Kuran, öncelikle Peygamberimizin kalbine daha sonra ise onun mübarek ağzından sesli olarak muhataplarına ulaştırıldı. Bu sesli iletişimin kurallarını ihtiva eden ilim dalına tecvid ve kıraat ilmi adı verilmiştir. Tecvid ilmi ihtisas gerektiren bir konudur. Herkes sorumluluğu ve gücü yettiği kadarından sorumludur. Harflerin çıkış yârlerini ve on sekiz adet zıtlı ve zıtsız sıfatları doğru uygulayabilen kişiler bir de femi Muhsin denen ehliyet ve liyakat sahibi okuyuculardan alacağı ders ile insan doğru kıraata ulaşabilir. Kıraatı önemli, yapan hususlardan biride namazda kıraatin farz olmasıdır. Namazını bozmayacak derecede kıraat bilgisi her mümine gereklidir. Bu ilmi bazılarının iddia ettiği gibi değersizleştirmemek gerekir, bununla birlikte halkı da korkutmamalıdır.

Diğer bir husus ise Kuranın mushaflaşma ve yazım dönemidir. Mushafın özellikleri, yazı disiplini, noktalama, harekeleme, sure ayet tertibi ve vakıf işaretleri olmak üzere kitabete ait kurallar ve tecrübe gelmektedir. Kelimelerin yazımında ki farklılıklar muhafaza edilerek günümüze gelirken hat sanatıyla zirveye taşınmıştır. Sesin yazıya dönüşümü ve farklılıklarını korumak ve bilmek gerekir. Ayrıca kıraat farklılıklarını muhafaza eden ilmi de bilmek sünnettir.

Ses ve yazı anlamın kalıplarıdır. Bu kalıplar bize manayı sunmaktadır. Bu ise Kuran dilini doğru olarak bilmeye bağlıdır. Sarf, nahiv ve belağat ilmiyle beraber lügat ilmine de sadık kalmalıdır. Mananın inceliklerini anlamak için Kuran ilimlerine ve tefsir bilgisine sahip olmak gerekir. Bu bilginin ilk kaynağı Resulullah as olarak kayda geçilmelidir.

Anlamıyorsan Kuran okuma gibi fevri çıkışlar kimseye bir şey kazandırmaz. Türkçe konuşan toplumun Kurandan istifadesi kendi ilmi ve imani nispetindedir. Kitap okumak bir meziyet ve alışkanlık meselesidir. Kendi dilinde kitap okumayan topluma anlamıyorsan Kuran okuma demek sağlıklı bir görüş değildir. Merakım şu ki dini hizmetlerde bulunan imama, vaiz, din dersi öğretmeni, ilahiyat akademisyeni olan kişiler acaba baştan sona Kuranın mealini kaçta kaçımız okumuştur. Yüzdesi yarıdan yukarı çıkmayacaktır. Öyleyse halkın manevi bağı dinlemek ve okumaktır. Peygamberimiz Arap toplumuna dahi birkaç sureyi okuyabilene sevap olduğunu müjdelemiştir. Cemaat dinini vaaz, hutbe ve aileden gelen kültürle öğrenmektedir.

Cami cemaatinden bir sanayici günde yedi cüz okuduğunu, ayrıca Yasin, Mülk gibi yedi sureyi de okuyor, cemaatle namaza geliyor. Sabah bir de mukabele dinliyor. Helal ve harama önem veriyor, hayır ve hasenat yapıyor günlük on beş dakikalık zikr yapıyor. Bu kişinin okuması veya anlaması bu kadardır. Hatta rahmetli Fida amcayı tanırım. Camide bir gün Mushaf dolabını açmış tek tek Mushafları açıp öpüyor ve başına değdiriyor. Ne yaptığını sordum. Hocam ben Rabbimin kitabını okuyamıyorum ancak açıp öpüyorum dedi. Şimdi bu ve benzeri kişilere ne diyeceğiz. Yaptığının bir anlamı yok mu denilecek. Eşinin mezarında telefondan Yasin dinletenler mi arasanız ne çok farklı kişiler var.

AHU TUĞBANIN KIZI CALVİNİN İBRETLİK SÖZLERİ

ABD de vefat eden Ahu TUĞBA isimli artistin kızı olan Anjelik  Calvin’in İslam hassasiyeti dikkat çekicidir. “Allah'tan geldik Allah'a gideceğiz, kim olursak olalım. O benim annemdi. Benim arkamdan dua eden bana Allah'ı kitabı tanıtan. Ne güzel bir anne ki; bana Kur'an-ı Kerim gibi büyük bir miras bırakmış, ahiretimi kurtarmış. Benim hakkım ona helaldir. Onu çok seviyorum. İnşallah çok yaşamam da ona kavuşurum. Allah Naim cennetlerini nasip etsin.” diyen Calvin, annesinin küçükken kendisine ilk Ayetül-Kürsi’yi öğrettiğini söyledi.

 “Ben sakinim Allah’a güveniyorum. Allah verdi, Allah alır. Duasını okuyalım da tam rahatlayacağım. Toprağa verelim teyzem. Artık duasını edelim. Çarpılacağız ya Allah katında. Bitsin şu anma töreni.” İfadelerini de  kullandı.

“Allah'tan geldik Allah'a gideceğiz, kim olursak olalım. İstiyorsa Cumhurbaşkanı, dünyanın en büyük yıldızı olalım, döneceğimiz yer Allah'ın yanı. Benim tek isteğim, hepinizden duanız. Onu seviyorsanız on saniyenizi ayırıp bir Fatiha okuyun. Başka hiçbir şey istemiyorum. Tek isteğim sizden duanız.” sözleri ise Calvin’in teslimiyetini gözler önüne serdi.

 “Yaradan Rabbime şükür olsun. Hepimize ibret olur inşallah, sevenlerimiz hayattayken onlara sarılmayı biliriz ben çünkü sarılamadım. Tek bir şey söyledi 'kızım beni burada bırakma, bir şey olursa' dedi. Onu da Allah'ın izniyle yerine getirdik. Ne diyebilirim ki o benim annem. Ne kadar artist de olsa o benim evde gecelikle oturan, benim okuldan gelmemi bekleyen bir anneydi yani. Anne o yani. Dua öğreten, dua okuyan, istediği kadar sanatçı olsun. O bir anneydi benim için o yüzden Allah nur içinde yatırsın. Ne güzel bir anne ki bana Allah'ı, kitabı öğretti. Daha küçücüktüm; bana dualar okuturdu. Allah'a şükürler olsun ki annemi kendi topraklarımızda gömebildim. Gavur ellerde bırakmadım."

Bize özellikle 28 Şubatta hayatı dar eden gazeteci Ertuğrul Özkök ise cenazesinin nakliyle ilgili şöyle yazmış. “Muhafazakâr bir partinin Kültür Bakanlığı’nın, muhafazakâr bir iş insanın, iktidara yakın bir televizyon kanalı sahibinin Yeşilçam’ın en vamp karakter rollerini oynayan bir kadın için böyle aleni ve gönüllü biçimde yardıma koşmasını bir kenara not ettim.” Diyerek takdirlerini söyleyip “Galiba artık çoğumuz, üzerimize yapıştırılan ve bizi bölen, kutuplaştıran etiketlerden kurtulmak istiyoruz.” Düşündürücü ama samimi mi derseniz, sanmıyorum.

Söz nerden nereye geldi, Kemalist eğitimin çarptığı halkından çok şey bekliyoruz. Yanılıyor muyum?