya yürüyerek ortalama bir insan/bir kafile ancak otuz kilometre yol gidebilmektedir bir günde o günün şartlarında.
İşte Taraklı (Fransız Seyyah Cuinet’in yazdığına göre) 1863’te on bin nüfuslu bir ticaret şehridir. Aynı günlerde Adapazarı da on bin nüfuslu bir diğer ticaret şehridir bölgede.
Fasulyeden bulgura, nohuttan cevize, peynirden keşe, yumurtadan her türlü leziz meyveye…Ayrıca kozaya, en kalitelisinden ipeğe. Ayrıca Taraklılı kanaatkâr becerikli çalışkan zenaatkârların Orhangazi ve Yunuspaşa vakıf çarşılarında el emeği göz nuru ürettikleri ticari eşyaların bolluğunu da ekleyin buna: Evet, 1860’ların 70’lerin Taraklı’sı nüfusu üretkenliği zenginliği hareketliliği ile orta ölçekli bir Anadolu şehridir. Zaten altı mahallesi, on iki camii, beş medresesi, bir rüştiyesinin (zamanın ortaokulu) varlığı da bunun bir başka delilidir.
İHRACAT BİLE YAPAN TÜCCAR BİR AİLE: HACI RIFATLAR
İşte o günlerde Taraklı’ya bir müftü atanır: Beypazarlı Müderris Hüseyin Efendi.
Makul, mütedeyyin, bilgili, otoriter, derin, mütevekkil, cömert biridir yeni müftümüz.
Zaten eski bir müderristir. Müderris medresede ders veren hoca demektir, bir nevi bugünün doçenti profesörüdür.
Eşi ve çocuklarıyla birlikte gelmiş, on bin nüfuslu Taraklı’ya yerleşmiştir elbette müftümüz.
Müftü Hüseyin Efendi’nin çocuklarından birisi biraz farklıdır. Ticaret kafalıdır, ticari zekâsı ilgi çeker onun. Okusa da okumakta pek gönlü yoktur.
‘Tüccar olacağım ben’ demektedir sık sık.
Olur da.
Adı Rıfat’tır bu delikanlının.
Gün gelir, Taraklı’da mukim Balkan kökenli Kolağası Ali Bey’in (kolağası Osmanlı’da kıdemli yüzbaşı demektir) güzeller güzeli kızı Sadiye Zeynep Hanım ile izdivaç yapar bu Tüccar Rıfat Bey.
İşte aşağıda hikâyesini anlatacağımız (Ormancı Alettin Yılmaz’ın yazdığı, benim edite ettiğim) konak, kayınpeder Kolağası Ali Bey’in, Göynük Suyu’nun bir kolu kıyısına yaptırıp damadı ve kızına düğün hediyesi verdiği altı odalı iki katlı güzelim bir konaktır.
Hikâyenin geriş kalan kısmını aşağıda okuyabilirsiniz.
TARAKLI’DA HİKÂYESİ FİLM OLACAK BİR KONAK: HACI RIFATLAR KONAĞI
Beypazarlı Müderris Hüseyin Efendi’nin oğlu olarak 1865 yılında Beypazarı’nda doğan Hacı Rıfat Bey (Gürel), babasının Taraklı Müftüsü olarak atanası üzerine Taraklı’da büyüyecektir. Babası Müderris (profesör) Hüseyin Efendi’nin müftü olarak görev yaptığı Taraklı, o yıllarda beş medresesi bir rüştiyesi (ortaokul) bulunan, zamanının Adapazarı ile aynı nüfus ve ticari büyüklüğe sahip on bin nüfuslu bir yerleşimdir.
Taraklı yüz yıllar boyunca, İstanbul’u Anadolu’ya bağlayan tarihî İpekyolu ve Osmanlı’nın İstanbul-Bağdat Devlet Karayolu üzerinde çok önemli bir konaklama ve ticaret merkezidir.
Hacı RıfatBey (1865-1949), Bulgaristan’ın Şumnu bölgesinden göç ederek,Taraklı’ya yerleşen Kolağası (kıdemli yüzbaşı) Ali Bey’in kızı SadiyeZeynep Hanım (1880- 1946) ile evlenir. Hacırıfatlar Konağı, kendilerine düğün hediyesi olarak gelinin babası Kolağası Ali Bey tarafından 1896 yılında yaptırılır.Hacırıfatlar Konağı, taş temel ahşap karkas tekniğinde yapılma kıra çatılı ve altı odalıdır.
Hacı Rıfat Bey ile Sadiye Zeynep Hanım’ın, Mehmet (1899-1944) ve Nuri (1905- 1926) isminde iki oğlu doğar. Ticarete arabacılık yaparak başlayan MüderriszâdeHacı Rıfat Bey, ticaret hayatında oldukça başarılıdır. Sakarya, Bilecik, Bolu ve Eskişehir civarında, başta koza olmak üzere akla gelebilen her ürünün ticaretini yapar. Taraklı ve Geyve’de çok sayıda dükkânın ve deponun sahibi olur. Oğlu Mehmet Gürel ile birlikte Cumhuriyetin ilk çeyreğinde İstanbul Sirkeci’de önemli tüccarlardan birisi hâline gelir, bazı ticarethanelerin yanı sıra tarihî Cihan Otel’ini da satın alıp işletirler.
Hacı Rıfat Bey’in oğlu Mehmet Gürel,içinde bulunduğunuz bu konakta MüşerrefHanım’la evlenir. Bu evlilikten Selahattin (1929-2007) ve Vedat (1939-2014) isimli iki oğul, Mebruke ve Nurten isimli iki de kız çocukları dünyaya gelir. Torun Selahattin’in eşi FahriyeHanım ve Torun Vedat’ın eşi Ayten Hanım da bu konağa gelin gelirler. Mebruke ve Nurten ise bu konaktan gelin çıkarlar.
Hacı Rıfat Bey Ailesi, Hacı Atıf Bey Ailesiyle birlikte Taraklı’da Osmanlı’nın son elli ve Cumhuriyetin ilk elli yılının en varlıklı ailesidir. Taraklı Kurşunlu Camii’nde okunan mevlütlerde sütlü şerbet ikram edildiğinde bunu Hacı Rıfat Bey’in dağıttığı anlaşılırdı. Eşi Sadiye Zeynep Hanım’ın da evine gelen misafirlere ballı şerbet ikram ettiği yüzyıllardır Taraklı’da konuşula gelmektedir. Sadiye Zeynep Hanım fakir ve kimsesiz çocuklara günlük sofra kurup zaman zaman giydirmesiyle de meşhurdur.
Hacı Rıfat Bey’in oğlu Mehmet Gürel’den torunu olan Selahattin Gürelise Türkiye’den başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkelerine yaş sebze ve meyve ihracatını yapan ilk Türk’tür.
Hacırıfat Konağı’nda dört kuşak yaşamış ve hatta beşinci kuşak da 2000 yılına kadar tatillerini zaman zaman bu evde geçirmiştir.
Hacı Rıfat Bey’in beşinci kuşaktan torunları, hâlen İstanbul ve Amerika’da yaşamaktadırlar.