Dünya çok değişti dostlar. Hayat çok değişti. Hız kazandı her şey. Eskiden bir hatta iki ayda yaşananlar yirmi dört saatte yaşanır oldu. Bu her ama her ögeyi de değiştirdi.
Günler kısaldı Kanlıca’nın ihtiyarları diyen Yahya Kemal’e selam olsun. Sadece günler kısalmadı üstad; artık mesafeler kısaldı, aşklar azaldı, sözler sıradanlaştı. Ve yeni bir çağa girdik elbirliğiyle: Twetter devrimi gereği, yüz kırk dört harften ibaret bütün bir hayat. Artık her şey, - o da en fazla - yüz kırk dört simgeden ibaret dünyamız. Romansa roman, öyküyse öykü, şiirse şiir; yüz kırk dört harfte söyleyeceksiniz sözünüzü. Yoksa? Fazlası yasak mı? Değil elbet ama dinleyen bakan kulak veren yok ki. Alıcısı olmayan malın… Gerisini anladınız siz.
İşte böyle bir sonbahar sabahında, ihtiyar dünyamız yeni bir edebiyat türüne daha uyandı: Küçürek öykü. Aman Allah’ım; bu da neydi böyle? On cümleyle, ne on cümlesi, on kelimeyle öykü yazılacaktı artık. Olabilir miydi böyle bir şey? Olmuştu bile. Oluyordu işte; artık hepimiz Twetter kuşağıydık.
Kabul edenler, etmeyenler? Edilmedi tabii. Hangi yenilik kabul edilmişti ki hemencecik. Önceleri çok karşı çıkıldı, - Ali Ayçil ve A. Ali Ural gibi - hâlâ da karşı çıkanı bol bu türün. Bir yandan da, suyun yolunu bulması gibi, adım adım yaygınlaşıyor. Direniş de gevşedi git gide. Edebiyat dergilerimiz de sayfalarını açmaya başladı küçürek öyküye son zamanlarda.
Gavurların - anladığınız siz ne demek istediğimi - minimal öykü ( short short history) dediği bu ilginç türün öncüsü kim ülkemizde? Piri, yolbaşcısı, öncüsü? Ferit Edgü hiç kuşkusuz. Başka yazıcıları da var ama bu yolun Dedem Korkut’u Ferit Korkut ağabeyimiz. Hakkını teslim edelim evvela.
Bana hiç küçürek öykü yazarı tanıyor musun? Diye bir soru sorduğunuzu duyar gibiyim. Sordunuz mu sahiden? Sordunuz sordunuz, inkâr gelmeyin. Cevap Veriyorum: Evet! Hem de genç ustalarından birini: Arzu Özdemir’i. Arzu kardeşimi. O, Türk küçürek öyküsünün hem kara sevdalısı hem en iyi temsilcilerinden hem de geleceği; diyeyim size.
Ne menem bir şeydir bu küçürek öykü diyecek olursanız, Arzu Özdemir’in Düşekalan öyküsünden bir örnek vereyim hemen size: Düşünde gördüğü bir kadına sırılsıklam âşık olduğundan bahsetmişti. Böyle bahtsızlık görmediğimi söyledim ona. Dahası var, dedi. O da beni sevmişti. Gördünüz işte; on dokuz kelimede kelimece kelimelik, uzun upuzun dolu dolu bir öykü.
Arzu Özdemir’e kulak verelim: ‘Bir öykü yazdım. On iki kelimelik bir öykü. Yazmam tam iki hafta sürdü. On dört koca gün. Ne üzüldüm ama. En son karar verdim: Aman be, yeter üzüldüğüm, yazayım da biraz da okur üzülsün. Yazdım rahatladım.’ Gelin Ölümlü o öyküyü birlikte okuyalım: O adama taparcasına âşıktı. Ta ki bir gün… Adam hapşırdı ve kadın ‘Çok yaşa’ dedi.
