Kırk Güzel İnsan Üzerinden Altı Tarihî Şehre Bir Nazar Eylemek; Ruhumuz Onlarda Kaldı Bizim
Şükürler Yüce Çalab’a ki, altmış yıllık ömrümde Anadolu’nun altmış üç, Rumeli’nin kırk bir şehrini yaşamayı nasip etti bu satırların yazarına. Bilerek görmeyi demedim, yaşamayı demeyi tercih ettim. Ayrıca Mekke’yi, Medine’yi, Amsterdam’ı, Rotterdam’ı, Brüksel’i, Münih’i, Lefkoşa’yı görmeyi, yaşamayı sa.
Birçoğu tarihi şehirlerdi bunların; İstanbul, Eskişehir, Bursa, Edirne, Mardin, Filibe, Sofya, Üsküp, Prizren, Gümülcine, İşkodra, Mostar, Sarayevo. Şehirlerin anası Mekke, medeniyetimizin ilk ocağı Medine. Sonra buram buram tarih Brüksel. Her köşesi tarihle yoğrulmuş Amsterdam. Tarihten çok hüzün yumağı Lefkoşa.
Hemen hepsini portre olarak yazmaya çalıştım. Kitaplaştı da bir kısmı.
Bu şehirleri güzel ve muhteşem yapan neydi? Bizi mutlu kılan neydi en çok? Üç beş hatta on asırlık (hatta on beş) camiler kiliseler meydanlar saraylar mı? Medreseler türbeler mi? Evet, ama inanın dörtte veya üçte biri geçmez. Asıl bizi kendimizden geçirten insanlarıydı asıl. İyilik padişahı mensuplarıydı. Kesbi değil hasbî yürekli insanları. Sözün özü, yaşayan portreleriydi çoğu kez.
Bu çalışmada altı tarihî şehri yaşayan portreler üzerinden okuma denemesi yapmaya gayret edeceğim.
Edirne: Gül Şehir, Güller Şehri; Dilimde Bir Balkan Türküsü, Kalbim Gitmekle Kalmak Arasında
Edirne gül şehir, güller şehridir benim için. Mâlum, gül tasavvufta efendimizdir. Edirne’de üç caminin, Selimiye, Üç Şerefeli ve Darü’l-hadis’in, rüyayı sadıka, yani rüyada Allah Resulü’nün bizzat yer göstermesiyle yap(tır)ıldığı biliniyor. Öte yandan Eski Camii’nin mihrabındaki Kâbe’den getirilip konulan Rüknü Yemani taşı vesilesiyle, efendimizin her Cuma akşamı (Perşembeyi Cumaya bağlayan gece) Eski Camii’yi ziyaret ettiği de halk arasında en güçlü inanışlardan. Mimar Sinan’ın Selimiye çevresine rengârenk beş bin gül diktirdiği biliniyor. İstanbul’u fetheden başkent Edirne’nin, Osmanlı asırlarında Hz. Muhammed sevgisi nedeniyle ona gül şehir, güller şehri sıfatı çok, en çok yakışır düşüncesindeyiz.
Güller şehrinde ilk aklına gelen güzel dost kimdir derseniz, hiç düşünmeden şair, akademisyen Mustafa Hatipler derim.[1] Ve şürekası elbette. Koray (avukat), Fatih (doktor), Serkan (ulaşımcı.) Gerçi Hatipler’i dört dostuyla değil, dört yüz, dört bin, dört yüz bin Edirneliyle irtibatlandırmak gerekir. Yetmez, Hıdır Dede’yle, Aşçı Yahya ile, Şair Ahmet Neşati Dede ile, Şair Hasan Sezai ile, Hattat Karahisarî ile irtibatlandırmak gerekir. Sarayiçi’nden batıya Cuma Ovası’nda yüz bin kişilik Osmanlı Ordusu’nun bir Cuma namazı sonrasında Kanuni Sultan Süleyman komutasında helalleşilip gülbanklar çekilip Viyana kapılarına doğru yola çıkışıyla irtibatlandırmak gerekir. Kendisi de Karacaova göçmeni olan bu Muhacir yüzlü, hüzün sarısı bakışlı delikanlıya en çok yakışan âhtır âh. Bu âh hem Edirne’yedir hem Edirnecedir hem de Balkancadır. Edirne biraz da dilinde bir Balkan türküsü, kalbin gitmekle kalmak arasında bıçak sırtı yaşamanın bir diğer adı değil midir.
