Âlimler, ârifler, şairler şehri Tokat.
İnsanı, iklimi, irfanı mutedil şehir.
İçinden nehir geçen her şehir gibi o da güzel, o da zarif, o da şirin. Karşıyaka’sı da var; kıskansın İzmirliler.
Anadolu’da ilk yurtluklarımızdandır Tokat. 1071’de girdiğimiz Anadolu’da Danişment Ahmet Gazi fetheder Tokat’ı; - lütfen sıkı durun - Anadolu’daki ilk camimizi, Garipler Camii’ni 1080’de inşa ettirir. Danişmentliler ilk camiyi yapar da ilk medreseyi yapmaz mı Anadolu’ya? Yapar tabii: Anadolu’daki ilk medrese Yağıbasan Medresesi’ni Niksar’a yapmış onlar. Ha unutmadan; Niksar Danişment Beyliği’nin de merkezi, başkenti yani.
Tokat dört dönemi de kana kana yaşamış bir vilayet; Danişmentliler, Selçuklular, Osmanlı ve Cumhuriyet. Her dönemden de güzel izler taşıyor Tokat.
Evliya Çelebi’yle hemdosttur Tokat, Mevlana ile bezmdost; ikisi de gelmişler görmüşler yaşamışlar Tokat’ta. Yazmışlar da kitaplarında. Evliya dostumuz ‘Âlimler konağı, fazıllar yurdu, şairler yatağı’ diye not düşüyor, Hazret-i Pir ise Fihi Ma Fih’inde ‘Tokat’a gitmek gerek. Çünkü Tokat’ta insan ve iklim mutedil’ buyuruyor.
Doğayı, doğalı, doğallığı sever Tokatlı. İç içe yaşar asırlardır. Yeşilırmak üzerindeki Hıdırlık Köprüsü de doğal hâliyle ayaktadır hâlâ.
Tokat sebzelerinden yapılan âh o Tokat kebabı; yemeyin de yanında yatın cinsindendir, diyeyim size. Bağ yaprağı her yerde güzeldir, incedir amma, benden duymuş olmayın; en incesi en lezzetlisi Tokat’tadır.
Söyleşilerimde ne zaman ‘millet olma şuuru’ndan söz açılsa sormadan edemem:
“- Çanakkale içinde vurdular beni / Ölmeden mezara koydular beni’ nere hangi yöre türküsüdür?”
Genellikle cevap Çanakkale’dir. Yirmi beş bin şehidinin arkasından anaların yaktığı bir ağıt olan bu türkünün yöresinin ‘Kastamonu’ olduğu yönündeki doğru cevabı söyleyene pek rastlamadım daha. Ne kadar acı. Sonra devam ederim sormaya:
“- Meşhur bir Tokat türküsü var ya hani. Kadınlar düğünlerde şakada şakkada oynuyorlar onunla, ‘Arslan yârim kız senin adın Hediye.’ O türkünün de bir Çanakkale Savaşı’nda şehit olanlara yakılan ağıt olduğunu biliyor musunuz?” Cevap genellikle aynıdır:
“- Hayırrrr.” Sormaya devam ederim:
‘Hey onbeşli onbeşli
Tokat yolları taşlı
Onbeşliler gidiyor
Kızların gözü yaşlı
Aslan yârim kız senin adın Hediye
Ben dolandım sen de dolan gel beriye
Fistan aldım endazesi on yediye.’
Evet; bu türkü bugün maalesef kına gecelerinde, düğünlerde ‘göbek havası’na dönmüş bir ağıttır. Aslı çok çok yavaş, Çanakkale İçinde Vurdular Beni formuna yakındır. Adı üzerinde ağıt zaten. Üçüncü sorum şu olur:
“- Tokat kızlarına, ne Tokat kızları, bütün bir Osmanlı coğrafyasında nişanlı kızlara arkalarından gözyaşı döktüren genç yiğitler, kınalı kuzular kaç yaşındalarmış?” Koro hâlinde cevap hep aynı olur maalesef:
“- Onn beşşş.”
Bizim gençlerimiz kadar tarihlerinden, hesaptan kitaptan uzak başka bir ülke gençliği daha var mıdır acaba? Yazık, çok yazık. Mecburen cevap vermek zorunda kalırım:
“- Bakın gençler, takvim devrimi 1926 yılında uygulamaya geçti ülkemizde. Cumhuriyet 1339 yılında kuruldu mesela. Çanakkale Savaşı 1915’te yani o zamanki geçerli takvimimizle 1331 yılında oldu. İki yüz kırk altı bin şehidimiz var Çanakkale’de biliyorsunuz. Bir buçuk yıl kadar süren savaşın sonlarına doğru cephede o kadar er azaldı ki devlet çaresiz lise yaşındaki gençleri de askere almak zorunda kaldı…” Masal dinler gibi sus pus mahzun mahzun dinler gençler genellikle. Devam ederim:
“- Hadi basit bir hesap yapalım sizinle: Bin üç yüz otuz birden bin üç yüz on beşi çıkartın bakalım?”
