Yitip giden matemlerin öznesi şair.
Hüzünlerin şairi. Ama daha çok umutların.
Gergef gergef şiirini dokuyor o.
Erzurum'un edebiyat dervişi.
Kırkından bu yana ruhunu hırkasına giydirip öyle dolaşıyor.
Hayatını 'boynumdaki dar' diye tanımlıyor.
Ölümü ne güzel anlatıyor: 'Nokta beni bekliyor, gelince acım dindi.'
Şiirlerinde en çok yaslandığı imgeler: Aşk, şehir, kuyu, tren, otobüs. Her şey yeterince açık değil mi zaten.
Her şair imgelerinden tanınır en çok. Buyurunuz, İspirli imgelerinden bir demet size: "Salkım saçak aşk/ Kendime kavlim var / Körfez gözlerine/ Gül hükümlü dünyada/ Aşkkırım cinneti/ İntihar çiçeği"
Yer yer Sezai Karakoç'u hatırlatan dizelere rastlıyoruz onda: '... kitaplar anlatmadı hüznümdeki yüzünü.'
Her şair bir/iki renkse eğer, Hanefi İspirli benim için yeşil ve beyazdır; yeşil içindeki umut, beyaz da saçına pardon Palandöken'e düşmüş aklar. Yani kar. Yani hep kar. Biteviye beyaz. Şiiri bile karlıdır Hanefi'nin. Beyaz, bembeyaz, tertemiz bir şiir.
Tanıyanlar iyi bilir: Hanefi İspirli, muzip ve iyimser bir çocuk kalbi taşır. Yüzündeki masumiyet, çocuksu kalbinden, mahsuniyeti ise yaşadıklarındandır elbette. Yani Erzurum'dan. Yani örselenmekten. Âh be Hanefi; hangimiz örselenmedik ki. Herkes kendi yaşadıklarını biliyor be kardeşlik…
Benim için M. Hanefi İspirli bir fotoğraf karesinden ve bir kitap isminden ibarettir. Ne zaman adı geçse, bir tiyatro sahnesi canlanır daima gözümde:
Aksakalımız pirimiz başçımız D. Mehmet Doğan, TYB'nin 40. Yılında kırk yazar bizi toplayıp 'Edirne'den Mostar'a' gezdirmektedir. Benim gibi bir ayağı Balkanlar'da olan bir meczubu da gezinin direksiyonuna geçirmiştir. Edirne, Kırcaali, Filibe, Gümülcine, İskeçe, Kavala, Selanik, Üsküp, Priştina, Prizren, İşkodra, Bar, Budva, Kotor, Poçitelli, Blagay, Mostar, Saraybosna; on gün, o şehir senin bu şehir benim dolaşıyoruz. Daha doğrusu Aksakal'ımızın muhteşem anlatımı ve yine onun tabiriyle 'Fahriyan-ı Rumeli' sayesinde şehirleri bir bir telezzüz, tevarüs hatta temellük ediyoruz yeniden. Ülke ülke, şehir şehir, kitabe kitabe. Cami cami, tekke tekke, dergâh dergâh. Her gün bir şehirdeki edebiyat şöleninde yarısı kafilemizden yarısı yerli şairlerden, kutlu bir Türkçe yükseliyor Urumeli semalarında. Herkes, hepimiz, her yan mutlu. En çok da geçtiğimiz şehirlerin kalbi.
Derken, seyahatimizin sekizinci günü. Altmış yıllık ömrümde, - doğa açısından - gördüğüm en güzel ülke olan Karadağ'ın Budva'sındayız. Adriyatik kıyısında tarihi bir şehir Budva. Ortaçağ kokulu daracık sokaklarında kafile olarak dolaşırken Mehmet Ağabey'in 'bak şiir taşı Hanefi, hadi çık da bir şiir okuyuver' sözüyle bakışlarımız dönüyor bir köşe başına. Daha doğrusu bir köşe taşına. Ben diyeyim yetmiş beş santim, siz deyin seksen. Anadolu'da sıkça rastlanan 'ata binme taşı' kabilinden. Biraz daha genişcesi ama. Bizim Hanefi o her zamanki sempatik ve masum hâliyle taşa çıkıp tam şiir okuyacak ki, o da ne, birden arkasında iki şair daha beliriveriyor; Sait Uluçay dostumuzla Faruk Uysal kardeşimiz. Hanefi’cik ağzını açıp şiire başlayana kadar her ikisi de çoktan yarılamış vaziyetteler şiirlerini. El çabukluğu galip geliyor anlayacağınız. Ağzı açık kalıveriyor bizimkinin; şaşkın, mahcup, mahzun... Yüzündeki o ifadedir, o fotoğraftır işte benim zihnimde M. Hanefi İspirli en çok.
