Hayatımızın iki yüzü var aslında: Biri şiir yüzü, biri şehir yüzü. Şehir yani insan yüzü. Kiri pası eksiği gediğiyle bir yüz, ikincisi. Şiir yüzü ise gün yüzü. Çocuk yüzü. Tam da böyle. Bunca. Bu kadar.

Mustafa Özçelik, Eskişehir Günyüzü’nde doğdu. Pek bilinmez; Günyüzü, Sakarya Nehrine nazır bir ilçedir. Nehrin, yani şiirin büyüsüne baka baka büyüdü. Yine pek bilinmez Günyüzü, Nasreddin Hoca’nın Hortu’suna on beş dakika, Yunus Emre’nin Sarıköyü’ne yarım saat, Taptuk Emre’nin mekânına kırk beş dakika mesafededir. Küçük Mustafa, tefrika tefrikaTaptuk’u, mısra mısra Yunus’u, fıkra fıkra Nasreddin Hoca’yı soluyarak serpildi. 

Tezimiz odur ki, bugünün Mustafa Özçelik’i, gönül (Taptuk), edebiyat (Yunus) ve inceliğin(Nasreddin Hoca) bileşkesidir; Sakarya Vadisi’nin emzirdiği çocuktur.

Çocuk dedim de; her şair bir çocuk kalbi taşır. En çok da Mustafa Özçelik. Çocuk edebiyatına dair eserler vermesi de sürpriz olmamalıdır.

Bir ayağı Anadolu, diğeri Rumeli’dir onun. Tam da budur: Babası Eskişehir Manav’ı (Türk’ü), anneciği Rumeli Boşnak’ıdır. Ufkunun genişliği, yazdıklarının derinliği, dilinin zenginliği en çok da bundandır.  

Dünyaya aşkla bakabilen şairdir. Ve okuyabilen. Ve dahi söyleyebilen.

Lale, gül, aşk; bu üçlünün sırrına ermiş Mustafa. Lalenin düşünü kuran adam o. Farkına varan adam. Şükür makamındadır o daima. Şiir makamında.

Her yazar lugatımızdaki bir kelimeden ibaret olacaksa eğer, Mustafa Özçelik bende rikkatin karşılığıdır. Her şair bir renkten ibaretse eğer, nar çiçeğidir benim için o.   

Mustafa Özçelik, kalbinin mağarasına çekilip yalnızlık örtüsüne bürünmüş biri; şiirler dökülüyor kalbinden bizlere.

Yunus’ca yaşıyor, Yunus’ca bakıyor, Yunus’ca yazıyor. Yaşayan Yunus. 

Onun yüreği küskündür bu dünyaya, bakışlarından biliyoruz bunu. Sesinin tınısından da biliyoruz.  

Kuyu şiiri ne çok ele verir onun kalbini bize, ne çok deşifre eder acılarını: Bana bakıyor yoldan gelip geçenler / Köy kuyulardan çıkan bana (…) Fırtına ağacımı kırdı (…) Her şey bir uçurumdu (…) Bakar da durur bir serçe / Bu dünyanın gittikçe çoğalan yalnızlığına / Minnacık omuzları keder yüklü / Kaybolur gecenin kuyusunda (…) Kuyruğu çoktan kopmuş uçurtma (…) Bir çocuk rüyasında ağlar / Benimse ellerimde senden kalan / İşte bu keskin bıçak yarası

Ağaç: Baba. Fırtına: Babanın ölümü. Uçurum: Defin işlemi, babasızlık. Kuyu: Hayat, devir devran. Serçe: Mustafa Özçelik. Uçurtma: Çaresizlik. Çoğalan yalnızlık: Mustafa Özçelik’in psikolojisi. Keskin bıçak yarası: Baba özlemi, hasreti, babasızlık duygusu.

İki kere yetimdir Mustafa Özçelik ağabeyimiz: Hem bir yetimin ümmeti hem de o bir yaşındayken ötelere göçen Sami Özçelik’in yetimi. Deşifrasyon çabamızdan sonra şiiri lütfen bir daha okuyun, gözyaşlarınıza hâkim olamayacaksınız. (Minik bir de dipnot: Bu çözümlemeyi yapmaya çalışırken Mustafa Özçelik’e de yazdım, tam isabet cevabını aldım efendim.)  

Ne zamandan beri tanışıyoruz. Hafızamı yokladım, bulamadım. On yıl, yüz yıl, bin yıl olabilir mi? Muhtemelen öyledir. Birimiz Sakarya’nın bir ucunda diğerimiz diğer ucunda doğup büyüyen çocuklarıyız biz. Aynı ırmağın, aynı mısraın, aynı ıstırabın yolcuları. 

Onu okuyor biliyor tanıyordum. Yüz yüze görüşmesek de. Derken, 2009 Nisanı’nda Türkiye Yazarlar Birliği Sakarya Şubesini kurmuştum. O yıl Nasreddin Hoca Yılı’ydı aynı zamanda. İlk etkinliğimiz, yerel mizahın kralı, yalazanın başkenti Taraklı’da, Nasreddin Hoca’yı Yalazaya Getirmek’ti. Hoca Nasreddin kitabının da yazarı, Şair Mustafa Özçelik’i de getirmiştim söz konusu panele. Ruberu (yüz yüze) ilk görüşmemiz o gündü. 

