Bütün güzelliklerine ve zenginliklerine rağmen, genelde Sakarya, özelde Adapazarı çok şanssız bir ildir.

Tığcılar merkezli otuz haneli bir Rum köyüyken 1326’da Orhan Gazi tarafından Müslüman Türklerce fethedilen, fethin nişanesi olarak bağrında yedi asırlık birçok Orhan camiler bulunduran Adapazarı, önce Türkistan / Türkmenistan / Özbekistan’dan gelen göçlerle zamanla bir Türkmen yurduna dönüşmüştür.

1700’lü yıllardaki Ermeni göçleriyle triyan/üçlü (Türk, Rum, Ermeni) bir kültüre dönüşen Ada Köyü, ticaretin gelişmesi sonucu, Salı ve Cumartesi günleri kurulan pazarı nedeniyle zamanla Adapazarına dönüşecektir. Adeta bir çarşılar şehri olan Adapazarı’nda, çarşıların ortasında 1724’te inşa edilen Devoğlu Mustafa Ağa’nın hayratı Orta Camii, son üç asırlık kadim ticaret kültürünün adeta delili ve belgesi hükmündedir.

1863’de Kafkasya’dan başlayan Gürcü, Çerkez, Abhaz, Laz göçleri, 1881’de Balkanlar’dan başlayan Boşnak, Arnavut, Makedon, Tatar ve Türkmen (Muhacir) göçleri ile sokaklarında on yedi dilin konuşulduğu, her evinde birçok kültürden yemeklerinin pişirildiği, ırk / etnik köken taassubuna bakılmaksızın evliliklerin gerçekleştirildiği bir imparatorluk şehridir bugünün Adapazarı.

Adapazarı, ticaret kültürü ve işyeri zenginliği bağlamında, Türkiye’deki 81 il içerisinde, hiç kuşkusuz, ilk beş şehir arasındadır. Sanayi alanında da birçok ilkleri başarmış bir şehirdir Adapazarı.

 

ŞEHRİN GEÇMİŞİNE DAİR TOPLASANIZ SEKİZ ON KİTAP VAR

On sekiz yaylası yedi gölü üç ovası, Sakarya Nehri, dereleri, kaplıcaları, Karadeniz’i, kumsalları ile yeşille mavinin, çalışkanlıkla bereketin, hoşgörü ile birlikte yaşamanın adeta izdivacı/bileşimi olan Adapazarı’nın en büyük şanssızlığı, bunların yazılı metinlere yeterince dönüştürül(e)memesidir.

Evet, Adapazarı’nı anlatan üç yüz yıllık, iki yüz yıllık, yüz yıllık kitaplar bulmak imkânsızdır. Gitseniz gitseniz, Sait Faik’in Sakarı taşmalarını anlattığı Deli Çay şiirine (1935), Faik Baysal’ın gerçeğinden çok bir kurgu olan Sarduvan romanına (1943), ilçe milli eğitim müdürü Talat Tarkan’ın Adapazarı İlçesi yıllığına (1937) kadar gidebilirsiniz.

Sakarya Valiliği’nin 1967, 1973, 1994, 1998, 2004 il yıllıklarını, Sakarya Büyükşehir Belediyesi’nin Dünden Bugüne Adapazarı (ilk baskısı 2004, ikinci baskısı 2008) katalogunu, Necati Mert’in Bağ Çorbası kitabını (2012), Fahri Tuna’nın Adapazarı Yazıları (2007) ve Aynalıkavak Yazıları (2011) kitaplarını, İrfan Nişancık’ın Adapazarı Tiyatro Tarihi (2007) ve Okuduğum Tarihten Not Aldığım Adapazarı (2006) kitaplarını, Resul Narin’in XIX. Yüzyılda Adapazarı (2011) ve Ada’dan Pazar’a (2014) kitapları… ve benzeri üç beş kitabı bir kenara koyarsak; Adapazarı’nın dününe dair iki elin parmakları toplamı kadar, belki de on beş kadar kitap.