Benim için Edirne denilince aklıma gelen ikincil aile, Edirne Dergisi ailesidir. İşin aslı şudur: 2012 Ağustosunda Edirne Valiliği görevine atanan Hasan Duruer, yazar Fahri Tuna’yı danışman olarak görevlendirir. Ve o güne kadar farklı valiler döneminde 38 sayı çıkan ve her sayfasında iki-üç vali fotoğrafıyla icraatlarını anlatan, kimsenin okumadığı Edirne adlı valilik dergisini de arkadaşı Tuna’ya yıkar. Vali Duruer ile Fahri Tuna, dergide devrim peşindedirler.
Traklar Konusu Açıldığında Nefes Almadan Üç Gün Üç Gece Konuşabilen, Gözlüklerinin Ardından Trak Trak Bakan Bir Profesör
Bir şehir kültürü dergisi çıkarmayı amaçlamaktadırlar. Tuna, eski ve kadim dostu Mustafa Hatipler’le uzun uzun istişarelerden sonra Edirne Küçük Millet Meclisi gibi bir yayın kurulu oluşturulur (alfabetik sırayla): Hürriyet Gazetesi Fotoğraf Servisi’nden emekli, adeta alaylı fotoğraf profesörü, bakışları da fotoğrafları gibi kadrajlı ve temiz Behiç Günalan, Traklar konusu açıldığında nefes almadan üç gün üç gece konuşabilen, saçını sakalını Trak uğruna ağartmış, gözlüklerinin ardından Trak Trak bakan, Trakya ordinaryüsü Prof. Dr. Engin Beksaç kardeşim, akademisyenliği ve makaleyi kampüsten çok sahada/yerinde yapmayı ilke edinmiş genç heyecanlı coşkulu kardeşim Haluk Kayıcı, dışarlıklı Şair Mehmet Ağırgan, Şair, akademisyen Edirne gönüllü adam Mustafa Hatipler (o soyadını hep atipler diye telaffuz eder ama hiç fark etmez), ailece akademisyen, ailece gurme, ailece verme (mükrim), ne kadar akademisyen ise o kadar da Edirneli ve Edirneci çift Doç. Dr. Müberra Gürgendereli - Dr. Rifat Gürgendereli. Her biri farklı ırk, her biri farklı şehir, her biri farklı siyasi görüş ve inanç ekseninden bir dergi ailesi oluşmuştu. Tuna’nın bir tek istirhamı/ilkesi vardı: Siyasi görülerimizi, dini inançlarımızı kapının önünde bırakıp yayın kurulu toplantısına öyle girmek. (On sekiz ay boyunca başarılacaktı bu.)
Alanında Bir Devrim: Edirne Valisinin Tek Fotoğrafı Olmayan Edirne Valilik Dergisi
Bir tek amaç vardı dergide: Edirne kültürü dergisi çıkartmak. Eski dergiler ters yüz edildi. Duruer-Tuna ikilisinin sloganı şuydu: Valinin okunduğu değil valinin de okuduğu bir valilik dergisi çıkmalı. Dergi ailesi günlerce çalıştı ve Türkiye Valilik Dergiciliği Tarihinde - belki de - bir ilke imza atıldı: Sanat fotoğraflarıyla başlayıp biten dergi üç Edirne şiiri ile başlıyordu: Biri Osmanlı dönemi, biri Cumhuriyet, biri de güncel Edirne şiiri. Sonra şehrin ileri gelenleriyle Rifat Hoca’nın yaptığı şehir kültürü söyleşisi ile devam ediyordu. Turgut Cansever’den, Süheyl Ünver’e, biyografi yazarı, iki dünyalı entelektüel Prof. Dr. Ahmed Güner Sayar’a, uzun yıllar Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde çalışan edebiyat profesörü kalbi her daim Edirne Edirne atan Rıdvan Canım’a ve daha birçok kıymetli kalemin Edirne makaleleri. Edirne şehir portresi, Müberra Hoca’nın yaptığı, Rifat Hoca’nın kaleme aldığı, Behiç Hoca’nın fotoğrafladığı nefis Edirne Mutfağı yemekleri. 100 kitap ödüllü Edirne bulmacası. Fahri Tuna’nın genel yayın yönetmenliğinde bu güzel ve renkli ekiple çıkan 52 sayfalık dört renkli Edirne Dergisi 39. Sayısında (Bahar 2013) bir devrime daha imza atacaktı: Sahibi valilik olduğu halde hiçbir sayfasında valinin fotoğrafı yoktu. 2014 yazına kadar, altı sayı bu minval üzere çıkardı dergiyi Edirne Dergisi ailesi. Altı sayıda, çoğu Edirnelinin bile bilmediği şehre ait nice gerçekler, nice güzellikler, nice zenginlikler gözler önüne serilmişti. Bu başarı yedi kişilik dergi yönetimine aitti. Bir kez daha farklılıklarımız zenginliğimizdir ilkesi başarıyla hayata geçirilmişti.
