Söyleşi: Necla Dursun

 Öncelikle Bir Balkan Esintisi için röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Sn. Fahri Tuna, Adapazarlı olduğunuzu, mühendis olduğunuzu, portre yazarı olduğunuzu biliyoruz. Ancak adınızı ilk defa duyanlar için bir de sizi sizden dinlemek isteriz. Bize kendinizden söz eder misiniz?

Kırk seneyi aşkın süredir kelimelerin ve düşüncelerin izini süren bir mühendis yazar, diyelim. Kimilerine göre kelimelerin mühendisi, kimilerine göre kültür mühendisi, Mehmet Şeker’e göre Portrelerin Efendisi. Atom Karınca diyen de var Bıyıklı Fatih Terim veya Çağdaş Malkoçoğlu diyen de. Hatta Mukadder Gemici, Yetenek Avcısı der benim için. Belki bunlardan birisiyim, belki hepsinin ortalaması. Bilemeyeceğim. Benim düşünceme gelince; henüz çözebilmiş değilim kendimi. Kolay mı? Leylek kollu yazar amca, diyelim geçelim. 

 

Bize yazınsal geçmişiniz ve eserleriniz hakkında bilgi verebilir misiniz?  

Lise birinci sınıfta, hepimize hikâye ödevi veren Türk dili ve edebiyatı öğretmenimiz Kemal Özdemir tarafından ilk fark edilişim. (Modern zamanlar buna keşif diyorlar.) Ardından lise son sınıfta okulun Edebiyat Kolu Başkanlığım var. Ne hikmetse Mühendislik Fakültesine gittik. Nasip işte. (Daha ilkokula gitmeden önce yakın çevrem, bu çocuk ya mühendis ya doktor olacak, diyordu zaten.) Okuyan yazan bir gençtim. Şiirler yazıyordum. Çok şanslıydım: Mühendislik Fakültesinde okumamıza rağmen, Şair Osman Sarı, Şair Yılmaz Güney, Hikâyeci İsmail Kıllıoğlu hocalarımızdı. Yazdıklarımı onlara da gösteriyor, Mavera’ya Cahit Zarifoğlu’na gönderiyordum. Üniversite - II’de bir gün Adaapzarı İhvan Kitabevi’ne gittiğimde Özdeyiş Yazar Selahaddin Şimşek Ağabey ile tanıştık. Okuttukları ve yazılarıma eleştirileriyle asıl kalemimi terbiye eden odur. 1987’den itibaren beni biyografi ve portreye yönlendiren de odur. Allah rahmet eylesin. Geçen otuz yedi senede 13’ü biyografi, 5’i portre kitabı, diğerleri deneme, araştırma, söyleşi, sözlük olmak üzere, toplamda 24 kitabım yayımlanmış durumda.  İki kitabımla, biri Aynalıkavak Yazıları, Türkiye Yazarlar Birliği 2011 Yılın Şehir Kitabı Yazarı, diğeri Kırklanmış Portreler, ESKADER 2022 Yılın Portre Yazarı ödüllerini almışlığım da var. Yirmi üç ülke görmüşlüğüm, yüzü aşkın şehrin portresini, ünlü ünsüz ayırmadan, özgün - yazılabilir bulduğum üç yüzü aşkın kişinin portresini yazmışlığım var. Benim portremi yazar mısın, diyen hiç kimseyi yazmadım hayatta. Kalbime düşen ve benim kantarımca hak eden kişileri yazdım hep. Sağ oldukça bu ölçütle yazmaya devam edeceğim.  

 

Siz doğma büyüme Adapazarlısınız ancak hemen her platformda dile getirdiğiniz bir husus var ki o da Balkan coğrafyasına olan sevginiz. Bu sevginin kaynağını ve soyadınızın Tuna olmasının bununla bir ilgisi olup olmadığını öğrenebilir miyiz?

