Bulgaristan Türk şiirinin bozkurtu.
Yok, karakurtu. Yok yok, kocakurtu. Evet evet kocakurdu. En yakışanı bu ona.
Şair. Haza şair. Şairi maderzad. Doğuştan şair, kendiliğinden şair.
Şair bakışlı şair duruşlu şair yürüyüşlü adam.
Yunus’la akraba, Hacı Bayramla dost, Hacı Bektaş ile dildaş. Sabahattin Ali ile derttaş, Nazım ile yoldaş, Ömer Seyfettin ile kalpdaş.
İşte size küçük bir kanıt:
Seninle başlamadı bu hayat Seninle de bitecek değil
Coğrafya kaderdir demiş ya ünlü düşünürümüz* altı yüz yıl önce. Eyvallah. Bildik. Ve inandık. Elhak öyledir. Açıklayalım efendim:
Pek bilinmez; Bulgaristan yirmi sekiz vilayetli bir ülkedir. Serde mühendislik var malum; ukalalık saymazsanız azıcık geometrice konuşalım: Altıya on, bir dikdörtgen düşünün. Yüksekliği altı, soldan sağa on. Tam orta yerinden soldan sağa, iki üç santim içeriden, bir cm kalınlığında kahverengi bir çizgi çekin. Yukarısı doğal olarak kuzey, aşağısı güney. İşte size Bulgaristan haritası. (Not: O kahverengi çizginin sol başında başkent Sofya ve ovası var. Kahverengi de Koca Balkan Dağları. Kış günlerinde televizyon haberlerinde zaman zaman duyup ürperdiğiniz Balkanlardan gelen soğuk hava akımı Edirne’de yurda giriş yaptı, yoğun kar yağışı bekleniyor var ya hani; işte ona sebep olan bu Koca Balkan Dağlarıdır. Allah’ın kanunu.) Dikdörtgenin sol üst köşesi Vidin, uzun, upuzun bir çizgi, sağ üst köşesi Varna. (Bizim Kırklareli’den Artvin’e bir sahil çizgisi var sayın.) Çizgi üzerinde Plevne var, Rusçuk var, Silistre var, Dobriç var. Bu çizgi ile kahverengi çizgi arasında Tırnova var, Eski Cuma var, Razgrad var, Şumnu var. Var oğlu var. Özbeöz Türk, buram buram Türkçe, ılgıt ılgıt Müslümanlık var. Dı. Asırlarca. Bugün de var ama. Hâlâ var yani. Köyde sokakta sofrada yaşıyor Türkçe. Yaşatılıyor. Türkçenizden öpüyoruz sizin dostlar. Üç yüz elli milyon da öpüyor sizi, bilesiniz.
Bulgaristan’ın kuzeyini 1877’de Osmanlı-Rus Harbi’nde kaybettik biz. Güneyini ise 1912 Balkan Harbi’nde. Arada otuz beş yıllık bir kopuş, ayrılış, farklılış. Laf aramızda, - bilenler iyi bilir -, Bulgaristan ana hatlarıyla kuzey ve güney diye ikiye ayrılır. Hem coğrafi, hem kültürel.
İşte Rüstem Aziz ağabey, - bana göre - Kuzeyin yıldızı. Kuzeyin kültüre bakanı. Kuzeyin Kültür Bakanı. Deliorman’ın Zaloğlu Rüstem’i. Yiğidi, merdi, şiir gönüllüsü.
İnce uzunca bir boy, ince uzunca bir yüz, geniş alnıyla uyumlu kalınca siyah kaşlar, onlara dik irice bir burun, vakur, derin, kararlı, kuşatıcı bakışlar. İşte Rüstem Aziz budur.
Bir şair yüreği taşıyor ama daima:
Paramparça bu akşam duygularım Öksüz çocuk gibi mahcup Yağmur altında serçe kadar ürkek Ve alabildiğine tedirgin
Tam da budur Rüstem Aziz; paramparça duygular, öksüz - mahcup bir çocuk yüreği, ürkek tedirgin bir serçe hassasiyeti. (Hangi şair böyle değil ki dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız elbet. İtiraz edemem. Ama Rüstem Agam kesin böyle.)
Aşk, sevgi, barış ve insanlık konularında tam da bu şairimizin yüreciği. Şiirleri de.