Pek bilinmez, pek de göz ardı edilir: Bütün bir Rumeli’yi fetheden Edirne’dir. Osmanlı’nın Rumeli Beylerbeyi de Edirne’de mukimdi zaten. Hasan Duruer’in Edirne Valiliği süresinde (22 ay), valiliğin maddi manevi desteğiyle, Dr. Rıfat Gürgendereli sahipliğinde, Valilik Balkan danışmanı Fahri Tuna öncülüğünde 8 sayı yayımlanan üç aylık Balkan Türküsü Dergisi, bir nevi edebiyat ve Türkçe üzerinden Balkanların yeniden fethi girişimiydi. 8 Balkan ülkesinde 27 şehirdeki Türkçe yazan gençlerin şiir, hikâye, deneme, makale, portre, araştırma-inceleme, masal, türkü sözü ve hikâyelerinden oluşan 48 sayfalık Balkan Türküsü, - her yazıya 50 avro da telif ödeyerek - Rumeli’de Türkçe yaşayan/yazan genç yeteneklere yeni bir heyecan, ruh ve misyon kazandırmayı amaçlamıştı. Diğer yandan 1912 sonrası Balkanlardaki Türk şair ve yazarlar, ilk kez ortak bir platformda sütun komşuluğu yapıyor, birbirini tanıyor, kaynaşıyorlardı. Belli ölçüde ilerleme sağlanan ve bugün yedi sene sonra dahi izleri ve ürünleri devam eden bu anlamlı dergiyi iki yıl boyunca çıkaran da Edirne’ydi, Dr. Rifat Gürgendeereli - Fahri Tuna öncülüğünde Edirneli edebiyat öğretmenleri Sedat Sayın, Elif Acar, Ebru Boztürk Tuna, Tuba Yavuz ve Birgül Erken tarafından çıkarılmıştı. Balkan Türküsü dergisi bir Edirne destanıydı yine, asırlar sonra.
Tarih boyunca şairi boldur Edirne’nin. Hele de Osmanlı asırlarında. Ya hikâyecisi? Bugün üç hikâyeci yaşıyor Edirne’de. Üslupları, tarzları, geldiği şehirler farklı da olsa üç değerli öykücü onlar: Sergenli Sedat (Sayın, Edebiyat öğretmeni), Erzurum kızı Tuba (Yavuz, edebiyat öğretmeni), Gümüşhaneli Gülay (Alpagut, Gazeteci). Üç genç yazarın üçünün de birer öykü kitabı mevcut. Yalnızlık Koridorunda yaşayan Sedat Hoca, kendisi de bir Sitare olan Tuba Hoca ve Kırmızı Papatyalar elinde dolaşan gazeteci Gülay. Edirne’nin bugünlerini yer yer hikâyeleştirerek yarınlara aktarıyor bu üç güzel hikâyeci.[2]
Edirneli Komanda Recep’in Gagauz Yeri’nde Özel Yetiştirdiği Ülkücü Komünist Lider: Oleg Gorizan
Edirne biraz da Komando Recep’in şehridir, hemen söyleyeyim. Recep Kozan’dan söz ediyorum.[3] Edirne Halk Eğitimi Eski Müdürü’nden. Merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun eski arkadaşlarından olması hasebiyle almış bu komando Recep Aga. Gagauz Recep de dense yeridir ona. Neredeyse tüm Gagauz Yeri halkı tanır onu. Bugün Gagauz Yeri otonom/özerk ise onun da emeği gayreti ve katkısı büyüktür. Gagauz Türk Devleti’nin bir nolu kurucusu Steran Aga (Topal) ile de iki nolu kurucusu Mihail Aga (Kendigelen) ile de can ve kan kardeşidir Recep Aga’mız. Derin devlettir Recep Aga. Yiğit ve mert adamdır. Görev adamıdır. Bir diğer lakabı da General İvandır Recep Aga’mızın. Adıyla sanıyla General İvandır o. Öyle uyduruktan değil. Olay şöyledir; Rus döneminden kalma bir Albay, sarhoş vaziyette uzun bir yolculukta herkesi esir almaktadır. Durum vahimdir. İş bitirici Recep Aga’mız hemen bir çözüm bulur: Kendisine General İvan süsü/adı verir, albay sus pus olur. Esas duruşa geçer. Arabadakiler de rahat nefes alır. Recep Aga’mızın başka ilginç olayları çoktur. 18 yaşında yiğit karizmatik istikbal vadeden bir Gagauz gencini alır Edirne’de yetiştirir. Gerçek bir komando gibi. Bu gencin adı Oleg Gorizan’dır. Zamanla bu genç Gagauz Yeri’nin en önemli kitle liderlerinden birisi olur. 2013’de Gagauz Yeri’ni ziayretimizde Komando Recep, bir bakıma eseri olan Oleg Gorizan iel tanıştırdı bizi. Aralarında baba oğul, ağbi-kardeş yakınlığı ve vefası var. Bizzat gözlerimle şahit oldum. Oleg, o sırada Moldova Komünist Partisi Gagauz Yeri milletvekiliydi. Kendisini bize tanıtması ise ilginçti elbette: ‘Ben Oleg Gorizan. Ülkücü komünist.” Recep Aga, ömrünün yarısını Edirne’ye, diğer yarısını Balkanlara en çok da Gagauz Yeri’ne hasretmiş bir vakıf adamdır. Edirne’nin demirbaşlarındandır. Öyle bilir öyle severiz onu.
