Adapazarı hayatının büyük çoğunlukla ovada yaşanması şehrin karakterinin esas zeminidir. (Hızırtepe, Maltepe taraflarından yahut Serdivan’dan baktığınızda belki bütün ovayı uzaklardan görebilirsiniz fakat burada zaten hakiki manadaki Adapazarı’nın dışındasınız demektir.) Bu durum; düzlüğün başrolde olduğu bir şehirde gezerken sizi şaşırtan şeyleri görebilmeniz için sürekli yaklaşmanız gerektiği anlamına gelir. Buna sebep olan; Sakarya nehrinin uzak diyarlardan taşıyıp Adapazarı ovasına serpmiş olduğu toprakla pürüzsüz hale dönmüş bir zeminin getirdiği görüş ölçeği planıdır. Böyle bir topoğrafyanın varlığı insanda hem bir eşitlik duygusu hem de bu zemin üzerinde eğer farklılıkları görmek istiyorsan ancak oraya vardığında görebileceksin algısını yerleştirir. Aynı duygunun; tepeler üzerinde, yokuşlar üzerinde kurulu bir şehirde veyahut çeşitli yerlerden denize inen bir şehirde hissedilmesi mümkün değildir.

Adapazarı’nda olan Bruegel’in Karda Avcılar tablosunda uzaktan görünen bir manzara gibi değildir. Bu resimde avdan pek de istedikleri sonucu alamadan döndükleri anlaşılan avcıların bulunduğu tepeden seyrettiğimiz manzaralarda köy ahalisinin farklı yamaçlarda bambaşka eylemler ve duygularda olduğunu fark edebiliriz. Böyle bir coğrafyada başkalarının hikâyeleri onların iradeleri olmaksızın bakanın dünyasının bir parçası olur. Gözün seçebildiği uzaklığa kadar mesafe arttıkça izleyenin görerek bir karakter yerine koyabileceği nesnelerin görüntüsü eşit gibi dursa da fiziki büyüklükleri artabilir.

Oysaki Adapazarı’nda yaşananları böyle uzak bir köşede oturup buradan takip etme imkânınız yoktur. Görüşün önü sürekli sokak köşeleriyle, binalarla ve çeşitli nesnelerle kesildiğinden Adapazarı’ndaki görme deneyimi oldukça kısa mesafeler üzerine kurulmuş bir ölçek demektir. Dolayısıyla görmek ancak oraya gitmekten sonra gerçekleşebilecektir. Bu kendine has topografik durum içinizde özel bir duygunun ortaya çıkmasına sebep olur. Zihinlerdeki sokak manzaraları, binaların dış cephelerine bakış, bir müddet yol aldıktan sonra yönlerin ne tarafa düştüğüne dair çelişki yaşama hissi bu mesafelerle ilgilidir.

Uzaklara bakıp kendini başka hikâyeler üzerinden anlamlandırmaya çalışma imkânının olmaması bir bakıma insanı, bu temel hasletin yerine geliştirecek bir tavır içinde olmaya da zorlar. Yine bu sebepten müsebbibini görmeden seslerini duymaya alışırsınız ve sesler genelde görüş mesafesinden daha uzak bir menzilden haber getirirler. Soğuk kış geceleri sessiz sokaklarda yürürken uzaklardan gelen köpek ulumaları göremediğin fakat hissettiğin bir Adapazarı duygusunu insana yaşatır.

Sıcak havalarda ise evlerden taşan düğünleri, sünnetleri kimi zaman da cenazeleri uzaklardan göremez ama yaşanan telaşın seslerini işiterek şahit olursunuz. Evlerden bahçelere buradan da bir incir veyahut yenidünya gölgesinden sokağa taşan böyle heyecanlara merakınız varsa ancak oraya gidip törene dâhil olarak tanıklık edebilirsiniz.

Adapazarı’nın ahalisinden meraklı olanlar (Bu kişiler o çevrede bu özellikleriyle meşhurdur.) ancak evlerinin pencerelerinden önlerindeki sokaktan geçen araçları ve insanları takip edebilirler. Bu tür insanlar ömürleri boyunca fırsat bulduklarında takip edecek hikâyesi sınırlı olan sokaklar yerine büyük caddelere taşınmayı arzu ederler. Ben de dedemlerin Çıracılardaki konağının oturma odası penceresinden karşı apartmanın altındaki bir kadın kuaförüne gelen gelin arabalarını yıllarca izlemişimdir. İçeriye böyle bir kalabalığın girdiğini fark ettiğim vakitlerde pencerenin önündeki sedirin üzerinde, aşağıda arabasının yanındaki damada eşlik ederek uzun süre bekler, gelin kuaförden çıktığında da onlarla birlikte ben de mutlu olurdum.

Tüm bu deneyimler topografyanın şehir üzerindeki etkisine dairdir. Şehrin; Sakarya nehrinin getirdiği alüvyonlarla oluşan verimli ova ve bu geniş düzlük üzerinde irticalen kurulan sokaklardan ve onları bütünleyen Semerciler, Tığcılar, Yenicami, Hasırcılar gibi mahallelerinden oluşan kimliği bu şekildedir.