Söyleşi: Necla Dursun
Sizin iki evladınız ve bir torununuz var. Çocuklarınızda ve bunun uzantısı olarak torununuza Balkanlarla ilgili nasıl bir öğüt veya gelecek yaşamları için tavsiyede bulunursunuz?
Kızım Ayşenur’u defalarca götürdüm zaten Rumeli’ye. Çok arkadaşı dostu var onun da. (Kızım dokuz aylık bebeğiyle uçağa atlayıp Karadağ ve Bosna’yı gezme hevesi ve arzusunda.) Eşim Gülseren de defalarca gitti benimle. Balkanlı dostlar, bizim eve geldiler kaldılar şereflendirdiler. Oğlum Ahmet Arif ve gelinim Dilek de severler Rumeli’yi. Dokuz aylık torunum Mehmet Selim, beş altı yaşına gelsin de, anne babasını da alıp Ave B güzergahlarını gezdireceğim ona. Vekilim, veliahtım o benim. Ailemde bayrağı Selim’e devredeceğim inşallah.
“Balkan Türkçesi” diye bir realite var. Bir Balkan sevdalısı olarak bize Balkan Türkçesi‘nin özelliklerinden bahseder misiniz?
Balkan Türkçesi demeyelim de ona, Rumeli ağzı diyelim. Başta Gagauzlar, Bulgaristan, Batı Trakya, Makedonya ve Kosova Türkçesi, bizden (Adaapzarı yerlileri biz Manav köylerinden dahi) daha saf ve duru bir Türkçeyle konuşuyorlar. Sofaya hayat diyorlar mesela. (Çocukluğumuzda bizim köyde de hayat derlerdi.) Ana diyorlar. Nine diyorlar. Daha doğrusu, benim altmış yıl önceki çocukluğumun Türkçesiyle konuşuyorlar. Ne güzel. Ağız özelliklerine gelince, Rumeli Türkleri, h harfini attaya göndermişler, olsun, ne mahsuru var. Şar Dağının iki yakasındaki şehirlerde, k harfi ç’ye, g harfi de c’ye dönüşüyor. Köfte çüfte, tekke teççe oluyor. Gün cün, gece cece oluyor. Hafif bir Rize havası seziliyor. İyi kelimesi ısla oluyor. İyi misin yerine Isla misın? Oluyor. Olsun. Can kurban. Bir de ğ sesi g’ye dönüşüyor. Yağmur yerine yagmur, yağdı yerine yagdi diyorlar. Cümlelerinde yüklem genellikle başa geliyor, özne sona. Bu arada Batı Trakya Türklerinin, İstanbul ve Marmara Türkçesiyle neredeyse aynı konuştuğunu da gözlemiş bulunuyorum.
Biriyle tanıştığınızda Balkan göçmeni olduğunu anlayabilir misiniz? Nasıl?
Tabii ki. Biz Adapazarlılar on sekiz etnik köken birlikte yaşıyoruz. Hepsinin anatomik şifreleri zihnimizde yazılı zaten. Yüzde seksen biliriz, yanıldığımız azdır. Balkanlar’dan gelen Boşnak, Sancaklı, Arnavut, Makedon (Torbeş), Pomak (Bulgarca konuşan) Müslüman topluluklar var. Sonra Muhacir dediğimiz - bu arada Adapazarı Türkçesinde Muhacir, Balkanlar’dan gelen Türklere denir sadece - Türkler de, Kosova’dan gelenler, Makedonya’dan gelenler, Selanik’ten gelenler, Bulgaristan’dan gelenler, Romanya’dan göçenler ve Kırım Tatarları diye kendi aralarından ayrılırlar. Biz bu