Daha zeki ve daha cesur olanlardan birkaçı hemen cevap verir:
“- On altı, on altı!’ Noktayı koyarım:
“- Demek ki Tokat kızlarının savaşa uğurlarken arkasından gözyaşı döktükleri sevdalıları kaç yaşındaymış? On altı. On beş değil yani…”
Evet; Tokat on altı yaşında binlerce civanmertini geriye dönmemecesine Çanakkale’ye uğurlayan ve meşhur Kastamonu türküsü ‘Çanakkale İçinde Vurdular Beni’ ile birlikte tarihimize ve kalbimize ikinci en güzel türküyü ‘Hey On Beşli On Beşli’yi armağan eden adı sanı şanı öpülesi ilimizdir bizim. Her Türk vatandaşının bin kez borcu olduğu şehirdir kendileri.
Bir şehir şairleri, yazarları, sanatçıları kadarıyla şehirdir.
Yaşayan ‘Ayaklı İstanbul Ansiklopedisi’ Dursun Gürlek Ağabeyimiz de Tokatlıdır, pek bilinmez. Gençliğimizin bestseller romanların yazarı Ahmet Günbay Yıldız da.
Tokat en çok Mustafa Uçurum’dur benim için. Şair hikâyeci Uçurum kardeşim benim o. Üç nehrin kıyılarından sesler, sözler, yüzler anlatıyor bizlere. Doğduğu Yeşilırmak, büyüdüğü Sakarya, okuduğu Kızılırmak çağıltılı sestir onda. Amma ille de yaşadığı Yeşilırmak’tan, Tokat’tan. Bu velud ve hisli yürekle sevdik biz biraz da Tokat’ı. O da dize dize, dergi dergi, şehir şehir fethe çıkmış Anadolu’yu. Görüyoruz. Görüyor, biliyor, seviyoruz.
Sonra hikâyeci, denemeci Selvigül Kandoğmuş Şahin ile. Sonra Tokat’ta öğretmenlik yapan şair kardeşimiz Sündüz Arslan Akça; Selvigül Hanım’da Sündüz Hanım da alanlarında çok başarılılar; ilmek ilmek, dize dize, cümle cümle ilerliyorlar.
Sonra Tokat’ı biz Şeyda Koç Asyalı’nın başarılı polisiye romanı ‘Sık Dişini Helası Cinayeti’yle tanıdık, sevdik. O romanla Tokat İstanbul’un bir semti kadar yakın, içten, bizden bir yer oldu adeta. Görmeden tanıyıp sevdiğiniz çarşılar sokaklar evler, kadınlar erkekler yüzler oldu Tokat’ta bize.
Bu satırların yazarı da bir Çanakkale şehidinin torunudur. Yetim büyüyen büyükbabası ile halasının bir hafta birbirlerini görmeseler sonra nasıl kucaklaşıp ağlaştıklarına çok şahit olmuştur çocukluğunda çok kere; o hicranın canlı şahitlerindendir yani.
Tokat türküsüne bir gönderme ile bitirelim yazıyı:
Annem anlatır: ‘Babamın dayısı Gocabıyık Rasim Dayım Sarıbeyli’ye damat girmiş. Nur içinde yatsınlar, Şerife Yengem de Gocabıyık Dayım da çok has insanlardı. Çok gani gönüllü insanlardı. Çanakkale Savaşı patladığında Şerife Yengem nişanlıymış. Nişanlısı savaşa gitmiş dönmemiş. Şehitlik künyesi gelmiş. Ama cenazesi yok. Kim bilir nereye gömmüşler. Biz yeni yetişiyorduk. Giderdik onlara misafirliğe. Şerife Yengem edverirdi:
“- Nişanlım bana hiç öldü gibi gelmiyor. Hep sanki çıkıp gelverecekmiş gibi geliyor. Giderken bana hatıra vermişti. Kırmızı krep. İşte şurada, saklıyorum kırk senedir gözüm gibi. Bazen Gocabıyık Dayınız ‘Nişanlın çıkıp gelse ne yaparsın?’ diye soruyor. Ben de içimden geçeni saklamıyorum: ‘- A goca adam. Yalanım yok, seni boşar evlenirim onunla’ diyorum.’ derdi.”
Evet, gözüyaşlı nişanlıların yürek yangınını en iyi anlatan anekdotlardan birisi budur sanıyoruz.
Tokat türküsü tam da budur işte.
Tokat, yürek yangınlarının dile geldiği, ağıta döndüğü, türkülerde yaşadığı yerdir.
Tokat yüreğimizde bir parça.
Derin vakur gösterişsiz insanlar diyarı zira o.