POST MODERN HAYATIMIZ NASIL BAŞLADI?

Alışveriş markaları, tv reklamları, bunların cingılları, televizyonda gösterilen pembe diziler, çizgi filmler, Amerikan sinemasından figürler, pazarlanan malzemeler arasındaydı. Ortada olan şey gayri mahalli ideolojilerin Türk halkına pazarlandığı; küçük bir kesiminde yapmış oldukları aracılık faaliyetinden nemalandıkları sömürgecilik dönemi sonrasına dair bir müstemleke düzenine de benzetilebilirdi. Sonraları bu düzenin mahiyeti farklılaşmış haliyle alışveriş merkezleri üzerinden, medya üzerinden daha da güçlenerek devam etti.

Televizyon reklamlarından çocuk kalbimi vuranları anımsayınca aklıma İntertoy’un, Mattel’in, Disney’in, Milka’nın reklamları geliyor. Haim Saban’ın çizgi filmleri de her zaman kendi ideolojisini geçirmeye çalışan ayrıntılarla dolu olurdu. Doksanlarda sinemalarda gösterilecek filmlerin reklamları da yine televizyonda çıkardı. Zaten Adapazarı’nda o yıllarda filmleri izleyebileceğimiz tek bir sinema salonu vardı. Reklamlarda tanıtılan filmler gecikmeli de olsa bir müddet sonra buraya gelirler haftalarca gösterimde kalırlar, bir Cuma günü ansızın yerlerini yeni filmlere bırakırlardı.

Üçüncü Adapazarı’nı oluşturan post modern nehri besleyen kolların en önemli ayaklarından biri de şehrin dış halkalarına doğru kurulmuş olan ticari ürün dağıtıcılarıydı. (Kelimenin İngilizce karşılığından türetilen distribütörün dilimizdeki yaygın kullanımı, dağıtımın kültür hatta dil seviyesinde olduğuna da işaret eder.) Buralardan en ücrada bulunan mahalle bakkallarına kadar servis yapılırdı. Önceleri bakkallar sonra da onların elinden işlerini alan zincir marketler sıradan bir Adapazarlı için dış dünyanın bu binbir çeşit ürünü ile temas edebileceği fiziki mekanlardı. Her ne kadar ideolojisi televizyon reklamları gibi medya araçlarıyla kurulsa da bu ürünler fiziki varlıklar olarak en çok bakkallar da ve marketlerde karşımıza çıkarlardı.

Artık etrafımızı saran kapitalist yaşamın kuralları içerisinden sıyrılmanın pek de mümkün olmadığını görebiliyoruz. Tarlasını eken üretici de aynı sisteme muhtaç, sabah sekiz akşam beş çalışan bir işçi de hem işini kaybetmemek için hem de evine geldiğinde tüketeceği yemeğini bir yerlerden kolayca temin edebilmek için aynı sisteme muhtaç. Bu açıdan mecazi anlamda uyanmanın da naifçe bir beklenti olacağını söylemek mümkündür. Böylesi bir uyanma, belki yerli mallarının teşviki anlamında bir bilinçlenme hiç de beklemediğimiz bir vesileyle ortaya çıkıp gündemimize giriverecektir. Bahçemizden topladığımız fındık yerine marketten çikolata kreması alarak, Sümerbank’ın ürettiği kumaş toplarının yerine fiyakalı kot ceketler giyerek, gazeteler kuponla ne verirse versin onları toplamaya çalışarak esasen neye mal olduğunu kestiremeden gönüllü bir değişimi başlatmıştık. İşte Üçüncü Adapazarı böyle bir zeminde ortaya çıktı. Büyük şirketler birey devlet arasındaki ilişkiye peyderpey sızıverdiler. Bu aldatıcı çağrıların peşinden koşa koşa gittiğimiz gözümün önüne şimdilerde beni ürperten sahnelerle birlikte gelmektedir. Aslında bir hikâye anlatıcılığının tesirine kapılıp ona ayak uydurmaya çalışmıştık. Tabi bu hikâyelerin ardındaki ideolojik yönlendirmelerin ne demek olduğu konusunda en ufak bir fikrimiz olmadan.

İnternet de; özel teşebbüslerin imkânlarıyla şekillenen yeniliklerin bir devamı olarak toplumsal hayatımıza dâhil oldu. Adapazarı’nda ilk internet kafeler açılmaya başladığı günleri iyi hatırlıyorum. Mekânın sorumlusu önümüzdeki ekranı açtığında ne yapacağımızı bilemez, ekrana doğru bakınıp dururduk. O da bize arama motoru üzerinden yapabileceklerimizi tarif ederdi. www... vesaire yazacaksınız diye tavsiyelerde bulunurdu. Bu anlamda düşünüldüğünde internet çağı Dördüncü Adapazarı olarak da birileri tarafından ifade edilebilir. Bütün hayatı boyunca internetin olmadığı, akıllı telefonların olmadığı bir dünyayı hiç görmemiş nesiller artık yetişkin diyebileceğimiz yaşlara geldiler. Bu açıdan benim burada Üç Adapazarı olarak tarif ettiğim hususlar sonuç olarak kendi deneyimlerim üzerine inşa ettiğim mecazi bir tanımlamadan ibarettir. Yine benden evvel de aynı tanımlamayı yaparak, benzer konulara değinen, özellikle deprem konusunu bu tanımlama üzerinden işlemiş olan kıymetli büyüğüm, Adapazarı’nın hem velisi hem de çelebisi olan Fahri Tuna’ya da buradan saygı ve sevgilerimi iletiyorum.