on bir topluluğu da yüz rengi, göz rengi, burun yapısı, fiziki özellikleri ve şivelerinden anlarız. Boşnaklar, fiziki olarak Sırplara benzerler, çok uzun boylu ve açık tenli. Kibar ve yumuşak huyludurlar. Şehirlidirler. Arnavutlar, fizik olarak Türk kökenlilere oranşa daha iri kıyımdırlar. Psikolojik olarak bizim Trabzonlu - Rizelilere benzerler. Onlar gibi çok zor coğrafi koşullarda yaşamışlardır. Dağlık arazi insanlarıdır. Kavgaya, mücadeleye, silaha düşkündürler. Sancaklılar, daha çok Boşnaklara yakındırlar. Torbeşlerle Pomaklar, yakın dili konuşurlar. Fizik olarak orta boyludurlar. Bizim Balkan Türklerinin biraz açık tonlu halindedirler. Ruhen de yakındırlar. Uyumlu sakin insanlardır. Balkan Türkleri de şivelerinden hemen ayırabiliz: Mesela Bulgaristan’da, Sofya’dan Burgaz’a uzanan 450 kmlik Koca Balkan sıradağlarının güneyi (Hasköy, Kırcaali, Filibe, Eski Zağra) geleorum der, Koca Balkan sırdağlarının kuzeyi (Burgaz, Varna, Şumnu, Eski Cuma, Razgrad, Dobriç, Silistre, Rusçuk, Tırnova) geliyerim der. Kuzey Bulgaristan, Romanya ve Gagauz Yeri Türkçesi çok birbirine benzer. Cümlerin en az yarı te ile başlar, beh ile biter. Genelde Balkanlar, geldim beya, kalıbını kullanırlar. Cümle başında yüklem, ardından da beya. Tatlı, sevimli, hoş bir Türkçedir Balkan Ağzı. Yumuşaktır. Uyumludur. Sessizdir. Derindir. Daha insanidir. Çok severim.
Balkan mutfağı denilince aklınıza neler geliyor? En sevdiğiniz balkan yemeği hangisi?
Rumeli için sorduysanız: Kırcaali’de kuzu pirzola, Resne’de elma ve köfte, Ohri’de balık, Gostivar’da köfte ve kırk çeşit dondurma, Üsküp’te köfteli kuru fasulye, kebap ve trileçe, Prizren’de kaşarlı çüfte (köfte) ve çocuk bileği kalınlığında tulumba. Şahanedir. Şadırvan’ın tadına doyulmaz suyu, muhteşemdir. Şükran Celina Abla’mın enfes Şar Dağı kahvaltısı: Şar peyniri, çeşit çeşit Şar reçelleri, pideykası. Mamuşa’nın harika börekleri ve nefis karpuzu. Saraybosna’nın harika Çevabisi… Burgaz’da Fatme Muhtar’ın ev yapımı kabak tatlısı, çıtır çıtır harikaydı. Dobriç Tervel’de Hacı Remziye Teyze’nin yer sofrasında yediğimiz içtiğimiz enfes çorbanın ve koyun eti yahninin tadını, Gostivar Banisa’da beş hanenin imece ile bir otobüs bizm kafileye ikrem ettikleri muhteşem lezzetleri de unutamıyorum. Adapazarı için sorduysanız: Islama köfte. Boza. Tulumba tatlısı, Boşnak böreği, Arnavut ciğeri, Düğün (dana) çorbası, rengarenk dondurmalar. Etle sebzeyi bu kadar güzel kaynaştıran Rumeli Mutfağı dışından bir mutfak görmedim ben.
Balkan müziklerini dinliyor musunuz? En sevdiğiniz Balkan şarkısı hangisi?