O günden bu yana, on beş yılı aşkın süre geçmiş. En az otuz kez beraber yürümüşüzdür. Yürümüş konuşmuş yazışmışızdır. Prizren’den (Kosova) Türkistan’a (Kazakistan), Sarajevo’dan Bilecik’e, Bolu’dan Eskişehir’e, İstanbul’dan Yozgat’a, Ankara’dan Adapazarı’na, Edirne’den Erzurum’a, Ardahan’dan üsküp’e. Yakınlığı, dostluğu, nezaketi şahanedir. O benim can ağabeyimdir, ben onun can kardeşi. İftihar ederim bununla.

Kafamız kalbimiz karakterimiz paralel çarpar çoğu kez. O kadar ki, her yılın son gününde açıklanmak üzere, Anadolu Edebiyat Ödülleri’ni ihdas etmiştik birlikte. İstanbul ve Ankara dışında, kalan 79 ilde yaşayan şair ve yazarlara, gözden kaçan şöhretsiz kahramanlara verecektik ödülleri. Görünmeyenleri görmek ve göstermekti derdimiz. Israrlı teklifimle, ölene dek o başkan olacaktı ödüllerde. Ben de yardımcısı. Yıl boyunca okuduğumuz şiirlere, öykülere, romanlara, denemelere, biyografilere, portrelere, seyahat kitaplarına verecektik. Ödül takdim belgelerine dek düşündük. De, vaz geçtik sonunda. İkimizin can ağabeyi D. Mehmet Doğan’dan vize alamadık zira; TYB Ödülleri varken, buna ne ihtiyaç var. Bizim ödüllere kan kaybettirmeyin lütfen, kardeşlerim, deyince ödül fikrini - şimdilik - buzdolabına kaldırdık. Gerisi nasip.

Eski(mez) Edebiyat öğretmeni, Eski(mez) Edebiyat okutmanıdır. Hem zarif ve rakik bir kişiliğe sahip olması hem öğretmen kökenli olmasından olmalı, hitap ederken herkesin ismine bey kelimesini mutlaka ekler. Hilafsız. On kez yüz kez uyarmama rağmen, bana hep Fahri bey diye hitap eder. (Arada Fahriciğim dediği de olur.) Ben ise Mustafa abi, derim. Abimdir zira. Samimiyetimle. Kalptendir bu söz.

D. Mehmet Doğan’ın öncülüğünde, benim koordinatörlüğümde, Cihat Zafer’in sunuculuğunda, her gün bir ilde edebiyat oturumu yapa yapa, TYB’nin 40 kuruluş yıldönümünde 2018’de, kırk şair yazar on gün süreyle Edirne’den Mostar’a Kültür Kervanı düzenlenmişti. Kimler yoktu ki… Necip Tosun’dan Cemal Şakar’a, Aykut Ertuğrul’dan Abdullah Harmancı’ya… Kırk güzel şair yazar… Kırcaali, Filibe, Gümülcine, Selanik, üsküp, Priştine, Prizren, Tiran, İşkodra, Bar, Budva, Kotor,  Mostar, Sarajevo. Şehir şehir, şiir şiir, dize dize. Mustafa Özçelik çok mutluydu. Bir ömür teneffüs ettiği baba toprakları Anadolu’dan sonra, en büyük özlemi Bosna’ya adım atmıştı. Yerde miydi gökte mi; belli olmuyordu. TYB Genel Sekreteri Enes Kala kardeşimle etkinlik koordinasyonu bendeydi. Mustafa abimize güzel bir sürpriz hazırladık: Ona şiirini anneciğinin vatanı Sarajevo’daokutmak. İnanılmaz mutluydu Özçelik. Kaç kez teşekkür ettiğini saymadım bize. Hâlâ aklına geldikçe mutluluğunu ifade edip teşekkür eder Kala ile bana. Estağfurullah, deriz biz de her seferinde.       

İki haftada bir, sezonda on sekiz defa, Bilecik Şeyh Edebalı Yazarlık Mektebi’nde beraberdik. Sene 2016-17. O şiir atölyesindeydi Bilecik’in en yetenekli yirmi beş şiir yazan liseli genciyle, ben portre atölyesinde. (Bu güzel ve verimli projeyi uyguladığı için, dönemin Bilecik şimdinin Mersin İl Milli Eğitim Müdürü Fazilet Durmuş’a tekraren teşekkür ediyorum.) Bu vesile ile Mustafa Özçelik’i daha yakından tanımış oldum. İnanılmaz disiplinli çalışkan ve titizdi. Ve öğretici. Bir kez daha iftihar ettim ağabeyimle. 

Portrelerimin müdavim okurlarındandır. En teşvikkârlarından da. Hak etmediğim kadar iltifatkârından da.

