Ellili yaşlarındaki adam, kolunda eşi İstanbul Sirkeci’deki Doğubank’ın ana kapısından girerken yirmi beş yaşlarındaki bir delikanlı öpmek için ellerine sarıldı:
“- Çek ellerini dedi, burası kapkaççı yuvası. Ne söyleyeceksen içeride söylersin delikanlı!” İçeriye geçtiler:
“- Efendim, beni siz okuttunuz; müsaade edin ellerinizi öpeyim! Burada sizin için yapabileceğim bir şey var mı?”
“- Ne okutması, ben kimseyi okutmadım. Neler söylüyorsun sen. Hem kimsin bakalım?”
----
Her hâlinden hayata yeni atıldığı belli olan genç adam durumu izah etti: Sakarya Üniversitesi’nde dört yıl İşletme okumuş. Dört yıl boyunca bir hayırsever ona burs vermiş. Üniversiteden bir hocası aracılığıyla ulaştırılmış burs ona her ay. Hocasından kendisine burs veren hayırseverin adını sanını öğrenmek istemiş ama hocası ısrarla o ismi vermekten kaçınmış. Sadece ‘on yedi üniversiteliye burs veren bir esnaf. ‘Mihnet altında ezilmesinler diye benim adımı hiçbir bursiyerime vermeyeceksin. Bana da onların adını vermeyeceksin. Ne onlar beni bilsin, ne ben onları’ şartı koştu. ‘Allah için yaptığım bir iyiliği kimsenin bilmesi gerekmiyor. O bilsin yeter’ dedi demiş.’ Ancak bu genç o kadar ısrar etmiş ki hocasına bu gizemli hayırseveri. Hocası da bir Cumartesi yanına öğrencisini alıp -çaktırmadan- gözlükçü hayırsevere getirmiş.
“- Sizin çayınızı içtim ben, hatta yoğurtlu döner de ikram ettiniz hocamla bana. Sizin hakkınızı nasıl ödeyebilirim ben…”
İşin aslı anlaşılmıştı. Gözlükçü Turhan Beyan, her tedbire rağmen okuttuğu çocuklardan ismini gizlemeyi başaramamıştı.
Doğruydu. Yıllardır sessiz sedasız üniversiteli çocukları okutur, ne kendi onların isimlerini bilmek ne de bilinmek isterdi. Bu kez fire verilmişti. Bundan sonra daha dikkatli olmalıyım diye düşündü.
----
Portre yazarı bir arkadaşı ona çeri dedesi lakabını takmıştı. O gurur duyuyordu bu lakabından. Evlere temizliğe giden Roman kökenli otuz beş yaşlarında biriyle karşılaşmış, on sekiz senedir çocuğu olmadığını öğrenince kadın hastalıkları uzmanı bir profesör arkadaşına göndermiş, bütün masrafları üstlenerek aylarca süren tedaviler sonucu bir kız çocuğuna kavuşmuştu Roman aile. Mutluluktan uçuyorlardı. Aile şimdi her çarşıya çıkışlarında Gözlükçü Turhan Beyan’a uğruyor, üç dört yaşlarındaki kız çocuğu da dedeeeee diyerek ona koşup boynuna sarılıyor, harçlığını da kapıyordu. Bu olaydan mülhem yazar arkadaşı ona Çeri dedesi naber diye takılıyordu ara sıra.
Benim için de bacanağım Cabir Yıldız’ın yirmi yedi sene önce tanıştırdığı, kısa sürede benim kahramanlarım arasında girmeyi başarmış Gözlükçü Turhan Ağbi’mdi.
----
Dükkânına gözlük almaya gelen herkesi adeta kendi evladı, kendi kardeşi, kendi annesi babası muamelesiyle sarıp sarmalayan bir örnek esnaftı o. O bu şehirde yaşayanların gözlerini korumak ve kollamak için kurulmuş muhafız alayının komutanı gibiydi adeta. On yedi derece gözlük verilen, doktorun maalesef çok çok az görebilecek dediği beş yaşında bir kız çocuğunun yaptığı resme bakıp, hayır bu çocuk görüyor ve daha iyi görecek, bana bırakın siz diyen, bu uğurda yıllarca profesör profesör dolaştıran, sonunda üç dereceli gözlükle her şeyi rahatlıkla görmesine vesile olan adamdı o.
Görmemesi sağında yüzde 90, solunda yüzde 60’lara varan beni, zorla arabasına atıp İstanbul’a yakın arkadaşı bir göz doktoruna (piyasanın dörtte bir fiyatına) iki gözümden ameliyat ettiren, dünyayı yeniden görmemi sağlayan bir iyilik padişahıdır Turhan Beyan.
