YANLIŞ ANLAŞILAN MODERNİZM
Zabıtaları sokaklarda seyyar satıcıları kovalayan rejimin sahipleri yüksek makamlarında kendi iktidarlarını payidar kılabilecekleri temsili öğeleri şehirde nasıl hayata geçirebileceklerini hesap ediyorlardı. Gümrükönü’nde, Karaağaçdibi’nde at arabalarıyla karpuz satanlar onlar için kayıt dışı ekonomi demekti. Bunlar standartlar içine sokamadıkları, vergilerini vermeyen, kontrolü mümkün olmayan başka bir âleme ait unsurlardı. Böyle örneklere temas ettikçe, merkez caddelerden uzaklaşıp mahalle aralarına gidildikçe kanun kuvvetiyle tesis edilmeye çalışılan kurallar gücünü yitirmeye başlar, kanunların ruhu toplum sathında karşılığını bulamadığından hayali olarak kurulan hedefler nihayete eremezdi. Bu kısır döngün bir anlamda Türkiye’nin aksak modernleşme hikâyesinin de dışavurumudur.
İkinci Adapazarı dayatmacı modernizm anlayışının nimetleri olduğu kadar handikaplarıdır da. Türkiye’de modernizm bürokratik vesayetin tepeden inmeci işleyiş yapısının doğası gereği sert darbelerle inşa edilmiştir. Mahiyeti muhteliftir, dıştan modernizm gibi görülse de içinde dünden kalanların mayası vardır. Şekilcidir. Kafasında fötr şapka taksa da zihin yapısı mevcut düzenin işleyişinden pek de uzak değildir. En nihayetinde ortaya koydukları bu sahte dış görüntü ile tutturulmaya çalışılan hikâye bir anlamda akamete uğramıştır. Örneğin yazının ilk bölümünde ele aldığımız, sözde modern olarak tanımlanan bu idari yapıların pek çoğu gerekli teknik koşullarla inşa edilmediklerinden başta Vilayet Kompleksi olmak üzere 17 Ağustos depreminde yıkılıvermişlerdir.
Tıpkı arkasındaki özenti ideolojik yapının kendisi gibi binaları da dıştan bir ses veriyor gibi görünse de özünde ne içinde bulunduğu toplumun değerlerine ne de öykündüğü Batı medeniyetinin yüksek teknik imkânlarına sahip kültüre aitlerdi. Devrin yöneticileri tarafından dayatılmaya çalışılan modernizm anlayışı şekil üzerinde sınırlı kalmıştı. Yoksa gerçek manada modern tekniğin ve bilimin temel alınarak yapıldığı bu tür binaların hasar almamış en azından yıkılmamış olmaları gerekirdi. Adapazarı’ndaki bu binaların deprem sınavını atlatamaması Türkiye’deki çarpık modernizmin de bir nevi hülasasıdır. Bu bir türlü tutturulamayan modernizm terennümünün tezahürüdür. İkinci Adapazarı bir anlamda modası geçmiş bir anlayışla Türkiye’nin geri kalmış modernini telafi etmeye çalışanların hikâyesidir. Bir zamanlar Batı’da var olanları kendilerine göre taklit ederek çağdaşlaşmaya çalışanların ama uyguladıkları reçetenin çöpe gitmesinin hikâyesidir.
BÜROKRATİK VESAYET REJİMİNİN ERİYİŞİ
Bürokratik vesayet rejiminin kendisine biçmiş olduğu misyon uyarınca; toplumun ilan edilen değişimlere ayak uydurması gerekiyordu. Bu bürokratik vesayet rejiminin modernizmi uygulama planının halk ayağını teşkil eden bir parolaydı. Onlar kaplumbağaları terbiye edenler, saatlere ayar verenlerdi… Modernleştikçe halk da bilinçlenecek, zevk sahibi olacak. Belki de zenginleşecek, refah seviyesi artmış olacaktı. Bundan sonra da rejimin aktörleri eserleriyle övünmeye başlayabilirlerdi. Bu elbette ki “Halk adına en doğrusunu ben bilerim.” gibi sorunlu bir yaklaşımı içinde barındırıyordu. Bu haliyle oldukça tartışmalı bir önermeydi.
Nitekim muktedirlerin tüm tasavvurlarının aksine bütün planlar 1983 yılında yapılan seçimlerle birlikte yeniden bozuluverdi. Anavatan Partisi’nin bürokratik çevrelerde beklenmeyen zaferinin ardından Turgut Özal’ın Çankaya Köşkü’nde cumhurbaşkanını ziyaretinde, kendisine devletin mutat protokol kuralları uyarınca elini uzatan Kenan Evren’i, Özal’ın kendisine doğru çekerek öpmesi hadisesi devletçi ideolojinin kırılmasının da sembolik bir işaretiydi. Kartların yeniden dağıtıldığını ilan eden bu lakayt öpücük daha sonraları başta yabancı sermaye olmak üzere yeni aktörleri oyuna davet edecekti. Özal yaptığı açıklamalarda özelleştirmelerden, gümrük birliğinden, devletin çalışan yükünü hafifletmekten bahsediyordu. Bu süreçle birlikte Özal ve sonrasında ülke kapitalizmin aygıtlarına açıldıkça, halkın gelişmişlik düzeyinin önemi de devletçi bir ideal olarak azalmaya başladı.
Kapitalizmin dinamikleri cebren halkı kendi sisteminin bir parçası haline getirerek, bir taraftan onlardan emeğini olabilecek en ucuza almaya bakıyor diğer taraftan da mallarını yine aynı halka en fazla nasıl satabilirimin hesaplarını yapıyordu. Bu bürokratik vesayet rejiminin projeci modernizm anlayışının da çözülmesi ve zamanla tamamen by pass edilmesi anlamına gelecekti. Zamanın çocukları artık Atatürk Bulvarı’nda ütülü gömleklerle, tertipli takım elbiselerle dolaşmanın sınırları içinde kalmayı değil reklamlarda gördükleri blue jeanleri giymeyi, hamburgercilere gitmeyi istiyorlardı. Modernistlerin hiç öngöremediği bir çeşitlilik yaygın deyişle paçozluk devrinin ayak sesleriydi bunlar. Post modern hurafelerin dünyası insanların önünde hızla açılıyordu. Üçüncü Adapazarı böyle bir yaşam tarzının habercisi olarak hayatımızı şekillendirmeye başladı.