İnsanın bir ömür boyu takıldığı, kızdırdığı, sürtüştüğü kardeşleri/dostları vardır. Üç beş tane vardır böyleleri, hayatta. Benim de var. Mesela Fatma Karafilik, mesela Sema Uysal, mesela Şefik Bozkaya, mesela Hakkı Yıldırım. Yarım saat muhabbet etsek, beş kere takışırız. İyi ki hayatımda bu tür dostlarım, kardeşlerim var.

Tam adı Fatma Yontar Karafilik. 

Tanıdığımda daha Yontar’dı. İTÜ Sakarya Mühendislik Fakültesi’nde dört sene beraber okuduk. Sonra, bir üst sınıftan - benim de yakın dostum - Veysel (biz ona Engürülü Çıtak Veysel diyoruz) ile evlenip Karafilik oldu Fatma kardeşim.

Semtimizin de kızı sayılır: O Karaağaçdibilidir, ben Ozanlar. Komşu semt. Hemşeriyiz yani.

Her Boşnak kızı gibi uzun boylu, her Boşnak kızı gibi açık tenli, her Boşnak kızı gibi zayıf, her Boşnak gibi çalışkan ve disiplinliydi. Ve her Boşnak kadını gibi böreği, çöreği, yemeği meşhurdu. Günbegün, aybeay, yılbeyıl şahitlik ettik, şahitlik ediyoruz, şahitlik ederiz buna.

Sınıfın en ciddi, en çalışkan, en dengelilerindendi. Esnaf kökenli ailesinden tevarüs mü bilinmez, daha öğrencilik yıllarımızda İstanbul’a kitap almaya gider, bizler de ona kitap ısmarlardık, temin eder getirirdi. Ders kitaplarımızdan söz ediyorum elbette. Para teorisi, finansman, pazarlama, yüksek matematik kitaplarından. Ona çok zahmet vermişliğimiz vardır. Hakkını helal etsin.

Veysel üstadımla evlendiler sonra. Kırk yılı mukaddem bir güzel evlilik. Rabbim üç prenses nasip etti bu endüstri mühendisliği izdivacına: Sabanur, Betül, Beyza. Elimizde büyüdü üçü de. Öz yeğenimizden farksızdırlar. Üçü de tıp doktoru oldular. İlginçtir, üçü de mühendisle evlendiler. Nasip. Allah mesut bahtiyar etsin. Pırlanta gibidir yeğenlerim.

Kırk yıllık evliliklerinin ilk yarısı Fatma’nın şehrinde (Adapazarı’nda) ikinci yarısı Veysel’in şehrinde (Ankara’da, boşuna Engürülü Çıtak Veysel demiyoruz, değil mi ama) geçti. Şimdilerde Ankaralı yılları, Ada’ya baskın. 

Bizim Boşnak kızı Fatma kardeşimiz, evliliğinin ilk yıllarında üç kızına öğretmenlik yaptı. Onları belli yaşa getirene kadar, mühendisliğine ara verdi. Derken, yanılmıyorsam 1996 - 1997’de Necmettin Erbakan’ın başbakanlığında, Devlet, lisansta ne okursa okusun, isteyene, belli bir eğitimden geçirerek, öğretmenlik hakkı tanıdı. Bu kervana bizim Boşnak kızı da katıldı. Pedagoji şu bu… Eğitimler vesaire. Sınıf öğretmeni oldu.

Bazı eski öğretmenlere göre Türk eğitimine vurulan en büyük darbe, farklı mesleklerden kısa eğitimle öğretmen alınması vakasıdır. İşin doğrusunu bilmem. Anlamam. Ama az sonra siz de göreceksiniz. Ben tam aksine inananlardanım. Bunun en güzel en başarılı en verimli örneği de Boşnak kızı Fatma’dır.

Anlatalım. Görelim Fahri Korkut ne söyler:

Evvel zaman için kalbur saman içinde, gün gelmiş, devran dönmüş, Bosna’dan bir Müslüman Aile, göçmek zorunda kalmış payitahta. Padişah da onları Adapazarı nam şehre iskân etmiş. Adapazarı nam şehir, adeta Birleşmiş Müslüman Milletler Şehriymiş. Sokaklarında Lazcadan Boşnakçaya, Gürcüceden Arnavutçaya, Çerkezceden Makedoncaya… on sekiz lisan konuşulurmuş. O toprakların çocuğu Sait Faik’in, bizim memlekette bir kahvehanede garsonluk yapabilmek için dört lisan bilmek gerekir, dediği günler. Günler günleri aylar ayları yıllar yılları kovalamış. Bu Boşnak Ailesi de Türkçeyi öğrenmiş zahir. Türkçe memleketin ana dili baba dili dede dili, esas dili, kanuni esasi diliymiş zahir. Boşnaklar da o memlekete yerleşen herkes gibi, zamanla Türkçe şakır olmuş, bihakkın.

İşte bizim Boşnak kızı Fatma, o Boşnak Ailesinin, ikisi erkek dördü kız, altı kardeşin en küçüğüymüş.

