Ümit Yaşar Oğuzcan’ın “Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın.” sözünü kaç kişiye ithaf etmek isterdiniz hadi itiraf edin. Kimse duymuyor nasıl olsa. Hayatımızı zorlaştıran pek çok kişi varken insan en çok kendini yargılıyor. Hep bir mükemmel olayım havasındayız. Olamayınca da kendimizle küsüyoruz. Oysa kendisiyle barışık olmayan kişinin başkasına da bir hayrı olmadığını ben değil psikologlar söylüyor.
Hayat zor. Mücadele kaçınılmaz. Yorgunuz elbette. Kırgınız da. İçimizde kimsenin bilmediği sancılar, hiçbir reçetenin iyileştiremediği yaralar var. Bazen ruhumuzda, Yılmaz Odabaşı’nın “Kimse bilmez be canım/Bir yara, bir ömrü nasıl kanatır.” dizeleri yankılanıyor. Yine de bir şekilde yeniliyoruz, yeniden ayağa kalkıyoruz. Bu konuda Nietzsche’nin haklı olmasını umuyorum. Belki de bu, bizi güçlü kılıyor.
Çağımızın en büyük problemlerinden biri depresyon. İlaç sektöründe çalışan bir tanıdığım toplumun kayda değer bir bölümünün ağır depresyon ilaçları kullandığını söylemişti. Bunca sorunlu insanla uğraşan normal insanların da normal kalamayacaklarını anlamak zor değil. Aklıma “Herkesin deli olduğu bir yerde akıllılık da bir deliliktir.” sözü geliyor. Bulaşıcı bir delilik yaşıyoruz sanki. Bu da sinirleri geriyor. İşler istediğimiz gibi gitmeyince moral bozukluğu kaçınılmaz oluyor.
Sokrates’in, eğitim verdiği yerin girişine “Kendini bil!” yazdığı rivayet olunur. İnsan şöyle düşünebilir: Niye bilmeyeyim ki? Tabii ki her şeyin farkındayım. Ama öyle değil işte. Kendini bilmek çok zor. Başkalarını yargılamak, eleştirmek, suçlu bulmak, kötü giden şeylerin sebebi saymak daha kolay. Çünkü kendini bilmek; yanlışları düzeltmeyi, kendini yargılamayı, eksikleri tamamlamayı, sorumluluk almayı, ilerlemeyi, dünyaya ve insanlara karşı duyarlı kalmayı, milli ve evrensel duygular hissetmeyi gerektiriyor. Bunca zahmete girmek de kolay değil elbette.
Kendini bilmekle kendine küsmek arasında ince bir çizgi var. Bütün iyi şeyler gayret ettikten sonra olmuyor mu? Wıll Smith’in Umudunu Kaybetme filminde dediği gibi “Belki de mutluluk, sadece kovalayabildiğimiz bir şeydir.”
Bilim adamları kainatın yaklaşık 13.5 milyar yaşında olduğunu söylüyor. İnsanoğlunun dünyadaki varlığı da milyonlarca yıl kadar geriye gidiyor. Bizim varlığımız koskoca kainat, koskoca dünya içinde nedir ki? Bir nokta bile değil. Kendimize benlik vermek, bunca kızmak, kırıp dökmek hiç anlamlı gelmiyor. Ama iyi şeyler yaptıkça varlığımız bir anlam kazanıyor. Şu dünyadaki varlığımız neyle ilgilendiğimizle, neyi kovaladığımızla çok ilişkili. Eğer ilerlemenize engel oluyorsa affedin kendinizi ve başkalarını. Yolunuza devam edin.