“Adapazarlılık; kimine göre de köpük köpük sabah sisleri içinde kalmak, geçmişle şimdi, ahiretle bu dünya arasında gidip gelmektir.” (Neceti Mert, Bağ Çorbası)
Şehrin dört bir yanına dağılmış büyük mezarlıkların muhafızlığı da Adapazarı resminin en karakteristik özelliklerindendir. Erenler’e, Emirdağ’a, Yorgalar’a ve Serdivan’a emanet edilen her bir Adapazarlının taşıdığı ruh ikliminin erbabı olanlar, farklı köşelerdeki mekânlarına çekilenlerin şehirde bıraktıkları manevi haleyi iyi bilirler. Bu hale şehre mahsus sis tabakasıyla karışır, belirsizliklerin ardındaki teslimiyetin o derin idrakine erişir. Adapazarı’ndan yükselen selvilerin altındaki bu hesap tezgâhına eninde sonunda yatacak olmanın şuurunun şehirde bıraktığı izlerin sızısı, onları takip etmeye meftun olanlarca malumdur.
Yorgalar dışında diğer kabristanlar şehrin dış halkasındaki tepelere kurulmuşlardır. Yorgalar ise mahallelerin içerisinde muhayyileyi farklı bir yöne çeken bir değirmen gibidir. Normalde bir mezarlığın düşünceyi uhrevi âleme yönlendirmesi olağandır. Lakin ben; Yorgalar’a ne zaman yolum düşse orada ölümle ilgili olan düşüncelerin dışında göğe doğru yükselen kadim dişbudakların altına sızan güneş ışıklarının kurduğu, devam eden hayatın farklı olasılıklarına işaret eden hikâyelere şahit olduğumu düşünürüm. Orada vefat ederek hesaplarını bekleyen tüm kabir ahalisinin bana eşlik ettiğini de unutmadan kabristanların arasında yeni bir hayatın kendince kurulan sırlarının ağırlığını üzerimde hissederim. Bu sırlar devam edenlerin düşünmesi gereken dünya hayatının alengirli detaylarına dairdir.
Yine benzer düşüncelerle Yorgalar’da gezerken çektiğim bir fotoğraf burada bahsettiklerimi bana yeniden hatırlatıverdi. Orada sadece ölümü değil sanki iki yurdun da beraber bulunduğuna dair o çelişkili hislerimi. Bu acaba Yorgalar’a has bazı alametifarikaların etkisiyle hissettiğim bir şey miydi? Yoksa gerçekten de genel olarak şehrin genelinde var olan bir kabuğu kazıdığınızda vakıf olabileceğiniz her tarafa dökülmeye başlayan hakikatlerden haber vermeye başlayan işaretlerle mi ilgiliydi?
İşte Adapazarı ruhu bana; biraz da bu ikiliğin geçişkenliğini, buranın manevi âlemin çatlaklarından sızarak kendini hissettiren bir oyun yeri olduğunu düşündürür. Burada eskilerden gelip de ruha dokunan kırık dökük izler buluşur ve kutsalın işaretlerini verir. Bu izler dünya işlerine dalmış olduğunuz hiç beklemediğiniz bir anda; Yeni Camii’nin kubbesinin bakır levhalarının mahiyetinin esrarında, uzaktan tanıdığınız bir akrabanızın cenazesinde, puslu bir bayram sabahında el öpmeye gittiğiniz pir-i fânilerin dualarında sizi bulup rahatsız ederler. Hatta öyle vakitler gelir ki bu ruha dair bir işaret aniden sert bir darbeyle gelir ve ayaklarınızın bağını çözüverir. Buralarda ocaklarda pişen, gerdanlara sürülen, tezgâhlarda satılan, dualarda zikredilen, mahallere adı verilen öyle nevi şahsına münhasır kodlar bulunursunuz ki size Adapazarı’nda olduğunuzun haberini verir.