Şiraze Dergisinin, 16. Sayısında (Mart - Nisan 2023), Eskader 2022 Yılın Portre Kitabı Ödülüne de değer bulunan Kırklanmış Porteler (Hece Yayınları, Kasım 2022) kitabımhakkında lütfedip kaleme aldığı yazısında şunları da söylüyor Özçelik: “Tuna’nın portre yazarlığında en önemli husus, portre yazmayı yazı hayatının merkezine koymasıdır ama daha önemlisi portre yazarlığına getirdiği kendine mahsus ifade tavrıdır. Bu durum şöyle daha açık söylenebilir. Fahri Tuna, yazılarında/kitaplarında şehir ise gördüğü şehirleri, insan ise tanıdığı insanları yazıyor. Bu durum, gözlem ve ortak yaşantılarla da ilgili olacağı için ortaya çıkan metin her şeyden önce gerçekle bağını koparmamış bir metin oluyor. Ama bu katı bir gerçeklik değil. Zaten Fahri Tuna farkı da burada ortaya çıkıyor. Onun kısa cümleler halinde adeta nokta vuruşlarla anlattığı kişi ya da şehrin belki başka bir gözün göremediği en tipik özelliklerine vurgu yapıyor. Bu durum ise okur açısından şu anlamda çok faydalı oluyor. Dikkati elden bırakmadan okuma yapıyorsunuz. Buna yazarın sıcak, samimi yaklaşımı ve yalın dili de eklenince adeta portresi yazılan kişiyle tanışmış, hatta özelikleriyle bütünleşmiş ve hikayesine da dahil olmuş oluyorsunuz. (…) Diğer yandan her portre metni, adeta bir resim, fotoğraf hissi de uyandırıyor. Fotoğrafta dikkatin, odaklanmanın, resimde muhayyilenin, renk seçiminin, çizgi tarzının ne kadar önemli olduğunu biliyoruz. İşte Fahri Tuna yeri geliyor bir fotoğrafçı, ressam hassasiyeti ve bakış açısıyla bu isimleri bir çizim olarak değil kanlı canlı karakterler olarak anlatmayı başarıyor. (…) Fahri Tuna, portre yazarlığına bu yazı türünün genel özelliklerine de uymakla beraber şahsi bir özellik de katmış bir isim. Bu yüzden onlarca portre kitabı okusak aralarında yazarının ismini görmesek bile bu metin Fahri Tuna’nın diyebileceğimiz bir isim olarak bugün Türk edebiyatında portre yazarlığında çok özel bir yazarıdır demek mübalağalı bir ifade olmayacaktır.”

İtiraf etmeliyim ki, otuz beş yıllık portre yazarlığım sürecinde, üç yüzü aşkın insan, yüzü aşkın şehir portresi kaleme aldım. Bunlardan müteşekkil yayımlanmış beş portre kitabım var. Birçok değerli yazar dostum, bu süreçte, gerek bu kitaplarım gerekse şahsımın portresi üzerine çok güzel yazılar kaleme aldılar. Hepsine ayrı ayrı müteşekkirim. Ama Mustafa Özçelik ağabeyimin, yukarıda altını çizerek yazdığı/yaptığı tespitlere çok az rastladım. Bu da onun engin seziş gücü, kılı kırık yaran dikkati, ihatalı bir ortaya koyuş ustalığına işaret ediyor. Budur Mustafa ağabey.

Son beş yılda en az on defa, bu toprakların büyüklerini senin kaleminden okumak istiyorum, Fahriciğim, demiştir bana. Onun bu güzel teşviğinden mülhem, geçen ay yazdığım Ahmet Yesevi portresiyle Bizi Biz Yapan Portreler kitabıma başlamış oldum. Nasipse bu kitap iki yıla günyüzüne çıkabilir. Ve o kitap benden ziyade Mustafa Özçelik’in kitabı olacak aslında.Teşekkürler güzel ağabeyim.

Her şair bir dizeden ibaret olacaksa eğer, benim için Mustafa Özçelik şu dizeden ibarettir mesela: Sustuk içimiz güzelleşti / Ne çok çocuktuk biz.

Şairin Şiirle İmtihanı’ndan yüz akıyla çıkmış, âlâ derece ile mezun olmuştur kuşku yok ki.

Yetmiş yıllık ömrüne, sekizi şiir olmak üzere biyografiden denemeye, antolojiden incelemeye, çocuk hikâyelerinden gençlik romanına… yetmiş kitap sığdırması, Türkçemiz ve insanımız adına, ne büyük ikram, nimet ve ganimettir Allah aşkına. Ömrüne bereket hey koca şair… Nicelerine daha. 

Vakit hep akşamdır onun için. Renklerden en çok siyahı sevmesi bundandır belki de.

Şiir için günyüzü demiştik başlangıçta. Doğrudur. Bihakkın da öyledir.

Tam da budur işte Mustafa Özçelik. Günyüzünü görüyor, yazıyor ve sonra da biz okurlarına gösteriyor.

Evet evet, Mustafa Özçelik: günyüzünü görüp bizlere gösteren şairimiz.

Günyüzlü şair.