Yadeş? Çocukluğumun tamamı. Yadeş denince, aklıma karşımızdaki Asallı (Asarlı) Köyü, teyzemin köyü Kıstafan Köyü gelir. Çobanların hayvan güdüşü, ağaç kabuğundan yapılan kavalları çalmaları... Babiiibabibabibabiii. Rahmetli Kara Mehmet, en yakın çocukluk arkadaşımdı.
Kandıra? Talebeliğim. İlçenin önde gelen simalarının çocukları, arkadaşlarım. Lokmanlılı Kadir Ağa’nın Kandıra’daki, Orhan Mahallesindeki evlerine kaldım, herhalde iki üç sene kaldım. Öz amcam gibiydi. Torunu Ümit Yılmaz Paşa, generaldi, yeni emekli oldu. Bizim Kandıra’dan birçok ünlü yetişmiştir.
Kaynarca? O zaman adı Hocaköyü’ydü. Kandıra’ya bağlı nahiyeydi. Orada Korucu Mustafa gelir aklıma. Teyzem kızının kayınpederiydi. Sonra teyzemin kızı Zehra Ablam gelir. Benden on beş büyüktü (büyük ablamlaydı). Beni ablamlar kadar seven teyzem kızıydı. Çocukluğumda sık sık Cumaları yürüyerek köyden Kaynarca’ya gidip geldiğimizi hatırlıyorum. Bir buçuk iki saatlik yoldu. Lokum, helva ile ekmek; en büyük lezzet onlardı o zaman.
Durdane? Annem. Nüfustaki adı Emine Nehibe’dir. Melekti. Ne kulağımı çektiğini, ne tokat attığını, ne azarladığını hatırlamam. İşi yemek yapmak, Kur’an okumak, tespih, zikir çekmekti. Kandıra’nın yerli Manavlar’ındandı. Anneannemin, bölgenin fatihi Akçakoca’nın torunlarından olduğunu söylerdi.
Vehbi? ‘Yadeş Hâfızı’ namıyla maruf babam. Oraların hem hocası hem doktoruydu. Askerde sıhhiye çavuşuymuş. Kandıra’dan ta Araman’a, İzmit’e kadar, babama hastalar gelirdi. Hem okurdu hem de bir cerrah gibi, modern manada tedavi yapardı. İğne vururdu, diş çekerdi. İlaçlar yapar veya önerirdi. Hindistan cevizi zencefil karanfil gibi… maddelerden hastalara, hastalığına göre ilaçlar yapardı. Hem hocamdı hem babamdı benim. Aişe ablam (1926), Hatice ablam (1938) ve ben Âmir (1942); üç çocuğu vardı. Yüzüyle yürüyüşüyle sakalıyla Mehmet Akif’e çok benzerdi babam. Halim selim bir insandı. Aslen Kızılcahamam Çamlıdereli’ymiş. Askerde hastalanan Kandıra Lokmanlı Köyünden Kadir Amcayla abi - kardeş olmuşlar. Babam medrese mezun olduğu için askerde sıhhiye çavuşuymuş, Kadir Amcayla çok ilgilenmiş, bakmış. ‘Ben Vehbi Aga’mın sayesinde hayatta kaldım’ derdi rahmetli. Öz abi - kardeş gibiydiler. Babamla askerlikten beş altı ay sonra Kandıra’da buluşuyorlar. Bizimki Yadeş’e hoca duruyor. Anne tarafından dedem de meşhur ‘Ateş Hoca’ namıyla maruf Ahmet Hâfız. Dedem, annemle babamı evlendiriyor. Bir nevi iç güveysi.
Hafız Hasan Arslan? Gerede’nin Süller Köyünden, Kaynarca’nın bitişiğindeki Çakallar Köyüne gelip hoca duruyor. Zamanla o köye damat oluyor. Zamanla Kandıra Kur’an Kursu öğretmeni olarak resmen tayin oluyor. Okuyuşu, sesi güzeldi. Okulumuzu fiilen bir medrese düzeyine yükseltmişti. Ben 1951-54 arası onun önünde hafızlığımı tamamladım. Bir taraftan da ta’lim, tecvid ve tashihi huruf (harfleri güzel okuma) dersi aldım. Modern görüşlü, muteber, vakar sahibi bir insandı rahmetli. Kandıra’da bayağı hâfız yetiştirdi. Bu arada ben resmi ilkokula hiç gitmedim. İlkokul diplomamı, Kadıköy’de aldım. Belediyeye, kadroya geçebilmek için Bahariye İlkokulundan, dışarıdan aldım.
