Beş ilkokul, üç orta, dört lise, dört de üniversite; on altı sene okula giderdi eskiden ortalama bir Türk insanı. Ben de on altı sene gidenlerdenim. Ve bu on altı senede ilginç karakterler, ilginç portreler, ilginç öğretmenler tanıdım. Sizler de tanımışsınızdır.

Bunlarından söz etmek istiyorum sizlere. Adapazarı İmam-Hatip Lisesi’nde 1974-78 yılları arasında görev yapan ve derslerimize giren öğretmenlerimizden renkli portreleri anlatmak istiyorum.

Çocuktuk biz daha. On dördümüzün içindeydik. Lise bir öğrencileriyiz. Okulumuz İmam-Hatip. Ne demek İmam Hatip? 1960lı 70li yıllarda ülkenin zencileri demek. Ne demek o? Ya köy çocuklarının ya da kenar mahalleye köyden gelip yerleşen, şehre tutunmaya çalışan işçilerin emekçilerin bakkal çakkalın çocuklarının gittiği okul demek. Kırsal kesim çocukları demek. ‘Köylü milletin efendisidir’ tesellisiyle yani.

Böyle bir sınıftı bizim 4-D. Şimdiki adıyla 9-D. Üst katta merdivenin karşısında 2.Tümen’e bakan taraftaydı sınıfımız.

Kur’an-ı Kerim’e Kemal Arif Veli (Saatçi), Arapçaya Numan Yazıcı (Tavil), Din ve Ahlâk Bilgisi dersimize Burhanettin Altıntaş (Samsun), Edebiyata Kemal Özdemir (Kof), Tarihe Vasıf Bey (Kıl), Coğrafyaya İffet Parlak, Cebir ve Geometriye Cavit Atsız (Bücürük), Biyolojiye Gülşen Sarıöz (Sarıkız), Fiziğe Fahrettin Kurt (Kuşbeyinli), Kimyaya Sezai Altun (Evlat), Felsefe grubuna Hüsamettin Erdem, Almancaya İhsan Uzungüngör (Her Derde Deva), Beden eğitimine de Recep Ali Küçük (Eşşekoğlum) geliyordu ilk sene.  

 

Kükredi mi Sınıfı Titreten Adam: Kıl Vasıf

Tarih dersimize orta boylu, asık suratlı, otuzunda var yok, kumralca, bıyıksız biri giriyordu: Vasıf Bey. Bizim gibi o sene gelmişti okulumuza o da. Titiz mi titiz biri. Sınıfta çıt istemiyor. Sinek uçsa duyuyoruz sesini. Çıt çıksa hemen kızıp bağırıyor. Kükredi mi sınıfı titretiyor. Öylesine asabi biri anlayacağınız. Hüseyin Düzcan ile itiş kakışa girişini, dövmeye kalkışını, bizim Hüseyin’in de ki bizden dört beş yaş büyüktü, on sekizinde vardı ve yiğit biriydi Hüseyin, Vasıf Bey’in yumruğunu havada yakalayıp yere indirişini, Vasıf Bey’in façasını bozuşunu dün gibi hatırlarım.

Böyle bir hocaya öğrenci milletinin taktığı en kalıcı ve intikam alıcı lakap ne olabilir: Kıl Vasıf aşağı Kıl Vasıf yukarı. Okulumuzda sadece bir öğrenim dönemi kalabilen Vasıf Hocamızın lakabı ve şöhreti hâlâ ayaktadır, yaşamaktadır.

 

 Her Ders Sigara Yoklaması Yapıp Samsunları Cebe İndiren Hoca:                                                    Samsun Burhanettin

İmam Hatip Lisesi’nde olmamıza, Kur’an, Arapça, Hadis, Tefsir, Akaid, Hitabet türü dinî içerikli derslerimize rağmen nedense Din ve Ahlak Bilgisi türünden bir dersimiz daha vardı. Derse de Burhanettin Altıntaş adında uzunca boylu, uzunca yüzlü, karayağız, dinle imanla pek de alakası olmayan, bitirim biri giriyordu. Sigara tiryakisiydi de.