Adım Anadolu (Fahri), soyadım Rumeli (Tuna.) Çok haklısınız. Ama sizi şaşırtacağım için, peşinen özür dilerim. Ben Balkan kökenli bir ailenin çocuğu değilim. Atalarım Horasan, Doğubeyazıt, Maraş, Bilecik üzerinden Sakarya Kaynarca’ya yerleşip Okçular Köyü’nü kuran Yörük taifesi. Karakeçililerin Softalı Kolunun Okçu Boyuyuz. 1934’te Soyadı Kanunu çıkmış. Yazım memuru bakmış, bizim köyün yarısı Okçuoğlu. Bir kısmını Okçu bırakmış, diğerlerini - nedense - Tuna ve Tunca yapmış. Eyvallah. Hiç itirazım yok. Çok da memnumum. Da, soyadım Rumeliliğimden gelmiyor yani. 2002’den bu yana, 22 senede tam 61 kere Rumeli Seferi’ne çıkan biri olarak, benim Balkan sevdamın kaynağı bir başka: Lise ve üniversite öğrenciliğim sırasında biz Milli Türk Talebe Birliği’ne intisaplıydık. Kendimizi Akıncı olarak tanımlıyorduk. (Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan da bizim kurumun üst yöneticilerinden biriydi o vakit.) Yahya Kemal’in Bin atlı o gün çocuklar gibi şendik / Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik beyitinin de yer aldığı Akıncılar şiirini biz ruhumuza kuşanmıştık. 1912’de elimizden alınan Balkanlar’ı yeniden fetih rüyaları görüyorduk, MTTB Gençliği olarak 1970’lerde. Şuuraltımda, on yedi - on sekiz yaşımdan beri, Rumeli, bir Kızılelma’dır benim. Sapanca Şiir Akşamları Düzenleme Kurulu Üyeleri olarak (Hasan Duruer, İbrahim Uslu, Fahri Tuna), 2002 Ağustosunda Makedonya Ohri Gölü kıyısında Struga’da yapılan Şiir Akşamları nedeniyle üç gün Yunanistan (Gümülcine, İskeçe, Kavala, Selanik, Vodina) ve K.Makedonya’yı (Manastır, Resne, Ohri, Struga, Debre, Kocacık, Gostivar, Kalkandelen, Üsküp’ü) ziyaret edince, Balkanlar’a, bir defa daha ve yeniden âşık oldum. Bizden daha Anadolu, bizden daha Türk, bizden daha Müslüman olduklarını fark ettim. O gün bugün 61 kez kavuştuk birbirimizle. Akademi Rumeli projemizden Balkan Türküsü dergisine, Balkan Türk Şairleri Buluşması’ndan (Kırcaali, Komrat, Prizren) Bulgaristan’daki Türk gençlerini geliştirmeye yönelik (Kırcaali, Filibe, Sofya, Rusçuk, Şumnu, Burgaz’da) her ay bir Akademi Bulgaristan Yazarlık Mektebi yapmaya dek. (Bu arada dönemin Edirne Valisi (2012-14) Hasan Duruer’in Balkanlar’a ve benim dergi, akademi, şair buluşması türünden Balkanlardaki Türk geçliğine projelerime olağanüstü desteğini, burada minnetle ve teşekkürler yad etmeliyim. O da gerçek bir Balkan sevdalısıdır zira.) Geçen 22 yılda, Rumeli’ye olan borcumu bir miktar ödedim, diye düşünüyorum. Daha çok borcum var da.  

 

Sizin “Balkan Coğrafyası” tanımınız nedir?

Diğer ayağımız, diğer kalbimiz, diğer gözümüz. Bizim Öykücü Sedat Sayan’ın sözüyle diğer yarımız. Olmazsa olmazımız. Yüzde 80’lik yıkıma ragmen, Anadolu’ya oranla kat be kat Osmanlı eserini hâlâ bünyesinde yaşatan, her Filibe’ye, Üsküp’e, Prizren’e, Saraybosna’ya gidişimde, - başımdaki saç tellerimden ta topuklarıma kadar - ecdadımızın kurduğu muhteşem bir medeniyetle hemhâl olup iftihar ettiğim coğrafya. Ve her Türk köyünde ve her Türk kökenli erkeğin, kadının bakışlarından adeta Taraklı’yı, Kütahya’yı, Eskişehir’i, Konya’yı, Sivas’ı, Maraş’ı okuduğum, kalpleri Allah ve Ayyıldız sevgisi ile dopdolu, buram buram Türkçe kokulu kardeşlerimin coğrafyası. 

