17 Ağustos depreminden az bir zaman önce Yeni Camii’nin önünde büyük kamulaştırma hamleleriyle gerçekleştirilen yıkımlar sonucu açılan geniş cadde Kurbanlar Sokağı’nı, Asma Altı Kıraathanesi’ni, Ali Koka Bozacısını, Yeni Camii’nin şadırvanını yutarken; bu caddeyi açan gücün buralarda bir zamanlar benim çocuk kafamla sarsılmaz olduklarını zannederek yaşadığım şimdiki zamanları ve onları birleştiren o geniş zamanı nasıl yok ettiğini yakînen yaşayarak gördüm. Bu yüzden modernist değişimin peyderpey benim küçük hikâyeme nasıl sokulduğunu, nasıl ilerlediğini, bu etkinin kimliğimizi, mahallemizi, toplumumuzu nasıl değiştirdiğini derin bir sızıyla tecrübe ettim.
Kurbanlar Sokağı’nın sobayla ısınan evlerinin arasından geçerken aheste aheste yürürdük. Şimdilerde ise yeni açılan ve orta refüjüne nedense palmiye ağaçları diktikleri bu cadde üzerinde insanlar banka şubelerinden paralarını aceleyle çekiyorlar. Telaşla bir yerlere yetişmeye çalışanlar; geniş zamanların bereketli halelerinden uzak bir şekilde otomobilleriyle gaza basarak buralardan hızla geçerlerken benzin fiyatlarındaki artıştan şikâyet ediyorlar. Evlerine hızlıca gitmelerine rağmen geç kaldıklarını zannediyorlar. Yanından saatte atmış kilometre hızla otomobillerin geçtiği bir yola komşu olmak durumunda kalmış olan bir bahçede bulunan güllerin anlamı, etrafında mısır tarlaları olan bir bahçedeki güllerin anlamından oldukça farklıdır. Sesler değişir, hava değişir, koku değişir. Hâsılı tüm bunlara bağlı olarak anlam değişir.
Geniş zamanların modernizmin yok ediciliğiyle sarsılması ve ortaya çıkan bedel bir tarafta dururken, tabi ki modernizme olan ihtiyacımızda diğer bir tarafta duruyor. Büyük değişimler şüphesiz modernizmin hayatımıza girişiyle birlikte yaşandı. Şehirlerin nüfuslanması, uzun asırlar boyu devam eden tarıma dayalı hayatımızın sanayileşme ile birlikte gerilemesi özellikle Tanzimat’tan itibaren yavaş yavaş adetlerimizi de değiştirdi. Ninelerimiz gibi çamaşırları kuyudan çekilen sularla ya da karları eriterek yıkamak zorunda kalmamak için çamaşır makinası almak bir lüks sayılmazdı. Kırık dökük taşlarla bezeli, yazın toz, kışın çamur dolu yollarda yürümenin zorluğundan ise asfalt yollar ve nizami kaldırımlar pek rahattı. Bu isteklerimizin yadırganacak, kınanacak bir tarafı da yoktu. Pek çok insan odun, kömür yakarak sobayla ısınılan, bakımı zor olan, bir müddet sonra çürüyüp kokmaya başlayan ahşap müstakil konutlarını bırakıp bir an evvel kaloriferli betonarme apartmanlara taşınmaya baktı. Süpermarketlere, Çark caddesinde yeni açılan hamburgercilere, kafelere velhasıl modern hayatın vaat ettiği pek çok kolaylığa da ellerimiz açık vaziyette koşarak gittik. Bu ikircikli ilişki zamanın ruhuna karşı zorlukla direnilemeyeceğinin açık bir delili niteliğindedir. Yine de şehirlerimizi kuran iradelerin resme daha genişten bakabilmiş olmalarını, daha kontrollü bir modernizm deneyimimiz olabilmesini ve kendi modernimizi kendimiz inşa edebilmiş olabilmeyi çok isterdim.
Bana nasip edilen yaşam diliminde hem bu geniş zamanları oluşturan ilişkiler ağını, hem de bunları tarih sahnesinden silen büyük değişimlerin, modern darbelerin nasıl yaşandığını fikren mesafeli olarak ama hep kalbim sızlayarak takip ettim. Zamanın ruhunun kendi kurallarını ama güzellikle ama silah zoruyla bizleri ikna ederek dayatan bir yapısı olduğunu söyleyebiliriz. Onunla belki daha yumuşak ve usulca bir ilişki kurmalı, heybemizde olanları, bizi biz yapan kimliğimizi uzun vadede ona kaptırmamaya gayret ederek onu fazla zorlamadan kendi ihtiyacımız olan hakikatleri ona dâhil etmeyi düşünmeliyiz.