On gün süren o gezinin ardından M. Hanefi İspirli için şu notları düşmüşüm Portreler Ajandama: 'Yüzü, rengi, sesi, bakışı, şapkası, saçı - sakalı... Bu kadar mı Erzurumlu olur bir insan; olur. Evet, M. Hanefi İspirli olmuş. Ayniyle vaki. Gördük tanıdık bildik. Şahidiz harfiyen buna.
Kalendermeşrep şair o. Bakışlarından sevecenlik akıyor şırıl şırıl. Pırıl pırıl.
Seyahatin rengiydi. Haza rengi. Bir gün bayrak kırmızısı montla gördük onu, bir başka gün ceviz yeşili gömlekle. İlkbahar kreasyonları onunla sergilendi. Kafilenin canlılığıydı.
D. Mehmet Doğan'a babaca bağlılığı ve teslimiyeti gözlerden kaçmadı.
Prizren'den Tiran'a geçişte otobüste açtığı şiir poetikası tartışması ve okuduğu şiirlerle de tam puan aldı Hanefi'miz.
Ha unutmadan; Erzurum şivesi de ona bir başka yakışıyor. Şivesi sesi ve yüzüyle öyle kafiye yapıyor ki, âdeta mefailun mefailun failun vezninde konuşuyor Hanefi. Hüküm şu: Hanefi'siz seyahat düşünülemez.'
Bilenler bilir, hiç kıskanç değilimdir. Aksine güzellikleri çoğaltma ve anlatma yanlısıyımdır daima. Ama her şeyin bir istisnası olabilir, değil mi ama: M. Hanefi İspirli'nin son şiir kitabının adı: Hiçkimse. Bir kitap adı bu kadar mı güzel, bu kadar mı özgün, bu kadar mı yalın olabilir yahu. Şahane. Tebrikler Haneficigim. On ikiden vurmuşsun. Tam isabet. Gerçi diğer kitap isimlerin de özgün ve güzeldir: Düşünme Odası (deneme), Bir Bardak Suda Kurulan Hayal (şiir), Çağa Bir Bakış Denemesi (deneme), Kitab-ı Aşk (şiir).
Son şiir kitabının yayınının üzerinden on bir yıl geçmiş. Artık yeni bir şiir kitabı zamanı gelmiş de geçiyor. Ama o hep suskun, hep köşesinde, hep mahzun. Var bir bildiği. Demek demleniyor Palandöken eteklerinde bazı dizeler. Eyvallah koçum. Hadi, fazla bekletme bizi.
'Politikadan örselenince on yıldır poetikaya vurdu işi Hanefi' demek mümkün mü? Olabilir.
Bilinmek her faninin dileği. Hanefi İspirli bunu ne güzel dile getiriyor dizelerinde:
'Kör müsün be adam / Kör değilsen / Gör adam.'
Bir şiirinde 'vurgun yedim dibe daldım' diyor. Dibe yani poetikaya. Gün yüzüne çıkacağın günü, günleri bekliyoruz ey şair. Hadi artık, bekletme bizi. Dön okuruna.
'Palandöken' eteklerinde yaşayan bir 'Huma' kuşumuz o bizim. Çok yaşa İspirli. Çok yaza İspirli. Çok yazdıra İspirli.
Yusuf Kotan ile birlikte Hatıralardaki Erzurum’u yaşatıyorlar. Ne güzel, ne ödüllük, ne vefalı bir girişim. Asırlara matuf çok değerli bir çalışma. Diğer illere de örnek olmalı.
Cahit Koytak, Şeref Akbaba, Nurullah Genç, M. Hanefi İspirli... Şiir sağanağı var mübarek, Erzurum tepelerinden üstümüze. Eyvallah dostlar.
'Hiçkimse' en çok Ispirli'ye yakıştı evet.
Onunla özdeş artık bu kavram.
Bundan böyle 'Hiçkimse'siz 'Herkimse'miz o bizim.
M.Hanefi İspirli; 'Hiçlimse'siz 'Herkimse'miz.