Ebu Cehil (asıl adı Amr b. Hişam ö. 2/624),  "hükkam" olarak Mekke'de dışarıdan gelen yabancıların aralarında anlaşamadıkları konularda ve münafere olaylarında hükmüne başvurulan bir kişi idi. Ebu Cehilin hayatını anlatan tarih kitaplarımızda onun farklı faziletlerinden de bahsederler. Hz. Peygamber'in, "Her kim Ebu Cehil'e 'Ebu'I-Hakem' derse hata etmiş olur, ondan Allah'a istiğfar etsin" sözü zikredilmektedir.

Kendisi akrabalık bağlarına önem veren bir kişi olarak rivayetlerde ifade edilir. Ebu Cehil'in bulunduğu meclisin hayırlısı, kendi dönemindekilerin kerimi, kavminin şerefli bir üyesi ve cömert biri olarak sıfatlandırılır… Ebu Cehil'in Mekke'ye dışarıdan umre ibadeti için gelenlere kendi evinde yemek yedirdiğini ve bu konuda da oldukça cömert olduğunu ortaya konmaktadır. Ebu Cehil bir gün Hz. Peygamber'e hitaben, "Biz seni suçlamıyoruz, fakat senin getirmiş olduğun şeyi suçluyoruz" demiştir.

Ebu Cehil'in kişiliği ile ilgili olaylardan biri de, kendisi akrabalık bağlarına önem veren bir kişi olarak rivayetlerde temayüz etmesidir. Şöyle ki, Utbe b. Rebla, Abbas b. Abdulmuttalib ve Ebu Cehil, Mekke tepelerinden etrafa bakarken, Benu Cahş'a ait evin boş ve kapılarının kilitli olduğunu görürler ve bu durum karşısında oldukça mahzun olurlar. Bunun üzerine Ebu Cehil, Abbas'a hitaben, bu durumun onun kardeşinin oğlunun işi olduğunu, topluluklarını parçaladığını, işlerini kötülediğini ve akrabalık bağlarını kopardığını ifade etmiştir.  Benzer bir şekilde de,  Bedir savaşı öncesi, akrabalık bağlarını kesip koparan ve kendilerine bilinmeyen bir şey getireni kahretmesi için Allah'a dua etmiştir. 

Süleym kabilesinden iki kardeş umre maksadı ile Mekke'ye gelirler. Şehirde ne satın alacak bir şey ne de misafir olacak bir kişi bulabilirler. Durumları bu vaziyette iken, yanlarından geçen bir topluluğun yemeğe gittiklerini öğrenince, kalabalığın arasına katılırlar ve bir eve gelirler. Evde, döşeğin üstünde siyah elbiseli bir adam ve ortada içi ekmek ve et dolu kâse görürler. Oturup hep birlikte yemek yerler. Kardeşlerden biri diğerine doyup doymadığını sorması üzerine, döşeğin üstünde oturan adam, yemeğe devam etmelerini ve yemeğin ancak yenilmek için ortaya konulduğunu söyler. Yemekten sonra, evin dışında bağlı develerin yemek için hazır tutulduğunu ve evin sahibinin de Ebu Cehil olduğunu öğrenirler. 
Bu özellikleri olan Ebu Cehili müslümanlaştırmak isteyenler olabilir mi? Olabilir ancak bu asla mümkün değildir. O da kendi ülkesini ve ideallerini korumak için Bedir savaşına maddi ve şahsi olarak katılım sağlamıştır. Şimdi Ebu Cehili vatansever kabul edebilir miyiz, bu asla mümkün değildir. O vatanı için Bedirde ölmüştür şehit diyebilir miyiz, asla mümkün değildir. O halde bazı insanlarda görünen olumlu haller, onları hakikatin temsilcisi oldukları anlamını taşımaz. Asabiyet, batıl gelenek ve şirk unsurlarını barındırması onun değersizliğine şahittir. Unutmamalı ki iblisin dahi bazen doğru söyleyebilmesi mümkündür.  Nebî sallallahu aleyhi ve sellem iblis için:

– “Bak hele! Kendisi yalancı olduğu hâlde bu sefer sana doğruyu söylemiş.

HANGİ İSAYA İNANIYORSUNUZ?
Yeryüzünde peygamber olarak iki İsa’dan bahsedilebilir. 1. Tevhidin öğrettiği İsa aleyhisselam 2. ise teslisin uydurduğu İsa’sıdır. Aynı isimden ve aynı şahıstan bahsetmiş olmak hakikat bakımından doru değildir. Biz Müslümanlar tevhidin öğrettiği İsa peygambere inanırız, Hristiyanlar ise daha sonraki yıllarda teslis esasının ifade ettiği İsa’dan bahseder ve iman ederler. Biz Müslümanların Hz. İsa peygambere nasaranın inandığı şekilde inanmamak onu inkar anlamına gelmemektedir Kuranın ifadesiyle Hz İsa dahi bu konuyu açıklamıştır. 

Allah, “Ey Meryem oğlu Îsâ! İnsanlara sen mi ‘Allah’ın dışında beni ve annemi birer tanrı kabul edin’ dedin?” buyurduğu zaman o şu cevabı verir: “Hâşâ! Seni tenzih ederim. Hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim şüphesiz sen onu bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin, ama ben senin zâtında olanı bilmem. Gizlileri tam olarak bilen yalnız sensin.” Maide suresi, 116

Netice şudur, bir insan Kuranın öğrettiği Hz. İsa’ya iman edince muvahhit oluyor, Hristiyanların inandığını iman edince müşrik oluyor. Çünkü onlar hakkı batılla karıştırmışlardır.

Sonuç olarak kim olursa olsun hangi insana nasıl inandığınız ve ne kadar değer verdiğiniz önemlidir. Hakikat, bir insanı putlaştırmamaktır. Hak ve hidayet üzere olan insanı, ardından gelenler de sapıklıklarına vesile edebilirler. Doğru insanı doğru tanımlamak gerekir. Yanlışı doğru tanımlamak vebal olduğu gibi, doğruyu yanlış tanımlamakta sapkınlıktır. Asıl olan doğruyu doğru tanımlamaktır. 

Salih kişilerin ölümünden sonra, önceleri onların anılarını canlı tutmak ve hâtıralarına saygı gösterip şefaatlerini dilemek amacıyla heykelleri yapılarak her birine temsil ettiği sâlih kişinin ismi verilmiş; fakat zamanla kutsallık yüklenen bu heykellere tanrı gözüyle bakılıp tapılmıştır. Nuh suresinde bu hakikat anlatılmıştır.

Unutmayın firavun dahi kavmine, Hz Musa’ya “Dini” koruma savıyla karşı çıkmıştır. Firavun, “Bırakın beni de şu Mûsâ’yı öldüreyim! Tanrısına yalvarsın bakalım (kurtulabilecek mi)!? Çünkü onun, dininizi değiştirmesinden yahut ülkede huzursuzluk çıkarmasından kaygı duyuyorum” dedi. Mümin suresi, 26