Ayla Algan, Suna Pekuysal, Süeda Çil, Perihan Savaş, Bennu Yıldırımlar,
Funda Postacı ve hemşerim Fulden Akyürek
Ihlamur dergisi genel yayın yönetmeni Hakan Sarı, telefonda ‘Senin tiyatrocu çevrenin iyi olduğunu biliyorum. Ağbi, sana 30 Ağustosa kadar süre; Türk Tiyatrosunda tanıdığın kadın sanatçıları yazmanı istiyorum’ dediğinde ‘hayır’ diyemezdim elbette. ‘Memnuniyetle’ dedim. Bir yandan da düşünmeye başladım:
Altmış üç yıllık ömrümde yüzden fazla tiyatro oyunu izlemiş biriyim. Çok da dostum var. Kırk yıllık tiyatro izleyici olarak birçoğuyla ahbabım. Film şeridi gibi gözlerimin önünden tek tek geçtiler: Zihni Göktay yakın dostum zaten. Seksenler’in ‘Pastacı Sami Abisi’ Berat Yenilmez ile ‘Bekçi Bekir’i Hacı Ali Konuk iyi arkadaşım. Tiyatromuzun duayenlerinden Zeki Alasya ile Levent Kırca ile de hatıralarım var. Uzun yıllardır Başkent Tiyatrosu’nda nefis oyunlar sergileten, oynayan - oynatan, genel sanat yönetmeni Mehmet Tahir İkiler ile yakın dostuz. İstanbul Şehir Tiyatroları kadrosundan Kenan Işık’tan Münir Kutluğ’a, Mustafa Aslan’dan Sedat Bora Seçkin’e ve Serhat Kılıç’a, Savaş Barutçu’dan M. Nurullah Tuncer’e… İŞT dışından daha Salih Kalyon’dan Abdullah Şahin’e, Necat Birecik’ten Selçuk Yöntem ve Ulvi Alacakaptan’a… Yirminin üzerinde isim sayabiliyorum bir çırpıda; oturup yemek yediğim, çay kahve içtiğim, hatıralarımız olan insanlar.
Kadın tiyatrocu mu? Düşünüyorum, düşünüyorum. Vardır yahu, olmalı… Pek çok!
Ayla abla geliyor ilk aklıma. Ayla Algan. Bana Fahri yerine daima İrfan diyen, benim de çaktırmadığım ablacığım. 17 Ağustos 1999 Depreminden bir hafta sonra, Kenan Işık ve merhum Abdullah Kaplan kardeşimle beraber Adapazarı’na yardım getirdiklerinde kucaklaştığım Ayla ablam. Depremin birinci yıldönümünde, o günlerde ben Adapazarı Belediyesi Kültür Müdürüydüm daha, davetimizi kırmayıp 17 Ağustos 2000 günü Adapazarı ASM Salonunda 300 seyirci önünde Yunus Emre Söylüyor adıyla Yunus ilahilerinin seslendiren hem tiyatrocu hem ses sanatçısı Ayla Ablam. Bir başka gün, İstanbul’dan dostlarından topladığı oyuncakları, Adapazarı’ndan depremzede çocuklara dağıtan, onların kalplerinde taht kuran, yufka yürekli ve duyarlı ablam. Bir başka gün İlkokul ikiye geçen kızımın da bir eserle dâhil edildiği, okulun bahçesinde sınıfça düzenlenen resim sergisine katılarak şenliğe dönüştüren altın kalpli Ayla ablam. Tanıştığımızda 63 yaşın olgunluğundaydı. Beklan abi ile evliydi.
Hem büyük bir tiyatro efsanesi hem de 1970’lerin ünlü bir ses sanatçısı. Yunus Emre’nin ilahilerini Türkçe, İngilizce, Fransızca, Almanca dünyaya tanıtan büyük sanatçıydı. Diğer taraftan fevkalade can, candan, insancıl ve mütevazı bir insandır Ayla Algan ablamız. Sağlıklı bir ömür diliyorum. Adapazarı da ailem de ben de Ayla ablamın dünyamıza kattığı güzellikleri unutmadık, unutmayacağız.
