BİR YAZI HİKÂYESİ

Eğer siz bir konuda kararlı iseniz işin yarısından çoğunu başarmışsınız demektir. Şunu daima aklınızda tutun, başarma konusunda kararlı olmanız her şeyden çok daha önemlidir. (Abraham Lincoln)

Gülse Birsel beni tanımıyor. Ama daha tanışmadan beni fırçalamışlığı var. Baştan anlatayım hikâyeyi.

Seneler evvel çalıştığım yerde bölüm başkanımızın “sen yaparsın dolduruşuyla” gazetede yazı yazmaya başladım. Edebiyatçı olmama güvenerek aldığım kalem elimde, iki çiziktirilmiş kâğıt önümde kara kara düşünüyorum. Zorla morla bir yazı yazdım. İçimden diyorum ki: ”Edebiyatçıyım canım ben. Yazarım tabii. Bildiğim şiirleri de eklerim, olur biter.”

İlk yazım yayımlandı. Hiç okuyan yok. Oysa iç sesim beni gaza getiriyor: “Edebiyatçısın sen.”              diye. Beklenti içindeyim. Şöyle biri durdursa da konuşsak. Yok, kimse yazıdan bahsetmiyor. Baktım olmuyor. Ben sormaya başladım. “Yazım çıktı, okudunuz mu?” falan. İnsanlar kibar tabii. ”Hayırlı olsun, okuruz.” diyorlar. Umutlanıyorum. Sevdiğim ve nazımın geçtiği tüm yakınlarımla konuşurken bir punduna getirip yazı konusunu açıyorum. Yine bir gün yazıdan söz açtım. Aramızda şöyle bir diyalog geçti:

- “Yazı yazdım. Denk gelirsen bakarsın.”

-“Aaa gördüm Arzuhan.”

-“Nasıl buldun?”

-“Çok uzundu. Sonra okurum dedim.”

-“Olsun. Zamanın olunca okursun. “  ( Bendeki azme bakın. )

-“ Yalnız itiraf edeyim. Sonraya bıraktığım hiçbir yazıyı okumadım.”

Güler misin, ağlar mısın? Aman ne zormuş yazı işi dedim ama vazgeçmedim. İkinci yazımı yazdım. İçimden diyorum ki: “Kendim için yazarım. Okunmasa da olur.” Yazdım yazıyı. Yazının sonuna da şiir ekledim. Hep şiir eklerim diye karar aldığım için şöyle yazdım yazının sonuna: “Âdet olduğu üzere bir şiir ekliyorum buraya.” Bu sefer okudunuz mu diye kimseye sormadım. Nihayetinde kendim için yazıyorum fikrine bayağı inandırdım kendimi. İşe gittim. Mesai arkadaşlarımdan biri yanıma geldi. Gülüp duruyor. “Hocam ya, daha ikinci yazınız. Ne ara adet oldu şiir?”

Hoppala! Hani okunmuyordu? Diyemiyorum ki: Kafamdan bin yazı yazdım hepsine şiir ekledim. Sen görmediysen bana ne? Hık mık dedim ama alay konusu olmaktan kurtulamadım. Bu sefer inada bindi. Üçüncü yazımı da yazdım. Oldum olası ümitli biriyimdir. Elbet olacak diyorum. Gel zaman git zaman ben sormadan yazımdan bahsedenler olmaya başladı. Üniversitedeyken yaza yaza, yazı yazmak öğrenilir demişlerdi. Vay canına dedim. Haklılar galiba.

İç sesim: “Tabii canım, sen edebiyatçısın.” gazını vermeye devam ediyor. Bir gün bir baktım, önyargılarla ilgili yazdığım yazıyı hiç tanımadığım bir kişi bloğunun giriş sayfası yapmış. Ay ne mutlu oldum anlatamam. O ara beni yazı yazmaya yönlendiren bölüm başkanımız da başladı: “Yazılarını ulusal gazetelere gönder, oralarda da yazarsın.” demeye. İç sesim bir,  bölüm başkanım iki… İkna oldum. Gönderdim. Gülse Birsel’e bayılıyorum. Hep okurum kendisini. Bu ülkenin onun gibi yazılarını okurken mutlu eden insanlara ihtiyacı var. Gönderdiğim gazetede o da yazıyordu. O hafta bir yazı yazdı. Âdeta bana cevap veriyordu.  Gazetelerinde yazı yazabilir miyim, diye soranlara sesleniyormuş. O gazetede yazan herkesin, çok emek verdiğini, köşe yazmanın öyle kolay olmadığını falan yazıyordu. Mesajı aldım tabii. Ama vazgeçmedim. Dördüncü yazımı yazmaya koyuldum. Çünkü azimli olmak böyle bir şeydir.

Sosyal medyada bazı insanlar temizlik yapıyor, bazı insanlar tadilat, kimi sağlıklı yemekler yapıyor, kimi ise makyaj… Benim de yazılarım var. Yazı yazmayı çok seviyorum. Okununca yüzümde gülücükle herkese anlatasım geliyor. Bazen kendimi kandırıyorum: Okunmasa ne olur ki? Kendim için yazarımEdebiyatçıyım canım ben! Yazarım tabii, bildiğim şiirleri de eklerim, olur biter.   ; ))