 

Balkanlara böylesine büyük bir sevgi ile bağlı olmanız Bir Balkan Esintisi Ailesi olarak bizi çok mutlu ettiğini belirterek söyleşimize devam edelim. Çok merak ettiğimiz bir konu var ki o da sizin şakayla karışık ve sıklıkla dile getirdiğiniz vasiyetiniz. Siz, emir hak vaki olunca Balkanlara defnedilmeyi vasiyet ediyorsunuz. Bu kararınız nasıl oluştu?

Ben ilk gençliğimden itibaren Balkan âşığıydım zaten. Görmeden âşık olmuştum. 2002’de vicahiyeye (yüz yüzeye, Yabancılar face to face mi diyor, ne) çevrilince sevgim üçe beşe katlandı. Hele Üsküp’ü görünce kendimden geçtim. Kaleden aşağıya; önde Mustafa Paşa Camii, solda altta Yahya Paşa Camii, Kadı İsa Bey Camii, ortada üstte Sultan II. Abdülhamit Han’ın eseri saat kulesi, yanında Sultan I. Murad’ın eseri Muradiye Camii, ortada altta Rıfai Tekkesi, Tefeyyüz Mektebi, Murat Paşa Camii, bizden çarşılar, arastalar, kapanlar, hamamlar, sağda altta Davutpaşa Hamamı, Vardar Nehri üzerinden Fatih Sultan Mehmed’in armağanı taş köprümüz… Her taraf ecdat yadigârı şahane eserlerle bezeli. Büyük şairimiz Yahya Kemal’in diliyle Şar Dağı’nda Bursa’nın devamı olan şehirdir Üsküp. Her gidişimde mutluluk sarhoşu olup kendimden geçiyorum. Ve ilk gördüğümde vasiyet ettim, evet: Vefat ettiğimde beni bu güzide şehre defnediniz! Üsküp merkezindeki Çayır Belediyesi Başkan Yardımcısı sevgili kardeşim Prof. Dr. Süleyman Baki, müjdeyi verdi geçenlerde: Abi, tarihi mezarlıkta yerini ayırttım. İstediğin zaman ölebilirsin. Nasıl teşekkür ettim, bilemazsiniz. Eşim Gülseren Yengenizin biraz itirazı var tabii: O acılı hâlimizle gümrüklerde cenazeyle mi uğraşacağız bir de. Uğraştırma bizi, vaz geç. Şöyle bir orta yol bulduk: Türkiye’de vefat edersem, 1999’da Emir Sultan’dan satın aldığım mezar yerime, Balkanlar’da vefat edersem Üsküp Çayır Mezarlığına defnediniz beni. Allah hepimize, hayırlı, bereketli, faydalı ömürler nasip etsin.

Allah gecinden versin’ diyerek söyleşimize ‘Adapazarı’nda Balkan göçünün etkileri’ bağlamında devam etmek istiyoruz müsaadenizle. Konuya sizin tafsilatlı olarak hâkim olduğunuz bir alan olan Adapazarı’nın kültür sanat hayatından başlayalım. Çünkü siz uzun yıllar şehrin yerel yöneticilerinden biriydiniz. Adapazarı, tarih boyunca Sait Faik'ten günümüze kadar çok sayıda ulusal şair ve yazarı yetiştirmiş bir şehir. Sizce Adapazarı'ndan bu kadar çok yönlü yazarın yetişmesinin nedeni ne olabilir? Bu yazarlar arasında Balkanlı olan var mı? Hatta sorumuzu şöyle genişletelim; kültür sanat anlamında Balkan göçü Adapazarı’nda nasıl karşılık buldu? Neler değişti, gelişti belki de dönüştü…