Dinlemez olur muyuz. Bayılırım. Yürek yakan, hüzün fışkıran türkülerdir onlar. Çalın davulları çaydan aşağı / Mezarımı kazın belden aşağı / Suyumu da dökün boydan aşağı / Aman ölüm zalım ölüm üç gün ara ver / Al başımdan bu sevdayı, götür yare ver. Ruhumu adeta donduran, hüzün yumağına döndüren bu enfes türküyü sevmeyenin insanlığından da Türklüğünden de şüphe ederim ben. Bin kere dinlemişimdir. Bin kere daha dinlerim. Alişim’in kaşları kare, Arda boylarına ben kendim gittim (Kırcaali türküsü), Vardar Ovası Vardar Ovası / Kazanamadım sıla parası (Üsküp türküsü), Manastır’ın ortasında vardır çeşme (Manastır türküsü), Aman bre deryalar biz nişanlıyız (Kumanova türküsü), Kırım’dan gelirim adım da Sinan’dır (Kırım türküsü), Estergon Kalesi bre dilber aman, su başı durak (Budapeşte türküsü). Tuna Nehri akmam diyor / Etrafımı yıkmam diyor / Şanı büyük Osman Paşa / Plevne’den çıkmam diyor. Bu harika marşı her söyleyişimde kahramanlıkla hüzün atbaşı yarışır içimde. En önemli türküyü, Prizren türküsünü en sona bıraktım: Yandi Kumonova / Tutuşti Preşova / Prizran içinde / Halil Beg hovarda. En sevdiğim Prizren türküsüdür, bu türkü. 2006 yılında Sakarya Büyükşehir Belediyesi olarak K.Makedonya Gostivar’dan Genç Yıldızlar adından bir grup getirdik. Ülke birincisi olmuş bir halk oyunları ekibi. Hepsi Türk. On iki lise öğrencisi kızdan oluşuyor esas grup. Bir de Necip Fazıl’ın Sakarya Türküsü şiirini çok güzel okuyan Gülcan diye bir kız daha var. Etti on üç. Başlarında Abdülmecit Nurettin (şimdi Gostivar merkezli Vizyon Üniversitesi rektör yardımcısı, uluslararası ilişkiler profesörü) kardeşim var. Fizik öğretmeni Kazım Kazım da var. Müzisyenler İka ile Ebrar Mazhar. Yedi gün boyunca Adapazarı, Bolu, Ankara Polatlı, Eskişehir Odunpazarı, Bilecik, Taraklı, Serdivan ve Söğütlü’de Türk kınası canlandırıp halk oyunları gösterisi yaptılar. Gülcan kızımız da Sakarya Türküsü’nü şahane okuyup hep ağlattı izleyicileri. Biz Sakarya Büyükşehir olarak ev sahibiyiz. Ben de SBB Kültür Dairesi Başkanı olarak kafileyle yakından ilgileniyorum. Eşim Gülseren Hanım, o zaman on dört yaşında olan kızım Ayşenur (şimdilerde yazar ve Ankara’da Türk dili ve edebiyatı öğretmeni) ve on beş yaşında olan yeğenim Nisa da (şimdilerde Hatay’da sınıf öğretmeni) var bizim kafilede. Gündüzleri yol alıyoruz. Akşamları şehir şehir gösteri. Gençler çok neşeliler. Beni çok sevdiler. Ben de onları. Hepsi birer Ayşenur ve Nisa oldular benim için. Yolculuk sırasında beni mutlu etmek, bana jest yapmak için hep bir ağızdan türkü söylüyorlar: Yandi Kumonova / Tutuşti Preşova / Adabazar içinda / Fahri Beg hovarda. Ardından da bana bakarak güçlü bir alkış tutuyorlar. Ben renkten renge giriyorum. Eşim kızım yeğenimin yanında bana hovarda deyip gülüyorlar. Ben yerin dibine geçiyorum. Malum, bizim Anadolu Türkçesinde hovarda, gözü başkasının karısında kızında olan demek. Hangi hatunla yatıp kalktığı belli olmayan demek. O taraklarda hiç bezi olmayan biri olarak gençler hep bu şarkıyı söyleyip alkışlayarak bana baktıklarında, küçülüp küçülüp toplu iğne ucu kadar kalıyorum. Yüzüm kıpkırmızı kesiliyor. Eşime bakıyorum göz ucuyla. O da üzülüyor, benim gibi belli ki, içten içe. Her gün en az beş altı belki sekiz defa yaşanıyor bu komik ve dramatik durum. Bir çözüm arayıp duruyorum. Beşinci gün artık dayanamadım, misafir ekibin kafile başkanı Abdülmecit Nureddin’i çektim kenara. Durumu izah etmeye başladım. Abdülmecit’te gülmeye başladı.
- Ne var ki bunda Fahri Abi. Biz senin için iyi şeyler söylüyoruz. İltifat ediyoruz. - Ne iltifatı Abdülmecit. Beni yerin dibine sokuyorsunuz. Lütfen bir daha söylemeyin bu türküyü! - Nedenmiş Fahri Abi? - Hovarda bizde başkasının karısıyla kızıyla düşüp kalkan ahlaksız adam demek yahu! - Ne diyorsun sen? Bizim Makedonya’da, Kosova’da hovarda, cömert, yediren içiren, babacan, abilik yapan iyi insan demek. Sen de öyle birisin bizim için. Kaç gündür bizim için çırpınp duruyorsun. Bu sefer gülme sırası bana gelmişti. - O zaman gel şunu Gülseren Yenge’ne de izah et, vaziyeti kurtaralım, dedim. O da öyle yaptı. Yüzümün kızarmasından kurtulmuş olduk. Meğer hovarda kelimesinde, Anadolu Türkçesiyle Rumeli Türkçesi arasından ciddi bir anlam kayması varmış. Unutulmaz bir anıya dönüştü bu türkü, anlayacağınız.