Tanıyan herkes buna şahittir; bir kere değil hem de, on kere yüz kere hem de; paranın her şey sayıldığı bu çağda, paranın az şey olduğunun yaşandığı yaşanıldığı yaşatıldığı dükkânın adıdır onun işyeri. Çalışanlarında da aynı yüz ifadesine şahit olursunuz, defalarca hem de. O gözlükçü dükkânına adım attığınız andan itibaren siz müşteri değilsinizdir hiçbir zaman; sanki siz de oraya aitsinizdir, orası sizin de işyerinizdir, onlar size hizmet için orada maaş karşılığı çalışmaktadırlar sanki. İnsanın, insanlığın, insancıllığın adeta geri gelmemek üzere tatile gönderildiği yirmi birinci yüzyılda, size paranız için değil insan olduğunuz için değer verildiğini iliklerinize kadar hissettirildiği işyeridir Turhan Beyan’ın dükkânı.
Evet; Turhan Beyan üç yüz yıldır eğitim veren ve mezunları - bana göre- Harward’dan mezun olanlardan, Yale’de doktora yapanlardan geri kalmayan Uzunçarşı Ticaret Fakültesi mezunudur, tıpkı örnek esnaflıklarıyla gurur duyduğum Yüksel Kuruyemiş (Tarih öğretmeni Yüksel Ayanoğlu), İnci Kuyumculuk (Kuyumcu İhsan Yıldırım), Adam Mağazası (Merhum Konfeksiyoncu Zekai Ağbi ve kayınbiraderi Galatasaraylı Ercan), Potin Ayakkabı (Kosova Arnavut’u Posbıyık Hamdi ve kardeşleri Mahmut ile Aydın) gibi. Bu değerli isimlerin her birisi ‘menfaatlerin ve gücün her şeyin üstünde tutulduğu günümüz’de, ‘parayı on paraya saymayan’ gerçek birer kahramandırlar.
----
Yok yanlış anlaşılmasın; bu güzel insanlar ‘para kazanmıyorlar, zararına iş yapıyorlar’ demedim, öyle de düşünülmesin; dediğim şudur: Bu insanlar için para amaç değil araçtır; hayatları kazanmak ve büyümek orijinli değil yaşamak ve yaşatmak merkezlidir. Adapazarı Uzunçarşı, görünenin aksine -hisseden ve fark edenler için - ruhaniyeti olan bir çarşıdır; her gün hemen her dükkânında bayrak adına ülke adına insanlık adına yardım adına vefa adına destanlar yazılmakta ve yaşanmaktadır. Zira bu saydığım insanların hepsi de Orhan Camilidir ve bu toprakları fethedip Türkleştiren / Müslümanlaştıran ve bu güzelim camiyi inşa eden Sultan Orhan Gazi Han’ın dualarıyla iç içe can cana ruh ruha hayatlarını sürdürmektedirler.
İşte Turhan Beyan da bu güzel çarşının güzel insanlarından birisidir.
Gösterişsiz adamdır da. Sormasanız hiçbir şeyini söylemez anlatmaz konuşmaz. Sorunca, ısrar edince de azıcık ucundan bir şeyler öğrenebilirsiniz o kadar.
İşyeri gözlükçü dükkânından çok misafir ağırlama mekânıdır. Hava soğuk değilse, işyerinin Orhan Cami’ye bakan tarafında ahşap taburelerde muhabbet dergâhı kuruluverir hemen; Ahmet Âmiş Efendi’nin ‘bizim sermayemiz bir kuru muhabbettir’ sözü mucibince altın telveli kahveler, tavşan kanı çaylar yudumlanır, sevgiyle saygıyla vefa ile.
Turhan Beyan veren adamdır çoğu kez. Dağıtan adamdır. Hasbî, kalender adamdır. Biriktirmek değil vermek içindir para onun için. Sessizce gösterişsizce çaktırmadan vermeyi sever.
Dostluğu, dostları, dostlukları ömre bedel, sadra şifa adamdır Turhan Beyan.
Çerkez’dir ama ırktan ırkçılıktan nefret eder. Mardin Arap’ı Tülin Hanımla evlidir zaten; ‘Çerkez bir babanın Arap bir anneden olma Türk çocuklardır’ evlatları Tuğçe (eczacı) ve Tuğrul (tıp doktoru.) Örnek alınması gereken bir güzelliği daha işte size.
Melâmimeşrep adamdır o da; inancını namazını niyazını göstermez pazarlamaz; hacca gitmiştir mesela, çok yakınlarının dışında kimse duymamış görmemiş bilmemiştir. Zira o Allah için gitmiştir Hacı desinler diye değil.
Şair Sezai Karakoç ‘bir insanı al, onu çöz çöz çocuk olsun’ der ya bir dizesinde, Turhan Beyan’ı alın, çözün çözün, geriye saf bir insanlık kalacaktır.
Parayı elinin tersiyle ittikçe daha çok kazanan, ikinci üçüncü dördüncü işyerini açan adamdır o.
Otuz üç yıllık eşi Tülin Hanım onu sözlükteki tek kelime olarak dürüst sözcüğüyle, on yedi yıldır yanında çalışan Özlem Hanım ise cömert kelimesiyle tanımlamaktadır.
Hayatı insan olma beyan’ında’ndır Turhan Beyan’ın.
Gözlük profesörü.
İyilik ve cömertlik de.
Bir merhamet profesörü o.