Ama konu savaşsa, konu haksızlıksa, konu çocuklarsa, şiddet ve zulümse, kamu malını üleşme ve çalıp çırpıp zengin olmaksa, şehidimizin yiğidimizin hakkını yemekse; o an başka bir insan olur Rüstem Agamın kalemi: Zaloğlu Rüstem olur, Köroğlu olur, isyan olur ağıt olur kükrer dağlara yaslanır.
Tam da budur Rüstem Aziz.
Bir ilginç dipnot daha size: Aslında Güneylidir o. Kırcalıklıdır (Kadriye Cesur’un kulakları çınlasın.) Rodopların çocuğudur yani. Belki yüreğindeki bu yiğit ve merhametli ses, çocukluğunun Rodop eteklerinde gelmektedir, bilinmez.
Rüstem Agamın Alamanya günleri de vardır. Neden gitti, kaç yıl kaldı, neden ve nasıl döndü; sormadım. Sormam da. Sanki Bulgaristan’a demokrasi gelince, 1991 sonrası, Almanya’dan kesin dönüş yapmış da dönmüş gibi bir his var içimde. Olabilir. Olmayabilir de.
Ben onu 2012’de Edirne Valisi Hasan Duruer’in Balkanlar özel danışmanı olduğum sırada tanıdım. Bazı insanlar vardır; ilk kez görüşürsünüz ama sanki kırk yıldır dostsunuz da araya hasretlik, başka ülkeler, görevler girmiş, kaç zamandır görüşememişsiniz; işte aylar yıllar sonra tekrar görüşmenin huzur ve mutluluğunu yaşarsınız ya. İşte Rüstem Aziz ile ilk görüşmemizde bunu yaşadık biz. Tam da bunu. Sarıldık, kucaklaştık, abi-kardeş olduk. O gün bugün öyleyizdir.
Sonraları üç beş kere daha görüştük, üç beş kere daha konuştuk, üç beş kere daha yazıştık. Birbirimize yeni çıkan kitaplarımızı imzalayıp gönderdik. Gönül bağımız hep sürdü, sürüyor, sürecek.
Bir Kapı Açılsa onun bir şiir kitabı. Elbet Bir Gün bir başka şiir kitabının adı.
Şairlik eder altmış yıldır biliriz. 1958 yılında, Kırcaali’nin Rodop Okulu’nda, yedinci sınıfta, sağda oturan sarı şelale saçlı, iki koca derya gözlü, şırıl şırıl akan ırmak sesli Ayten Ablamızın, soluna dönüp bizimkine gönderdiği o tatlı çocuksu ve kadınsı gülüşten bugüne, şairlik eder Rüstem Aga. Bihakkın da etmiştir.
Sonra dernekçidir de o. Varna’da Türk edebiyatının, Türk kültürünün, Türkçenin, ezanın bayramın ramazanın yaşatıcısıdır.
Sonra sonra, nerede genç yetenekli bir şair-yazar adayı Türk görse, elinden dilinden kaleminden tutar, kendi çocuğu gibi şefkat gösterir, ilgilenir, besler. Gün ışığına çıkartmaya çalışır, daima.
Yaşı mı? Sormayın. Ben diyeyim elli, siz deyin altmış. Nüfus kâğıdına sorsanız yetmiş beş seksen der. Biz gördüğümüze inanırız. Soğuk damgalı asık yüzlü resmi evraklara değil.
Yetmiş beşindeki delikanlımız o bizim.
Duruşu bakışı kucaklayışı; vefası saygısı coşkusu; mertliği yiğitliği selamıyla Kuzeyin aksakalı, topsakalı, gürsakalı o. Yenilmez yıkılmaz pes etmez yiğidi.
Yazıyı onun dizeleriyle nihayetlendirmek münasiptir derim:
Kâhin değilim Bilemem kaderin oyunu nicedir Aşkın karşısında gönlüm kıldan incedir
Yüreğindeki Türkçe aşkı, Tanrı sevgisi, insan sevgisi, adalet tutkusu daim olsun Aziz ağabey.
Türkçenin Bulgaristan’daki bozkurdusun sen. Kuzey Bulgaristan’ın kocakurdusun. Karakurdusun hatta.
Unutma bunu, emi.
----
*: İbni Haldun (1332 Tunus – 1406 Kahire)