Kendi mutluluğundan başka hedefi olmayan insan, en kötü insandır. (TOLSTOY)
Geçen gün bir şarkı dolandı dilime. Eski bir şarkı. Şimdi Göksel seslendiriyor. Şarkı sözleri şöyle: Sevil neşelen. Sevme yanarsın… Sevil de sevme, ağlama ağlat. Yoksa zehrolur, bu tatlı hayat…
Klip, kostümler, ritim, danslar harika. Göksel, Türkan Şoray dansları ve eskiyi çağrıştıran kıyafetlerle şahane doğrusu. Kaptırdım ritme. Devamlı söylüyorum. Birden fark ettim. Şarkı sözleri bu harikalığa ayak uydurmuyor. Verdiği mesaja bakın. Ağlama ağlat mı? Sevil de sevme mi? Bildiğin bencil, egoist ol diyor. Duygulardan kendimizi soyutlama konusunda bu devrin felsefesi de böyle gibi geliyor bana. Bencil bir şekilde tatlı hayat yaşamak isteyenlerin ve başkasının ne hissettiğiyle hiç mi hiç ilgilenmeyenlerin devri. Söz meclisten dışarı.
İyi niyetliysen safsın sanıyorlar. Birini takdir edersen, kıskanıyorsundur. Dürüstsen enayisin. Azimliysen hırs bürümüş gözünü diyebilirler. Para her şey değil desen, samimi değilsin. Yanlışlıkla bir hata yaparsan da senden kötüsü yoktur.
Doğruluk, çalışkanlık, azim, insani vasıflar, manevi değerler… unutulmadı elbette. Ama bir tuhaflık, bir terslik var sanki.
Kızımı bahçede oynamaya yolladığım bir sefer: “Aman, sakın kimseyi üzme kızım.” dediğimde bir komşum: “Bu devirde kötü çocuk yetiştirmek lazım. Yoksa çok ezilir.” dediğinde çok şaşırmıştım. Kötülüğe övgü mü yapılıyordu?
Benim niyetim kızımı korumaktı. Herkesle güzel güzel oynasın. Kimseyi ağlatmasın. Böylece kendini de korusun. Çünkü yapılanlar gün gelip kendi huzurunu da kaçırır. Eden bulur nihayetinde.
Ağlama ağlat, sevil de sevme politikasıydı söylediği. Bu politikanın sosyal bir çürümeyi doğurduğu gün gibi aşikâr maalesef. Kötünün bile alfa sanıldığı, kötülük yapmanın marifet ya da başarılı görüldüğü garip bir çağın insanıyız.
Toplumsal yanılgılarımız da var. Bu yanılgılar, dilimize de yansımış: Kızını dövmeyen dizini döver. Dayak cennetten çıkmadır. Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin. Devletin malı deniz, yemeyen keriz, Ya benimsin ya toprağın…
Sahip olduğumuz erdemli ruha hiç uymayan bu sözleri dikkate almayan birçok kıymetli insan var. Kadına, çocuğa, aileye hülasa insana değer veriyorlar. Komşularına nazik davranıyorlar. Çalışkanlar. Dürüstler. Doğrular. Gönülleri güzel, kalpleri güzel, gözleri güzel (gözler kalbin aynasıdır). Onların çoğalmasını diliyorum. İyiliğin son kalesini terk etmedikleri için benim kahramanımlar.
Yazının sonuna şiir yazmasam da (bkz. önceki yazı) söylediğim şarkıyı değiştiriyorum. Mesajı çok güzel. Ritim tutuyorum. Ajda Pekkan o güzel sesiyle söylüyor: Bilsen neler dönüyor şu garip dünyada. Arkadaşlık düşmanlıkla yan yana. Bazen sebep bir aşksa çoğu zaman da para. Değiştirir insanları bir anda. Hiç bunları kendine dert etmeye değer mi? Şu kısacık ömürler yeter mi? Hoş gör sen, affet gitsin aldırma. Büyüklük sende kalsın sonunda. Sen sarıl o sana sarılmasa. Sen unut, unutmasa. Hangimiz uğramadık sanki haksızlıklara. Dinle beni sakın uyma şeytana. Pişman oluyor herkes sonra yaptıklarına. Esir olma boş yere gururuna.