İKİNCİ ADAPAZARI – I
VİLAYET MEYDANI VE MODERNİZM


Gelenekler ve uhrevilik üzerine kurulu, tarımla uğraşan bir toplumun resmini çizerek Birinci Adapazarı’nın dünyasından bahsetmiştik. Adapazarlılar Batılı yenileşme hareketlerinin, Tanzimat’ın, Cumhuriyet’in ardından bunların etkisiyle şekillenen yeni bir yaşam şeklini tanımaya ona ayak uydurmaya başladılar. Her ne kadar bu yaşam şekli pek çok açıdan iktidarın ve resmi ideolojinin yukarıdan dayattığı bir biçimde önümüze çıkmış olsa da, işte bu İkinci Adapazarı’nın dünyasıydı… Okuma bayramlarıyla, sabahları okula girmeden andımızı okuyarak, resmigeçit törenlerinde bu dünyanın bir parçası olmaya başladık. Fiş defterinin içerisinden fısıldayan buyurgan ses Emel’in eve gelmesini, Ali’nin ata bakmasını, Atatürk’ü çok sevmemiz gerektiğini emrederdi. Devlet hastanesine gittiğimizde bir kamu salonunda uyulması icap eden kuralları işaret eden sus işareti yapan Dilek Tunca’nın hemşire fotoğrafı bize doğru bakıyor olurdu. Bulvarın akşamdan tazyikli suyla yıkanmış tozsuz sokaklarında tören için uygun adım yürürken öğretmenlerimiz de yanlarımızda komutanlarımız gibi bize eşlik ederlerdi. Apartmanımızın önünde her bayram dizilen tankları, top arabaları, özenle süslenen Atatürk Bulvarı, askeri jipin üzerinden halkı selamlayan devlet erkânı, akşamında geçen fener alayları İkinci Adapazarı’na ait unsurlardandı. Okul sıralarında bu kurallar bütününü oluşturan anlayışın bir parçası olabilmemiz için marşlarla, piyeslerle hazırlanırdık. Belki de günün birinde ütülü takımlarıyla bulvardan geçerek dairelerine giden memurlardan biri biz olabilecektik. Hatta belki de bir makamımız bile olabilecekti. Bunun için cumhuriyete dair bize anlatılan idealleri benimsemeli ve onlara sahip çıkan çalışkan öğrenciler olmalıydık.
MODERNİZMİN EMRİNDE MİMARİ
Otoritenin tesis etmekte olduğu tüm kurallara riayet edilmesi zorunluluğunu ortaya koyabilmek adına kullanılabilecek şekli tasarımların en mühimi ise insanın içinde bulunduğu mekânın hüviyetini ifade eden mimari alanında tezahürünü bulmuştu. Bu kendi doktrinlerini bulunduğu şehre ait ölçeğe göre görselleştirmeye çalışan bir anlayışın yansımasıydı. Kimi zaman anlamsızlığa doğru uzanan beton devamlılığı, metrelerce fasılasız devam eden yüzeyler. Kendilerini çelik sinirli ve mağrur buna mukabil işi düşen vatandaşı yabancı bir ortamda ve çıplak hissettiren sert, geometrik çizgiler. Düzene dair bandoların hızlı notalarla akan marşlarını andıran keskin vurgular bu binaların belli başlı özelliklerindendi. Ancak tüm bu tertibatın nesnesi konumunda olan halk kendisi için tasavvur edilen disipline hiç de alışık değildi. Bürokrasi tarafından dayatılan ideolojinin arkasındaki acımasız kökleri ruh itibariyle saf gönüllere dokunan soğuk demirlerin hissiyatındaydı.
 
Modern mimari akımın etkisiyle yapılan ve 1999 depremiyle birlikte yıkılan Hükümet Konağı
1956 yılında yapımına başlanan Vilayet Kompleksi ünlü mimar Le Courbusier’in modern mimarlık anlayışından hareketle inşa edilmiş binalardan oluşmaktaydı. Bunların en mühimi valilik binasıydı. Onun yan tarafında bulunan adliye ve arka tarafında da maliye ve askerlik şubesi binaları bulunuyordu. Osmanlı devletinden kalma idare binalarının miatları dolduğuna ve bunların ortadan kaldırılmaları gerektiğine, artık yeni bir söz söylemek gerektiğine karar verilmişti. Eğer Osmanlı’nın son devirlerinde inşa edilmiş olan Hükümet konağı, karakol, postane binası gibi Hükümet Caddesi’nde bulunan yapıların izini sürüp onların peşinden gidecek olsaydık elbette İkinci Adapazarı’ndan uzaklaşıp başka bir Adapazarı’na yolculuk etmiş, onun havasını solumuş olurduk.

1977 yılında yapımına başlanan tren istasyonu binası ile beraber bana cumhuriyetin kurulduğunu, bunun yeni bir heves olduğunu, o tarihlerde dünyanın muasır ülkelerinde mevcut olan yaşayıştan geri kalmamamız gerektiğini, İkinci Adapazarı’nın nerde başlayıp nerde bittiğini hissettiren en mühim delili işte Vilayet Kompleksi’nde bulunan bu yapılardı. Bunun yanı sıra Adapazarı Belediye binası, Ticaret Odası binası, Dilmen Oteli gibi mimari eserler merkezi caddelerde özellikle Atatürk Bulvarı civarında yürüdüğüm takdirde bu atmosferi solumaya devam edeceğimiz anlamını taşırdı.
Benim doksanlı yıllarda Adapazarı’ndaki modern mimari tarzda yapılmış vilayet kompleksi, tren istasyonu, belediye işhanı gibi binalar üzerinden tecrübe ettiğim kadarıyla devlet daireleri sertti, yukarıdan bakardı, soğuktu. Adapazarı’ndaki kamu binalarının mimarisi Cumhuriyetin esas hedefi olan modernizmden beslenmiş artarda devam eden darbeler dönemi boyunca şekillenmeye devam etmişti. Sanki şehirde görev yapmış belediye başkanları, valiler özellikle darbe döneminde şehre atanan askeri kökenli siyasetçiler bu mimari şekillerin imkânlarını kendi ideolojilerini uygulamanın bir aracı olarak görüyorlardı. Acaba Vilayet Binasının mimarları veyahut Le Courbusier modern mimari çizgilerle inşa edilen bu binaların, bürokratik vesayetin bir söylev aracı olacağını düşünmüşler miydi?