Devam eden yahut gelecekte yapmayı planladığınız Balkanlarla ilgili projeniz bulunuyor mu?
Genel yayın yönetmenliğimde, 2013-14’te, iki yıl sekiz sayı çıkan ve sekiz Balkan ülkesindeki yetenekli Türk gençlerinin şiir, öykü, deneme, porter, araştırma ve türkülerinin yer aldığı, üç aylık edebiyat dergisi Balkan Türküsü’nü devam ettirmeyi çok istiyorum. Zira sekiz Balkan ülkesindeki şair ve yazarlarla iletişimim aynen devam ediyor. Balkanlar’da Türkçeyi yaşatmamız şart. Bunun yolu da edebiyattan, dergilerden geçiyor. Kaynak arayıp duruyorum. Yıllardır Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde yaptığım yazarlık mekteplerinde yakaladığım kırk genci, Rumeli’de geçmişte yakaladığım kırk gençle birlikte, örneğin Prizren’de veya Üsküp’te, on gün süreyle bir araya getirip bir Balkan Yazarlık Akademisi gerçekleştirmek istiyorum. On şair ve yazarla gideceğim tabii ki. Bunu başarabilirsek Balkanlar’da Türkçenin ömrünü kırk yıl daha uzatabiliriz, diye düşünüyorum. Bir de ölmeden gerçekleştirmek istediğim bir projem daha var: Türkçeyi Yaşatanlar. Yaşları Rumeli’de yetmiş - doksan arası olan, geçmişte Türkçe yazdıkları şiir, öykü, roman, araştırmalarla dilimizi yaşatan veya besteleri türküleri tiyatroları ile Türkçeyi yaşatan, çok sayıda kahramanımız var. Ve bir ayakları çukurda, bizler gibi. Her sene bir kaçını da Rahmeti Rahman’a uğurluyoruz. Alalh uzun ömürler versin, Prizren’de Zeynel Beksaç gibi, Sofya’da Sabri Alagöz gibi, Varna’da Rüstem Aziz gibi, Gümülcine’de Rahmi Ali gibi, toplasan tüm Bakanlar’da yirmi beş - otuz kahramanmız kaldı. Bu isimsiz kahramanların belgesellerini çekmek istiyorum. Başka birkaç projem daha var. Nasip bakalım…
Bir Balkan Esintisi Ailesi olarak röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederiz. Son olarak; sizin Balkanlar ile ilgili eklemek istediğiniz bir husus var mı?
Ben de çok teşekkür ederim. Bir Rumeli âşığı olarak, sorularınızla beni fevkalade mutlu ettiniz. Rumeli’de bugün Türkçeyi yaşatmak açısından çok yetenekli ve ilgili hemen her şehirde birkaç gencimiz var. Rumeli’de Türkçenin nöbetini tutan bütün altın kalpli kalemlere selam olsun. İçlerinden bir kısmının (Sibel Gülistan - Gümülcine, Şefika Refik - Kırcaali, Hüsrev - Leyla Şerif Emin ve Mehmed Arif - Üsküp, Taner Güçlütürk - Prizren, Hayat Memiş - Köstence/Bükreş, Alla Büük - Gagauz Yeri, Ehmine Üsein - Kırım) portrelerini yazıp Kırklanmış Portreler kitabıma da aldım zaten. Başka gençler de var. Size de bir ödev veriyorum, Necla Dursun yeğenim. Benim nöbetimi senin devralmanı, bu gençlerle Balkan Türküsü’nü bundan böyle senin seslendirmeni, dalgalandırmanı istiyorum. Malum biz, 1018’den beri Anadolu’da, 1354’ten beri de Rumeli’de Türkçenin nöbetini tutuyoruz. Benim nöbetimi sana devretme zamanı geldi gibime geliyor. Bu bir bayrak yarışı. Bayrak nöbeti. Hayırlı olsun sana da güzel kızım. Mübarek olsun, yeni nöbetin.