Adapazarı, 1881’de Bosna’dan Yenicami’ye iskan ile başlayan, yaklaşık bir buçuk asırlık süreçte, sürekli Balkan Göçleri ile beslenen bir şehir. Zenginleşen, gelişen. Ticaretinden Sanayiine, kültüründen sanatına, sporundan edebiyatına, en çok Rumeli’den beslenmiş bir şehir Adapazarı. Örnek vermek gerekirse; 9 Mart 1913’te, Türk-İslâm ekonomi tarihinde ilk özel sermayeli banka olan Adapazarı İslâm Ticaret Bankası’nı (sonraları 505 şubeli meşhur Türk Ticaret Bankası) kuran on üç müteşebbisin başında, Adapazarı Belediye Eski Başkanı Boşnak İbrahim Begoviç (Ocaklı) var. Kabaca bir asırlık Adapazarı markalarından Alikoka Bozası (Prizren), Köfteci Mustafa (Saraybosna), Mazlum Şekerleme (Debre ve Selanik), Gülseven Helva (Pirlepe), Köfteci İsmail (Pirlepe), Neşe Gazozu (Drama) hep Rumeli kökenlidir. Yazar Faik Baysal (Romanya), yazar Kerim Korcan (bir tarafı Arnavut), bestekâr M. Erdinç Şumnu (Şumnu), Tarkan’ın çizeri Sezgin Burak (Şumnu), Yazar Cüneyd Suavi (Şumnu), Yazar Selim Gündüzalp (Serez), Fotoğraf Sanatçısı Hüsnü Gürsel (Selanik-Sarı Şaban), Fotoğraf Sanatçısı İbrahim Zaman (Razgrad), Şarkıcı Ayşegül Aldinç (Saraybosna), Yazar İbrahim Gürel (Silistre), Şair Kadir Korkut (Kocacık), Yazar Necla Dursun (Kocacık) kökenlidir. Yaşayan Adapazarı Ansiklopedisi Erol Grişken Ağabeyimizin ailesi Üsküp kökenlidir. Siyasette başta Sanayi Eski Bakanı Dr. Nuri Bayar (Priştina) olmak üzere Balkan kökenli birçok milletvekili, belediye başkanı çıkartmış bir vilayetiz.

Sporda da çok sayıda Balkan kökenli şampiyonumuz ve A Milli Futbolcumuz var. En başta da Tuncay Şanlı Manastır Kınalı Köyü, NBA’deki ünlü basketbolcumuz Mehmet Okur Saraybosna kökenlidir. Daha birçok isim. Özetle, öz be öz Adapazarlı (bir Manav çocuğu) olarak söylüyorum:  Rumeli göçleri olmasaydı, bugün Adapazarı hâlâ bir kasaba kalmış olabilirdi.

 

Adapazarı demek biraz da çarşılar demek aslında. Ayakkabıcılar Çarşısı, Tenekeciler Çarşısı, Bakırcılar Çarşısı bunlardan birkaçı. Ancak hepsinden öte Uzunçarşı demek Adapazarı. Uzunçarşı deyince de Balkan göçleriyle şehre gelen eğitimli ve şehirli esnaflar akla gelmekte. Uzun Çarşı ve Balkanlardan gelenler arasında nasıl bir etkileşim oldu?

Uzunçarşı ve çevresindeki çarşılar 1700’lerden itibaren ağırlıklı olarak Ermeni ve Rum zenaatkâr ve tüccarların hakim olduğu bir yer iken, 1881’den itibaren Bosna’dan gelen, ticareti iyi bilen, şehirli Boşnaklar, yavaş yavaş o çarşıları ele geçirmişlerdir. Bugün o çarşılardaki tüccarlerın büyük çoğunluğu Balkan kökenlidirler, evet.     

                                                           (Haftaya: Balkan Göçlernin Adapazarı’na Olumlu Etkileri)