1956'nun üçüncü ayı? 1955’in Ekim ayının 26’ında ‘Yadeş Hâfızı Vehbi’ namıyla maruf babam vefat etti. Kandıra’da Hafız Hasan Arslan hocada eğitimimi tamamlamıştım. Niyete koydum; İstanbul’da gitmek ve bir numaralı Hâfız Hasan Akkuş’ta kendimi geliştirmeye karar verdim. Bir gün Kandıra’da Şefik Camii’nde (Çarşı Camii’nde) Ramazanda grup halinde Mukabele okuyorduk. Aslen Kandıralı olan İstanbul’da Sahaflar Çarşısı’nda 1 Numaranın sahibi Raif Yelkenci de o anda camideymiş. Beni yanına çağırdı, ‘İstanbul’a geldiğinde mutlaka bana uğra, ben sana yardımcı olacağım, sesin çok güzel, seni dostum Hâfız Hasan Akkuş’a göndereceğim’ dedi. Çok sevindim. 1956’ın Martında sırtıma pılımı pırtımı, yatağımı yorganımı alıp İstanbul’a, Nuruosmaniye Kuran Kursu’na doğru yola çıktım. Önce Sahaflar’a, Sahaf Raif Yelkenci’ye gittim. O da bir mektup yazdı, elime bir de hediye enfiye kutusu verdi, beni doğru Hâfız Hasan Akkuş’a gönderdi.
İstanbul? İstanbul’a ayak bastığımda on dört yaşındaydım. Görünce ‘burası artık benim öz semtim, öz mekânım’ imiş gibi hissettim. Burası artık benim yerim, köyüm gibi bir his uyandı içimde. Boğaz, gemiler, camiler… Nüfus da 750 - 800 bin. Tenha. Dört dörtlük bir İstanbul vardı karşımda.
Nuruosmaniye? Nuruosmaniye Kur’an Kursu çok meşhurdu o zamanlar. Hâlâ da bu şöhretini korur. Hâfız Hasan Akkuş’un himayesi ve otoritesinde, tabiri caizse, bir nevi Kur’an Üniversitesi konumundaydı.
Hafız Hasan Akkuş? Mektubu ve hediyeyi verdim. Beni imtihan etti, okuttu, dinledi. Beğendi. Beklediği bir öğrencisiymişim gibi bir tavırla ‘bundan sonra her sabah, sabah namazını takiben Çemberlitaş Divanyolu’ndaki Akkuş Apartmanına, sen, Göynüklü İsmail ve Çankırılı Dursun Taş; üçünüz evime geleceksiniz’ dedi. Özel okuttu bizleri. İki - üç sene okuttu. Önce medreseden bir oda verdi bana. Sonra özel öğrencisi olarak dershaneye aldı beni, özel oda verdi. Orada kaldım. Hâfız Hasan Akkuş hocam, dört dörtlük bir insandı. Herkes tarafından saygı gören biriydi. Beşiktaş Futbol Takımında filan oynamış. Hafif bir külhanbeyi tarafı da vardı. Medrese eğitimden sonra yüzbaşılığa kadar da rütbe yükselmişti. Parmakla gösterilen, valinin, belediye başkanının görünce ayağa kalktığı, ceketini iliklediği, 1 numaralı bir insandı.
Kemal Gürses? İstanbul Radyosunun hanendelerinden, sanatçılarından biriydi. Nuruosmaniye’deydim daha. Arkadaşlarım bir gün beni, rahmetli Kemal Gürses’in şeflik yaptığı Çarşıkapı Musiki Derneğine götürdüler. Bir, iki defa gittim ben. Gitmez olaydım. İçime bir kıvılcım düştü. Musiki kıvılcımı. O gün bugün içimde o ateş, sönmeyen bir alev yangını, halen yanmaya devam etmektedir.
1959, Mezarlıklar Müdürlüğü, okuyucu? Anadolu yakasına yani Kadıköy’e geçtikten sonra ben parmakla gösterilen, aranan bir hâfız haline geldim. Beni tanımak isteyenler olmaya başladı sağda solda. Kadıköy’de bulunan güzel sesli hafızlarla dostluk kurdum. Rahmetli Halil Çetindağ, Reşat Beşer, Mustafa Özer. Bunlar bir nevi hanende, mevlithan. Reşat ile Mustafa, Bestekâr Yesari Asım Arsoy’un öğrencileri o sırada. Anı zamanda da yakın arkadaşları. Ambulok kadro ile İstanbul Belediyesinin Mezarlıklar Müdürlüğü Kadıköy Şubesine okuyucu olarak girdim. Bir sene kadar görev yaptıktan sonra asker oldum. Kadıköy’de artık tanınan ve sevilen mevlithanlardan biriydim ben de. Aziz Bahriyeli, Kani karaca, Fevzi Mısır ve Halil İbrahim Çanakkaleli gibi meşhur tanınmış hafızlarla aynı grupta bulunuyordum.
