Yaz mevsiminde ve sıcak bir günde eski valiliğin olduğu yerde bir mitingde dinlemiştim. “Adalet güneş gibi herkesi kapsamalıdır” demişti. Fahri Tuna’nın sayımıyla 26 kişiydik dinleyici olarak. Gerçeklerin derin yüzüydü. O saf bir altın madeni gibiydi, içinde ayarını küçültecek katkı yoktu. Dünyada yaşıyordu ama dünyalı değildi. Ödüllere adım atmayan, büyük ödüle hazırlanan fikir adamıydı. Belki hakkında dedi kodu yapılmayan ve İlahi sevgiyle sevdirilen bir insandı. Doğduğu toprağın kokusu olsa da yerin ve göğün rabbine çağıran bir neferdi. Belki şarıl şarıl akan bir ırmak değildi fakat zemzem misali daima çağlayan fikirlere ve ülküye sahipti. Arı, berrak ve duru söylemi ve istikametiyle kendini tanımayana sitem etmeyen, tanıyanı ise derdiyle dertlendiren bir bakışa sahipti.
40 yaşından sonra resmi bir görevde çalışmadı. Kedine verilen maddi ödülü almayan ve ödül belgesinin ise postayla gönderilmesini isteyecek kadar bize yabancı hakka dost insandı. O ödüllere karşı alerjisi olan bir insandı. Onu yolda yalnız yürürken görmek mümkündü. Üstünde ki elbiseler yenilikle ve modelle değil, fikir ve hikmetle yarış halindeydi. Gittiğim bir düğünde damat beyin gelin hanıma hitaben okuduğu O’nun Mono Roza şiirini dinlediğimi bilirim.
“Dağların yıkılışını gördüm bir Venüs bardağında
Köle gibi satıldım pazarlar pazarında
Güneşin sarardığını gördüm Konstantin duvarında
Senin hayallerinle yandım düşlerin civarında
Gölgendi yansıyıp duran bengisu pınarında
Ölüm düşüncesinin beni sardığı şu anda
Verilmemiş hesapların korkusuyla
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim.”
Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır
Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır
Aşk celladından ne çıkar mademki yâr vardır
Yoktan da vardan da öte bir Var vardır.
“Bir ülke 150 yıl sistem tartışır mı? Madem öyle meşrutiyette, cumhuriyette, 1945 de bulsaydınız ya. Bulamazsınız ve bulamadınız. Siz sistemin esas olduğunu zannediyorsunuz. Yani bu geldi mi her şey bitecek, her şey gül gülistanlık olacak dendi bunlar biçim ve şekildir. Muhteva değildir. Muhtevası insanın kendi medeniyetidir. Kap ne kadar güzel olursa olsun içine koyduğunuz su güzel değilse, içtiğiniz su gene aynıdır. Suyun kalitesini yükseltmeliyiz. Bizi yaşatan idealimizi önce gerçekleştirmeyi hedef almalıyız.”
Bana hep sorulur ben derim ki “Bütün Müslümanlar birleşecek tek millet (İslam Milleti) olacak, tüm diller benim dilimdir diyecek, tek dilli değil çok dilli, benim milletimin çok dili var övünülecek bir şeydir. Benim ülkemin yedi iklimi var ancak benim ülkem tektir. Dâru’l İslam tek milletim var o da İslam milletidir. Irkım çok, kavim, toy çok. Bir tek ülkesi var. Bunun da tek devleti olmalıdır. Bir medeniyeti var o da İslam medeniyetidir. Dinleyenler bu mümkün müdür? Derler. Derim ki başka alternatif yoksa bunun zorluğunu düşünmenin anlamı yok. Hem dünyanızı ve hem ahiretinizi teminat altına alacak varsa olabilir ama yoktur. Devlet sistemi faklı olabilir. Ordusu tek ordu, ekonomisi tek olmalıdır. Kolay mı derseniz? Hayatta kolay olan ne var? Kölelik kolay mı?
İşte bu kutlu sözlerin sahibi: Diyarbakır Erganili Ahmet Sezai Karakoç’tur.
Rabbim rahmetiyle muamele eylesin. Cümlemize Diriliş Amentüsünden istifadeyi lütfetsin.