İnsanoğlu, Uruk kralı Gılgamış’tan bu yana ölümsüzlük fikrine pek meraklıdır. Sümerlerin destansı bir anlatı ile kimlik kazandırdığı kral Gılgamış, ölümsüzlüğe denk gelememiş ve çıktığı yolun sonunda nefesin tükenir oluşunu kabul etmiştir çaresiz. Aynı yolun nice meraklı yolcusu, başlıktaki sorumuzla karşılaşsa kesin adayı olurdu bu bitimsiz varoluşun.
İyi de, tek gününü dahi kendini mutlu edecek kadar değerli kılmayı bilemezken kişi, koca bir sonsuzluğu nasıl şenlendirir? Hangi pınarın suyu ile her dem canlı tutar ölümsüzlük toprağını?
Çoğumuz için hayat; sadece yaşadıkça tanımlayabildiğimiz, iletilerini anbean okuyabildiğimiz bir yolculuktan ibaret. Çıkarımlar, ancak yaşam anlarının bir izdüşümü olarak bellekte yerini alabiliyor. Bazen de yaşam anlarından çok sonra analiz edebildiğimiz, hani o hep geç kaldığımız değerlendirmeler sürecine -mecburen- hayat diyoruz. Hal böyle olunca, iyi bir romanı kurgularcasına dizayn edilmiş yaşamlar pek az rastlanır oluyor. Kader, şans, tesadüf cinsinden etmenleri hesaba dahi katmıyorum bu arada.
Bu el yordamıyla yaşama katılış, başka bir tanımlamayla da nice mutsuz insanın bir ömrü tüketip ölmesi demek oluyor. Gel de ölümsüzlük iste, insanoğlu adına!
Kişisel olgunluğunu; kendini, olay ve olguları sorgulayacak derecede gerçekleştirebilmiş, sayısı az insan güruhu için durum nedir? Acaba ölümsüzlük bu azınlığa iyi gelir miydi? Sanmam. Her adımda idrak ve farkındalık, her adımda kah içsel kah görünür mücadele, bu azınlığı, kompakt disk benzeri sıkıştırılmış hayatlara mahkum etmekte. Söz konusu bireylerin “ölümsüz olsaydımla başlayan ve neler neler yapardımla” devam eden pek hoş hayat planları muhtemeldir akıllarda. Ne çare ki bu güzel hayat planlarını, kumdan kalelere döndüren gerçekler de yaşamın içinde sapasağlam durmakta.
Bu gerçeklerden birkaçını sıralayalım yeri gelmişken: çalışma hayatının rutini, sorumluluklarımız, Tanrı’nın takdiri ile bizi bulan hastalıklarımız, yanlış kararlar, yanlış seçimler… Yazarken bile içim daraldı, ortalaması yetmiş yıl olan böylesi bir hayattan. Nerde kalmış ölümsüzlük?
Ömür dediğimiz; senin, benim, onun için tam da yukarıdaki gibi bir şeyken, ölümsüzlük insanoğluna verilmiş en büyük ceza olurdu.
Her dem çiçek olmak mümkün değilse ve her daim bahar yağmuru…?
Yaratan, ne güzel kararlamış.