Üsküdar Musiki Cemiyeti? Belediyeye ilk intisap ettiğim 1959’da tanıdım ilk. (Gerçi kayıtlarda arkadaşlar 1958’de girdiğim görünüyor diyorlar.) Daha askerlik öncesi gidip gelmeye başladım cemiyete yani. Askerde de en çok yazıştığım arkadaşlarım, Üsküdar Musiki Cemiyeti mensupları oldu. Emin Ongan başımızdaydı. Hayri Pekşen, Avni Anıl, Niyazi Sayın, Cahit Teksayar, Hüsnü Anıl, Cüneyt Orhon, daha pek çok… O günlerden, Üsküdar Musiki Cemiyetinden arkadaşlarımdır. Yaş olarak aralarından en küçük bendim. Aynı zamanda hâfız olmam hasebiyle bana daha bir sempatiyle bakarlardı.
Emin Ongan? Hem hocam hem babam konumunda olan bir zat idi. Hoca, kemani, bestekâr. Hâfız Hasan Akkuş, hâfız-ı Kur’an olarak neyse, musikide de Emin Ongan öyleydi. Mizaç olarak çok babacan, hem otoriter hem müşfik bir büyüğümüzdü.
Diğer hocalarınız? Emin Ongan dışında, ilk hocam Şark Musiki Derneği emeklisi Nezahat Adula, sonra da Kemal Batanay, Rebabi Sabahattin Volkan, Neyzen Halil Can, Yesari Asım Arsoy gibi hocalardan dersler aldım. Onlardan feyz alma gayreti içinde oldum daima. Ama asıl hocam Emin Ongan’dır.
İstanbul Ehli Kur'an ve Mevlithanlar Derneği? Benden önce kurulmuş orası. Benzeri, birkaç dernek daha vardı. Askerlik dönüşü üye olduğumda başkanımız Duahan Adem Erim’di. Kandil gecelerinde Fatih, Süleymaniye gibi selatin (sultan yapımı) camilerde şehitlerimize, halkımıza Kur’an ve mevlit ziyafeti tertip ederdik. Bir sene sonra da aynı derneğin musiki hocası oldum. Amir Ateş İlahi Grubunu kurduk. Mevlit ilahi makam dersleri verdim, güzel sesli hafızlara. Ağabeyim mesabesindeki isimler dahi benden meşk ettiler. Sesleri güzeldi ama musiki bilmiyorlardı. Aziz Bahriyeli, Fevzi Mısır gibi çok meşhur mevlithanlar, benden meşk edip akam dersler aldılar. Onlarca kişi. Edirne’den Bursa’dan Adapazarı’ndan, her hafta o meşke gelen arkadaşlarımız vardı.
Şükran Hanım? Askerlik dönüşü Yalova’da beş, on gün tatil yaptım. Çok sevdiğim bir dostum vardı, orada. Rahmetli Mustafa Kahraman. Onun tavsiyesiyle bir aileyi tanıdım. Kızlarıyla görüştük, konuştuk, anlaştık. 1966’da, İstanbul’da, Kadıköy Nikâh Dairesi’nde evlendik. Nikâh şahitlerim, Şeyh Raşit Er Efendi ve Sanayici İbrahim Bodur’du. Eşim Şükran Hanım, ikinci doğumunda, 1978’de vefat etti. İlk eşimden oğlun Furkan, 1971 senesi 10 Aralıkta dünyaya geldi. Serbest ticaret yapıyor. Yalova’da yaşıyor, Yalova Ak Parti İl Encümeni üyesi. İkinci eşimden çocuğum ise Şevval. Bir de Furkan Ateş’ten torunum var: Âmir Ateş.
1989, Emeklilik? İstanbul Belediyesi Mezarlıklar Müdürlüğünde okuyuculuk görevim bir ömür devam etti. Orada başladım, orada bitirdim. 1989’da da emekli oldum. Memur emeklisiyim anlayacağınız.
(Edebiyat Ortamı Dergisi, Eylül, 2023)