Şehrimizin zeminini kolay kolay terk etmeyen onun bir nevi mütemmim cüzü olan gerçeği mütemadiyen sislerle kaplı olmasıdır. Adapazarı’nın kurulu olduğu ovanın ayrılmaz bir parçası olan sis bulutlarını burada yaşadığımız hayatın da bir çeşit arka planı olduğunu düşünürüm. 

Fenni manada şehirde sisin bu denli yoğun olmasının ardında yatan pek çok sebep sayılabilir. Mesela; toprağın sadece birkaç karış altında mevcudiyetini sürdürmeye devam eden, şehirde inşaat yapılması gerektiğinde temel kazmak için uzun uğraşlarla tahliye edilmesi gereken yoğun bir sıvılaşmanın olması sisi çeken bir etkendir. Öte yandan düzlüğün üzerine çöken sisi dağıtacak hava koridoru oluşturacak yüksek tepeler de şehirden epeyce uzakta olduğundan güneş iyiden iyiye kendini belli etmeden sis öyle kolay kolay kalkıp gitmek istemez.

Ne var ki bu fiziksel tesirlerin etkisini bilsem de bulanıklaşmaya başlayan şehrin silueti ve üzerindeki eşyanın görüntülerinin ardındaki sırları bu kadar net ifade etmek kabil olmaz. Sisin oluşturduğu belirsiz görüntülerin ardındaki muğlaklık hissi ona kudretini veren soyut manaları ortaya çıkarmaya başladığında esasen o vakit sisin gönülçelen mahiyeti üzerine düşünmeye başlarım. Sisin bu özelliği benim yaşanan hadiseleri fiziki etkileriyle açıklamayı savunan tarafımı da unutmamı sağlayan bir etki oluşturur.

Sabahçı olduğum senelerde tek başıma Sabihahanım İlkokuluna giderken sisin altında gördüğüm bulvardaki süs havuzlarının, gar meydanının, valilik binasının beni tedirgin eden bir etkisi olurdu. Bunun tam tersine, farklı mahallelerdeki akraba ziyaretlerinden dönerken, eğer yaşıtım olan dost veyahut akraba çocuklarıyla yeteri kadar oyun oynamış ve gecenin tadını çıkarmışsak muzaffer bir edayla annemle babamın yanında yürürken sisin anlamı değişir, beni merkeze koyan etraftaki şeylerin önemini azaltan bir anlama bürünürdü. Hava soğuk olsa da sisin varlığıyla şehir kendisini, beni koruyan bir yuva sıcaklığında hissettirirdi.

Bazen yine böyle sisli günlerde Yenicami’deki evimizden çıkar dedemlerin on dakika yürüme mesafesinde Çıracılar’da bulunan konaklarına giderdim.  Müstakil evlerin yanından geçerken onların muğlak görüntüsü, bahçelerindeki ağaçlar, odun depoları… Sokağın muhtelif yerlerindeki bu yapıların önünden geçerken duyabileceğiniz oraya has kokular… Sisin çözüp açığa çıkardığı kimyasal bileşenlerini de üzerinde taşıyarak sadece görerek fark edemeyeceğiniz gerçek karakterini size anlatır ve sokağa taşırırlardı. Dedemlerin evinin bahçesinin hizasına geldiğimde ters yatırılmış arklara benzeyen bahçe duvarlarının ardından sokakta rastlayabileceğiniz en yaşlı palmiyenin, porsuk ağaçlarının ve fıstık çamlarının bulunduğu bahçenin ürkütücü görüntüsü sisler altında normalde olduğundan da korkutucu görünürdü. Konağın sıvaları dökülmüş, ahşap aksamlarına suların sızdığı harap hali de bu resmi tamamlardı. İki beton kolonun arasındaki demir kapıdan bahçeye girdiğim vakit muğlaklığın hâkimiyetindeki bu manzara sanki hafızanın işleyiş şekline benzerdi. Hatırlama eylemi içinde nasıl geçmişten gelen karakterler, mekânlar, eşyalar birbirleriyle alakadar olmamalarına rağmen müphem bir anlam zincirinin halkaları olarak iç içe geçmiş haldelerse; konağın sisler altındaki görüntüsü de buna benzer soyut kavramları üzerinde bir arada taşırdı. Sis belli manaları içinde barındıran ve eşyaya temas eden ancak ruhsal zeminde ifadesini bulabilecek belirişlerin de ortaya çıkmasına zemin hazırlardı. İşte sisin hatıraları bir letafet dokunuşu ile yüzeye çıkaran bu etkisi benim için Adapazarı ruhunun görmezden gelemeyeceğim bir parçasıdır.

Günümüzde şehir sanki eskiye göre daha az sisli. İnsanlar muğlaklığı değil, her şeyi elleriyle tutabilmeyi, gözleriyle görebilmeyi tercih ediyorlar. Gerçekliğimizi somut sınırlarla çevrili maddiyat âleminin bizlere dayattığı koşullara teslim ediyoruz. Bu yüzden sisin azalmasının sebeplerini kömür yerine doğalgaz kullanmaya başlamamızla ya da dünyanın küresel ısınmasıyla açıklamayı bıraktım. Sis bazen görmek istemediğimiz olumsuzlukların, pisliklerin de üzerini örter ruhumuzu temizlerdi. Her şeyi tüm detaylarıyla görebiliyor olmak belki de bize pek de iyi gelmiyordur.