Arzu Özdemir nereli mi dersiniz? Ne siz sorun, ne ben söyleyeyim. İnsan kaç şehirli olabilir mesela? Bir. Bilemediniz iki. Haydi olsun, üç. Ya Arzu Hoca? (Yirmi senelik Türk dili ve edebiyatı öğretmeni olduğu için Arzu Hoca diyorum ona.) Tam tamına on şehirli bir yazarımız o. Üşenmeden, kırk yıllık ömründe yaşadığı şehirleri sayayım size: Elazığ, Muş, Turhal (Tokat), Afyon, Malatya, Elbistan (Maraş), Bingöl, Uşak, Erzincan, Gaziantep, İstanbul ve Karasu (Sakarya). İçinizden tam yazar olacak insan; ne çok şehirde ne çok olay yaşamış, insan tanımış diyor olabilirsiniz; eyvallah. Ama bir de yaşayana sormak lâzım.
Sordum Arzu Hoca’ma; her şehir bir cümleyle nedir senin hayatında diye, bakınız neler söyledi: Elazığlıyım dediğimde ‘Aaa Elazığlılar iyidir’ demeleri hoşuma gidiyor. Muş, bir köpeğin beni kovalaması ve rahmetli annemin bana su içirmesi demek zihnimde. Ne zaman Turhal’ın adı geçse içimi çekerim; on iki yılım; lojman bahçesinde babamın ektikleri, annemin salça ve kuşburnu pişirmesi, ah bisiklet aşkım. Afyon’u hiç sevemedim; soğuk, çok soğuk. İnsanları gibi. Malatya; üniversite hayatı, dedemin sobalı evi, teyzemin bahçesi, kafesinden çıkmış kuştum orada. Erzincan; özlemle andığım şehir. Terzi Baba Mezarlığı, maneviyat. Hiç bu kadar düzenli bir şehir görmedim. Yedi yıl öğretmenliğim. Şeker lojmanları, çam ağaçları, sincaplar, komşuluk, samimiyet... Gaziantep; Evlilik dolayısıyla taşındım. Son derece gösteriş meraklısı insanlar. Sanki oraya yemek yemeğe gitmişim gibiydi. İstanbul; Zeynep’in babasının işi dolayısıyla taşınma. Mutsuz günler ama Allah’ın bana verdiği en güzel hediye: Kızım. Karasu (Sakarya): Hayallerime emekli olmadan kavuşma şansım. Küçük bir sahil kasabası; rahat, huzurlu, dingin, sakin bir hayat. Yazarlık serüvenimin başladığı yer. İlk yayımlanan öyküler, ilk kitap, ilk söyleşi, ilk atölye… Kızımla özgür, minnetsiz bir hayat. Kırk yaşıma burada girdim, kemâle burada erdim. Seviyorum burayı.
İlk yayımlanan öyküler deyince, - şimdi Gümüşhane’de yaşayan - Karasulu şair Cengizhan Genç aklıma geldi. Cengizhan, Arzu’nun, her adı geçtiğinde minnetle andığı ve Cengizhan’a ne kadar teşekkür etsem azdır; edebiyata, yazmaya küsmüştüm. Yazdıklarımın bir kıymeti olmadığına inanmış ve bırakmıştım. O inandırdı beni. Onun sayesinde tekrar edebiyata döndüm dediği bir isim. Cengizhan Genç’e de sordum Arzu Özdemir’i. Bakın onu ve o günleri Cengizhan nasıl anlatıyor: Aynı okulda öğretmen olarak Arzu’yla tanışıp şiirlerimi gördüğünde, ‘ama bunlar iyi’ diye şaşırmış ve kendisinin de yazdığını ancak bir süre sonra bıraktığını söylemişti. Yazdıklarına baktığımda ‘nasıl bir yeteneği sandığa kilitlediğini’ ilk bakışta anlamıştım. Sanıyorum ki taşradan biri olarak benim yazıyor ve edebiyat dünyasında bir yerde duruyor olmam bana inanmasını sağladı ve yazılarını gün yüzüne çıkarmasını söylememi ciddiye aldı. Şimdi iki kitabı var. Türk edebiyatı için büyük bir şanstır Arzu. Teşekkürler Cengizhan Genç. Sen de hem bizler hem Arzu Hoca için bir şanssın. Bilesin.