Yüzü Bakışı Sesi İnsana Huzur Veren Bir Adam: Kemal Baba
Bilenler bilir, bir zenginle işim olmaz, bir siyasetçi ve makam sahipleriyle. Ama bunun istisnaları da vardır elbette. Mesela Kemal Kılıç.[4] Kemal Baba’yı Edirne’de tanıdım sevdim. (O bana hep Fahri Baba diye hitap eder, sağ olsun). Tanıyıp sevmekle kalmadım kardeşliğime aldım onu. O da sağ olsun ağbi edindi beni. Yüzü bakışı sesi insana huzur veren iş adamı Kemal Kılıç’ın ilginç mi ilginç bir hayat hikâyesi var. Şanlıurfa’da gözlerini dünyaya açıyor Kemal kardeşimiz. Anne babası Almanya’dadır. Hukuki bir sebeple Kemal ve dört kardeşi Almanya’ya gidemezler. Dört kardeşe babaannesi bakmaktadır. Kemal’e kulak verelim: ‘Yokluğu dibine kadar tattım Urfa’da. İlkokula giderken teneffüslerde silgi ve kalem satarak akşam eve ekmek götürdüm.’ İlkokulu bitirince zor durumdaki babaannesi Kemal ve kardeşini, Edirne’ye dayısının yanına gönderiyor. O sonbaharda dayısının evinde Edirne’de ortaokula başlıyor Kemal. Ama te napyon beya / ep aynı beya şeklinde konuşan Edirneli çocuklar, kendilerini görmezler, abe bu çocuk doğulu, ne dediğini anlamıyeriz diye konuşmaya, dalga geçmeye başlarlar. Bu alaya üç gün dayanabilen onurlu Kemal, dördüncü gün kendini Kapıkule’de bir lahmacuncuda bulaşıkçı olarak bulur. On senede Hayat Üniversitesi’nin orta lisesini, sonra da Kapıkule Ticaret Fakültesi’ni bitirir başarıyla. 1994 Nisan Döviz Krizi’nde iyice bir sallanır ama kısa sürede toparlanır yine. Edirne’de Selimiye’nin minarelerini ilk gördüğü günün üzerinden neredeyse kırk sene geçmiştir Kemal’in. Bu sürede Kemal Kılıç, restoranlardan otellere, turizm organizasyondan yemek ve taşıma işlerine… yedi başarılı şirketin sahibidir. İşyerlerinde yüzlerce insan çalışmaktadır. Eyvallah. Buraya alma nedenim ticari başarıları değil elbette; yoku dibine kadar yaşayan biri olarak kimseye yok diyemiyorum ben sözü onun. Sözü az, özü çok, aldığı az, verdiği çoktur onun. Kaç yetimi öksüzü yedirdiği giydirdiğini kendisi de bilmez, dostları da. Kendisi de ortalıkta görülmez, yaptıkları iyilikler de. Hesabını kitabını iyi bilir, kırk kere düşünmeden adım atmaz. Yokları var eden adamdır Kemal Kılıç. Ama kimse görmeden bilmeden. Verdiğini, yaptığını sadece O’nun için, O bilsin yeter için verir, yapar. Kardeşin hası, kardeşin kralıdır Kemal.