Eee, Fahri Tuna, bize ne bu anlattığından? Dediğinizi duyar gibiyim. Az daha sabır, lütfen.

Gün gelmiş, bu Boşnak kızı Fatma, bütün Türkiye’de ilkokullarda okutulan, birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü, beşinci sınıf Türkçe kitabının yazarı olmasın mı? Hem de senelerdirilkokullarda okutulan başarılı Türkçe kitabının. Yetmedi yüze yakın yardımcı ders kitabı, soru kitapçığı, testlerin de yazarı. Bitmedi, bazı ders kitaplarında yer alan, öykü - metin - masal - deneme yazarlığı, hızlı okuma kitabı yazarlığı da var onun. Şapka çıkartmamak mümkün mü?

Yeri gelmişken söyleyelim; ondaki bu potansiyeli 2004 yazında görüp keşfeden ve eğiten de hikâye yazarı ağabeyimiz Hüseyin Su’dur. Hüseyin Su, on yedi sene süreyle, Hece Akademisi’nin tek başına dersiamıdır yani baş akademisyenidir. Tek başına bir mekteptir o. Yazdıkları kadar yazdırdıklarıyla da ülkemizin kültür sanatına katkı yapmaya devam ediyor. Müteşekkiriz Hüseyin ağabey. Hakkını ödeyemeyiz.   

İşte bizim Fatma, böyle başarılı bir öğretmen, böyle başarılı da bir öğretmen - yazardır. Helal olsun. Yerden göğe kadar helal olsun. Bihakkın hem de. 

İyi bir müzehhibedir. İyi bir sendikacıdır. İyi bir kültür sanat organizatörüdür, ayrıca.

Çünkü o iyi bir endüstri mühendisidir. Bu başarısında yetenekli zekâsı ve disiplinli bir insan oluşu kadar, aldığı mühendislik eğitiminin de payı var elbette. Zira aynı sınıftan üç yazar arkadaşı daha yetişmiştir: Fahri Tuna, Saba Güven ve Gülcihan Taşöz. Sınıfta bu dört yazarın yetişmesinde, kültür sanat insanı Prof. Dr. Sami Güçlü, Şair Dr. Osman Sarı, Hikâyeci Dr. İsmail Kıllıoğlu, Şair Dr. Yılmaz Güney’in, bölüm hocaları olmasının da elbette payı olmalıdır.

İdealist, sevecen, proje üreten, başarılı bir öğretmendi. Yaş haddinden emekli oldu geçtiğimiz haftalarda. Biliyoruz, inanıyoruz da, Fatma kardeşimiz, faal emekli olarak, daha çok kitaplar yazacak. Millî Eğitimimize, çocuklarımıza katkı sunmaya devam edecek. O, ülkenin bütün çocuklarını, kendi torunları Zeynep Neva, Meryem Elif, Kerem Bilgin, Ahmet Yusuf’dan farklı görmüyor zira.

Ailece ne zaman bir araya gelsek, çok takılmalarımız vardır birbirimize. Çok güler çocuklarımız bunlara. Ben ona, biz Türkler Bosna’yı fethetmesek siz hâlâ Sırp’tınız, Gavurdunuz. Sayemizde Müslüman olup kurtuldunuz, bize teşekkür borçlusunuz, diye takılırım. O da, sayemizde Cennete gideceksiniz, asıl siz bize teşekkür etmelisiniz, diye cevap verir, gülüşürüz.   

Zaman zaman ben ona, ben de Boşnakça bir ders kitabı üzerine çalışıyorum Fatma, derim, o da hayrola, bu da nereden çıktı şimdi? Der, ben de bir Boşnak kızının, tüm Türkiye’de okutulan Türkçe kitabı yazması normal oluyor da, bir Türk’ün Boşnakça ders kitabı yazması mı şaşırtıcı oluyor, derim, gülüşür hazirun. Biz de.

Torunum Mehmet Selim doğduğunda, kendi kızlarından ayırmadığı kızım Ayşenur’a, adını ne koymayı düşünüyorsunuz? Diye soruyor, Ayşenur da, eşimin ve babamın isimlerini, Mehmet Fahri, Fatma Teyze, diye cevap verince, taşı gediğine koyuyor Boşnak kızı: Bir Fahri’den çektiğimiz yeter, ikincisine lüzum yok. Siz başka isim düşünün. Kahkahanın bini bir para tabii ki.

Unutmadan, Fatma hanımın başarı ve üretkenliğinde, hayatta tanıdığım en iyi planlamacı, en iyi mühendis üstadım kardeşim can dostum, eşi Veysel Karafilik’in de payı büyüttür, kanaatindeyim.

Neticeyi kelam: Fatma Yontar Karafilik’in hayatı gerçek bir başarı hikâyesidir. Öyle böyle değil, hem de.

Yetenek, disiplin ve sabrın birleşmiş, bütünleşmiş öyküsüdür.

Türkçenin kitabını yazmış bir Boşnak kızıdır bizim Fatma kardeşimiz. 

Tam da budur. Böyledir. Buncadır.