Yazıktır, günahtır, ayıptır bizlere dostlar. Seksen doksan yüz, yüzlerce kitap olmalıydı bu alanda, halbuki.

Dünyada yüzünde, nüfusu bir milyonu, merkez nüfusu yarım milyonu aşmış, adında Pazar olan kaç şehir vardır acaba, Adapazarı haricinde? Bildiğimiz kadarıyla yok…

Türk Ticaret Bankası’nın (1913) kurucularından Sipahizade Ailesinin sahip olduğu Adapazarı Bez Fabrikası’nın 1935 yılında Galatasaray Lisesi’ndeki sanayi fuarında sergi açtığını kaçımız biliriz.

Hiç kuşku duyulmayacak hüküm şudur: Adapazarı bir ticaret ve sanayi şehridir.

Yüzlerce kitap yazılsa haktır, hakkıdır Adapazarı’nın dününe dair.

 

KITLIKTA VE YOKLUKTA İÇİMİZE SU SERPEN BİR KİTAP: HAYATA DOKUNAN İŞLER

İşte tam da bu yoklukta ve kıtlıkta, hem de koronavirüs karantinasının karanlık ve sıkıntılı günlerinde yüreğime su serpen bir kitap geçti elime: Hayata Dokunan İşler.

Derleyen: Hasan Coşkun. Değişim Yayınları’nda çıkmış kitap. Ben 22 Nisan 2020 tarihinde ulaştım. Karantinalı günlerde Değişim’e günler sonra uğradığımda kitabı satın alıp tam ödememi yapmıştım ki, içeriye Hasan Coşkun girmesin mi? Bir taşla iki kuş… Tebrik, takdir, imza…

Hasan Coşkun’u otuz senedir tanırım. Tanır, severim. Sakin, güvenilir, gayretli, akıllı, koşmak yerine daima yürümeyi tercih eden, sansasyondan uzak, çevresine ve şehre faydalı bir gazetecidir.

Kardeşimdir, arkadaşımdır, dostumdur. Sessiz çalışır, her eve lâzım cinsinden, güzel kalpli bir adamdır.

Dünya ekonomi gazetesinin Sakarya temsilcisidir yıllardır. İlimiz ticaret ve sanayiinin tanıtımına görünür görünmez, bilinir bilinmez, takdir edilir edilmez bir dizi katkı sunmuş; yazılar yazmış, ekler hazırlamış, organizasyonlara katılmıştır. (Benim 2007’deki kitabımı dahi yazmışlığı, tanıtmışlığı vardır, düşünün yani.)

 

ON SANAYİ KURUMUNDAN YİRMİ BEŞ SÖYLEŞİ

Kimler mi konuşuyor kitapta? Açan Rulman sahipleri İlhami -M. Tuncer Açan’la başlıyor kitap. Akçelik sahibi İlhan Ak’tan Ant Group’un lideri sevgili ağabeyimiz Taylan Önuçak’a, CTT Endüstri Selahattin Bektaş’tan CMAK Osman Çakmak’a, DMS Mahmut Demirel’den Güneşoğlu Muzaffer Güneş’e, Kahya Rejenere Yahya Kahya’dan Kesin Makina Nihat Cinoğlu’na, Tekdem Makina Hamit Bektaş’tan Kartek Nik Fatma Bektaş Kudaş’a…

Sakarya’mızın yüz akı on sanayi kuruluşunun kurucusu/sahibi/sürdürücüsüyle yirmi beş söyleşi.

 

İÇLİ SICAK NAİF ANLATIMLARLA BİRER BAŞARI ÖYKÜSÜ HER BİRİ

Biz imparatorluk kültüründen geliyoruz. Özel mülkiyete geçişimiz ve burjuvazi sınıfının bizdeki oluşumu Batı devletlerine oranla oldukça geçtir.