Haftada iki saat dersi vardı bize. Her Salı üçüncü dördüncü ders. Artık ezberlemiştik. Burhanettin Hoca mutlaka sigara yoklaması yapıyordu sınıfımızda. Biliyordu kimlere gideceğini. Hele Akyazılı Sami Üzmez adlı bir arkadaşımız vardı ki sınıfımızda. Abaza. Yani Kafkas kökenli. O da diğer Akyazılılar Hüseyin Düzcan, Hakkı Yıldırım gibi bizden dört beş yaş büyüktü. O da sigara tiryakisiydi, biliyorduk. Hocamızın gözdesiydi Sami.

Burhanettin Hoca sınıfımıza girer girmez ritüeli belliydi: Selam verdikten sonra ‘sökülün len sigaraları’ diyecek, önceden peylediği üç dört tiryakinin ceplerini bir güzel arayacak, Uzun Samsun paketlerini toplayacak, kendi cebine atacaktı. İlk yoklayacağı ve mutlaka bir ikisi içilmiş dolu bir paketi alacak, mal bulmuş mağribi gibi yüzünde sevinç işaretleri belirecekti. Hep de böyle olurdu. İstisnasız her ders. Matine suare oynanan tiyatro oyunu misali tekrarlanan bir sahneydi bu.

Öğrenci milleti affeder mi hiç? Lakabı yapıştırmıştı: Samsun Burhanettin. Çünkü yakaladığı sigaraların Uzun Samsunlarını cebe diğerlerini çöpe atıyordu hocamız. 

Her Ders Yirmi Beş Defa Evlat Diyen Kimyacı:                                                                                                 Evlat Sezai

Edirne Valisi Balkan Danışmanı olduğum günler. 2014 kışı. Telefonum çaldı. Kayıtsız bir numara. Açtım. ‘Ben Sezai Altun. Hatırladın mı Fahriciğim? Senin kırk sene önceki Kimya Hocan?’ dedi. Ses aynıydı, zerre değişmemişti, kırk sene önceki bariton ses. Cevabım aynı tondan aynı makamdan oldu: ‘Hatırlamaz mıyım hocam? Pamukovalıydınız.’ ‘Evet’ dedi. ‘Herkese ‘Evlat’ diye hitap ederdiniz’ dedim, ‘evet’ dedi yine. ‘Lakabınız da Evlat Sezai’ydi’ dedim, bir kahkaha patlattı; ‘o kadarını bilemeyeceğim’ diyerek. İki oğlu da Trakya Üniversitesi’nde tıp profesörüymüş. Yengemizle beraber o da Edirne’ye yerleşip torun bakıyormuş. Gittim ellerini öptüm, hasret giderdik. Çok güzel ağırladı beni.

Evet, tam da oydu. Kimyacı Evlat Sezai. Hemen her Manav gibi orta boylu. Hemen her Manav gibi buğday benizli. Asker kökenli olduğu için de bıyıksız. Öğrenciliğimizde duymuştuk. Harp Okulu Komutanı Kurmay Albay Talat Aydemir’in 1963’te iki kez darbe yapmaya girip başarısız olunca idam edildiği o meşum kalkışmada askeri öğrencilerin tamamı ordudan atıldığı için Sezai Altun da uzaklaştırılmış o da Kimya öğretmeni olmuştu diye. Doğruymuş.

Titiz düzenli disiplin hocamızdı Sezai Altun. İddiaya tutuşurduk: ‘Bu derste en az yirmi beş kere evlat derse ben, altında kalırsa sen kazanacaksın. Teneffüste çayına?’ ‘Evlat  aşağı, evlat yukarı. Tahtayı sil evlat. Evlat tebeşiri getir bakalım. Dersine çalış evlat. Notunu yükseltmelisin evlat.’ Neredeyse ‘evlatsız’ cümlesi yoktu hocamızın.

Çoğunda yirmi beşi aşardı Sezai Altun. Sayende çok çayını içmiştik Sezai Hoca. Bağışla bizi. Allah sağlıklı uzun ömürler versin, seviyor evlatların seni.