Evet; yayımlanmış iki kitabı var Arzu Özdemir’in: Dil Sürçmesi ve Kısa Devre. Bu kadar kısa, kısacık öykülere başka hangi isim verilebilirdi ki, değil mi ama. Bu güzel isimler için ayrıca kutluyoruz yazarımızı. Öykü başlıklarından birkaçına bir göz atar mısınız lütfen: Erkenci / Paradoks / Sıradaki / Hayalperest / Düşekalan / Teraryum / Arketip / Sağaltım / Bıkkın / Eksiltili / Tutulma / İlinti / Çıkarım / Palavra / Avuntu / Düş Kaçkını / Öte Yaka / Göçüşme / Dayatma / Farksız / Kaçış / Heykeltıraş.
Her iki kitabında da yer alan özgeçmişi ne kadar müthiş ve ironik. Ve tam ona yakışan üslupta: 1979’da Elazığ’da doğdu. Henüz ölmedi. On iki kelimeyle koca bir öyküyü yazan yazara ne kadar da yakışmış, değil mi?
Küçürek öykü bana şiiri hatırlatıyor kısalığıyla. Şiirsel öykü sanki. Kısa, öz, etkili. Şiirdeki sehli mümteninin / kolay söyleyişin yakalanışı. Müthiş zor. Ama o oranda da kıymetli. Ve Arzu Özdemir bunu başaranlardan. Kanaatim budur.
Arzu Özdemir’in öykülerinde hüzün ve karamsarlık hâkim, evet. Yaşadıklarından mı dünyanın bin bir hâlinden mi bilinmez, umudu az hüznü çok kitaplar onunkiler. Yazdıklarımız biraz da biz değil miyiz? Elbette. Öyle olsun bakalım Arzu Hoca’m, İnşallah kalan ömrün huzur ve saadetli geçsin. Ki öyle öyküler yazasın.
Nasıl her şair bir dizeden ibaretse benim için, her küçürek öykücü de bir öyküdür. Arzu Özdemir benim için, Yerdeki Kan öyküsünden ibarettir: Yıllarca özenle tuttuğum günlüğümü yaktım. Yine de yaranamadım. Öyleyse darağacına götür beni, dedim. Lakin kurşuna dizildim.
- maalesef eksik bilgi verdim size - bir kitabı daha var Arzu Özdemir’in; adı Zeynep K. Bakmayın siz Arzu Hoca’nın kızı Zeynep K.’nın on yaşında olduğuna. Büyümüş de küçülmüş maşallah; çok zeki, çok iyi okuyan, çok iyi düşünen, çok iyi analiz eden, sanki yirmi beşinde olgun bir genç kız. Vallahi helal olsun. İkinize de.
Cengizhan Genç’e göre Arzu’nun öyküleri Van Gogh tabloları gibi. Sade fakat alışılagelmemiş bir derinlikte. Eyvallah Cengizhan. Altına imzamı atıyorum, izninle.
Küçürek öykümüzün genç ustası Arzu Özdemir.
Bir kavram da ben üreteyim, bu vesilesiyle. Madem küçürek kavramı var, zıddı yani büyürek niye olmasın, değil mi? Büyürek ustamız o. Uzunca boyu, etlice yüzü, kemiklice vücudu ile de uyumluca.
Evet evet: Arzu Özdemir; küçürek öykümüzün büyürek ustası o. Hiç kuşkusuz öyle. İnanıyorum.