Ve bir hüküm daha: Biz Türkler tarihi yaparız ama yazmayı pek başaramayız. Bu açıdan da buy kitap kalıcı ve önemli.

Hasan Coşkun’un bu güzel, güzel olduğu kadar da ilimizin sınai tarihine ışık tutan kitabında çok içli çok sıcak çok naif anlatımlar var, kabul. Her biri birer başarı öyküleri. Eyvallah.

Ama tarihi yapmada usta yazmada acemi olan biz Türklerin bu özelliği, kitapta da hükmünü icra ediyor; söyleşilerden beylik cümle bulmak pek mümkün değil. Olsun, söyleşilerin geneli başarılı ya.

Öte yandan, Hasan Coşkun bir nevi aile söyleşileri ile karşımızda. Ya kardeşleri konuşturmuş, ya baba-oğulları. Bu açıdan da hoş ve zengin bir kitap. Kuşak farklılıkları da zenginleştirmiş kitabı.

Ki, bizim en az başarılı olduğumuz konulardan birisi, aile şirketlerinin üçüncü dördüncü kuşaklarda kaybolup gitmesi. Bu sorunu aşabilen az başarılı örnek var. İnşallah bu on kurum da yıllarca, nesillerce başarılı olur.

 

BİR YOKSULLUK, BİR ÇALIŞKANLIK, BİR AZİM. VE BİR DE TEVAZU

Hasan Coşkun’un güzel söyleşilerinde başarının ortak kavramlarını yakalamaya çalıştım:

İlki yokluk, yoksulluk. Hemen her birisi yoktan var etmişler işlerini işyerlerini.

İki; her birisi çalışkan çalışkan insanlar. Tırnaklarıyla kurmuşlar işyerlerini.

Üç; azimli insanlar. Hiçbir zorluk yıldıramıyor onları.

Dört; tevazu sahibi olmaları. Edepli ve mütevazılar. Para güç ve başarı şımarığı değiller.

Beş; aile bağları ve ilişkileri çok güçlü.

Altı; işlerini çocukluktan itibaren yapmaları.

Yedi; ikinci nesil iyi eğitimli ve yenilikleri takip ediyor.

 

ŞEHİRLER HAFIZALARI KADARSA, HASAN COŞKUN TAKDİRİ VE ÖDÜLÜ HAK EDİYOR

Ağabeyimiz, hocamız, üstadımız Selahaddin Şimşek ne demişti: Şehirler kültürleri kadardır. Kültürleri ve hafızaları.

Hasan Coşkun, söz konusu kitabında Sakarya’mızın sanayiine damgasını vurmuş, sadece ilimize değil, sadece ülkemize değil, onlarca ülkeye ihracat da yapan kurumların yöneticileriyle günler süren görüşmeler yapmış, onların hayatımıza dokunan güzel işlerini söyleşi tekniğiyle derleyip toparlamış, şehir tarihine bir güzel eser daha kazandırmış. (Geçmişte yayımladığı Başarının Hayat Hikâyesi kitabını da hatırlayalım burada ve onun için de teşekkür edelim kendisine.)

Sağ olasın, var olasın Hasan Coşkun.

Türkiye’nin en eski sanayi - ticaret odalarından birine sahip (1917) SATSO da bu güzel kitabı ve yazarını takdir edecek, hatta ödüllendirecektir umudundayız. Adapazarı’na ve tarihine karşı vefalı ve duyarlı olduğuna şahit olduğumuz Akgün Altuğ’a ve yönetimine de yakışan budur.

Adapazarı’nı seven, şehrinin tarihine düşkün herkese buradan sesleniyorum: Hişşşt hafıs, biz Adabazarlıyız diyorsanız, Hasan Coşkun’un Hayata Dokunan İşler kitabını edinin.

Okuyun ve şehrinizle, hemşerilerinizle gurur duyun.