 

Derse Başlarken Beş Dakika Ne Diyeceğini Düşünen Fizikçi:                                                                  Kuşbeyinli Fahrettin

Fizik hocamız Fahrettin Kurt’tu. Uzun, 1.85 boyunda donuk yüzlü esmerce düzgün fizikli biriydi Fahrettin Bey. Sosyalistti. TÖBDER üyesi deniliyordu. Ama sınıfta siyaset konuşmazdı. Sosyalist-Komünist yanlılarının siyasi simgesi olan Cumhuriyet Gazetesi görürdük elinde veya krem renkli pardesüsünün cebinde. Söylenenleri güçlendiriyordu bu görüntü. Her Cumhuriyet okuru gibi bıyıksızdı o da.

Kalın küt bir sesi vardı. Sanıyorum ki Kars veya Ardahanlıydı. Siyah saçları geriye taralıydı. Sert vurgularla konuşan kalın sesi hâlâ kulaklarımızda.

Her ders aynıydı Fahrettin Kurt: Günaydın diyerek sınıfa girecek, dik duruş düzenli adımlarla pencere önündeki kürsüye yürüyecek, sınıf defterini açacak, bir iki satır yazacak, sonra sınıfa doğru dönecek, yaklaşık üç dört bazen beş dakika bize doğru bakacak, susacak susacak susup duracak, hiç ama hiç konuşmadan. Neden yapıyordu bilemezdik bunu.

Öğrenci milleti de hocanın bu uzun süre susmasından nazire lakabı yapıştıracaktı: Kuşbeyinli Fahrettin. Bir diğer rivayete göre Fizik dersinden zayıf alanlara ‘kuşbeyinli oğlum’ dediği için takılmıştı bu lakap ona. Biz ikinciye inanmak isteyenlerdeniz. Birinci görüntüye de çok şahit olduk zahir, inkâr edemeyiz.

 

Kısa Boylu Aslan Yeleli Fenci: Aslanım Halil

Dersimize girmedi hiç. Zira o orta kısmın öğretmeniydi. Orta kısmın Fen Bilgisi derslerine girdiği söyleniyordu.

Teneffüste bahçede, bazen koridorda görüyorduk onu. Diğer meslektaşlarının aksine daima üzerinde beyaz yahut mavi önlük olurdu. Adeta pardesü gibi, resmi üniforma gibi.

Kısa kilolu tombul biriydi. Bıyıksız ablak bir yüzü vardı. Sanki Trakyalıydı. Muhacir yüzlüydü. Sosyalistti. Ekürisi Fahrettin Kurt’tu. Caddede hep beraber görürdük onları. Nokta Halil Hoca, virgül de Kuşbeyinli Fahrettin.

Uzunca adım atıyor, hafiften kabadayı edalı vezinli yürüyordu. Boyu bir altmış ya var ya yoktu ama konuşmaya başladı mı, mübalağalı bir ses tonuyla ‘Aslanım gel bakalım buraya. Haydi sınıflara aslanım!’ diyor, bu ses ve söz ona çok yakışıyordu.

Dövdüğünü hakaret ettiğini bağırdığını görmedik. Ama hep aynı gürce ve ağdalı bir ses tonuyla ‘aslanım’ diyordu her cümlede. Öğrenci milleti bu, affeder mi, bir öğretmen üç ya da dört kere aynı kelimeyi tekrarlasa yapıştırırdı lakabı. Halil Çelik’e de öyle yapıvermişti: Aslanım Halil.

Sonraki yıllarda dost olduk Halil Hoca ile. Ben kültür daire başkanıyken o artık emekliydi. Düzenlediğim etkinliklere katılırdı bazen. Selamlaşır kucaklaşırdık. Kalendermeşrep adamdı artık. Sorgulayan okuyan bir emekli öğretmendi. Allah sağlıklı uzun ömürler versin.

Haftaya: Tavil Numan, Her Derde Deva İhsan, Boyunbüken Ali, Kof Kemal