Hafızamla kol kola, tarihe yolculuğa çıkıyorum: 25 Mayıs 2004. Taze bir Kültür Dairesi Başkanıyken, SBB Tiyatro Günleri’ne, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Müdürü, yakın dostum güzel insan merhum Abdullah Kaplan ile anlaşarak bir oyun getirmek istedim. İncelediler, ‘Sultan Gelin’ diye bir oyuna karar verdiler. Dönemin genel sanat yönetmeni dostum M. Nurullah Tuncer kardeşim katılamayınca sevgili dostum, ağabeyim, genel sanat yönetmen yardımcısı merhum Mustafa Arslan geldi kurum adına Adapazarı’na sağ olsun. İlginçtir, oyunda türkücü Şükriye Tutkun da rol alıyor, canlı türküler seslendiriyordu. Oyunun starı ve efsane oyuncusu, 71 yaşındaki Suna Pekuysal’dı elbette.
Oyunun gündüzünde, güzel bir bahar gününde onlara Adapazarı’nı gezdirdim, nefis ıslama köfteler ve leziz kabak tatlıları ikram ettik. Devamında da Büyükşehir Belediye Başkanımız Aziz Duran, İBB İŞT ekibini kabul etti. Akşam da AFA Salonunda (ki o zaman daha AKM yok, ASM’ye de dekorlar sığmadı) şahane bir oyun sahnelendi. Herkes memnundu. İBB Şehit Tiyatroları’nın teamülü (öncesinde sorduk öğrendik tabii) gereği biz, iki çiçek yaptırmıştık. Aziz Başkan da oyunun sonunda takdim etti: Bir, kurumu temsilen Genel Sanat Yönetmeni adına yardımcısı Mustafa Arslan’a, ikincisini o anda oyunda bulunamayan oyunun yönetmenini temsilen, efsane oyuncusu Suna Pekuysal’a. Sahnede daha fotoğraflar çektirilirken Şükriye Tutkun’un homurtusu, tren düdüğü gibi ortalığı kapladı: Hani benim çiçeğim nerede? Duymazdan geldik. Aşağıya inince Türkücü Tutkun bana posta koymaya kalkmasın mı: Ayıp sizin yaptığınız, nerede benim çiçeğim? Adapazarı, koskoca Türkücüden bir çiçeği mi kıskandı?
Ben içimden lahevle vela kuvvete çekiyor, dışımdan aman efendim işin aslı başka demeye çalışıyorum. Suna ablam (Pekuysal) imdadıma yetişti, Şükriye Tutkun’un duyacağı bir sesle: Fahri bey kardeşim (çünkü yemekte bana ‘seni kardeşliğe alıyorum bundan sonra’ demişti.), sen Şükriye Hanım’ın çiğliğine bakma; o tiyatroda daha yeni, birkaç aylık. Sahneden genel sanat yönetmeni, oyunun yönetmeni dışında başka kimseye çiçek verilmeyeceğini bilmiyor daha. Öğrenecek yavaş yavaş’ ve elindeki buketi Tutkun’a uzatarak ‘çok istiyorsan benimkini buyur evine götür Şükriyeciğim’ deyiverdi. Şükriye Tutkun, kıpkırmızı oldu. Bir yandan da bana ters ters bakmaya devam etti.
Evet yaşayan bir efsaneydi Suna ablam. Ankilozan Sondilit yani omurga hastalığı nedeniyle neredeyse yarı yarıya eğik yürümesi ve oynamasına rağmen, en az yarım asırlık tecrübesi ve büyük ustalığıyla, oyun boyunca seyircilere bir efsaneyi seyrettirdi. Büyük de alkış aldı elbette.
Tevazuunu, samimiyetini ustalığını ve görüşelim Fahri kardeşim sözlerini geride bırakarak İŞT ekip otobüsüne binip gitti. Hasretle sevgiyle rahmetle anıyoruz Suna ablamızı. Mekânı cennet olsun.
Bana ‘Türk tiyatrosunda, kadın sanatçı olarak, kime kardeşim diyebilirsin?’ diye bir soru sorulsa, hiç düşünmeden ‘Süeda Çil’ derim. Evimizin kızı Süeda cevabı çıkar ağzımdan.
Tekrar başa dönelim: Yirmi altı sene öncesine gidelim. Daha Adapazarı Belediyesiyiz. Aziz Duran merhum, Adapazarı Belediyesi Başkanı. 1996 ekiminde bana Kültür Müdürlüğü’nü kurma talimatı verdi ve ekledi: ‘İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Dairesi Başkanı Şenol Demiröz, benim Adapazarı Lisesi’nden sınıf arkadaşımdır. Selamımla git, o sana yol gösterecektir.’ Gittim Şenol Bey’i buldum. Şehzadebaşı’ndaydı o vakit Büyükşehir binası. Tayyip Erdoğan da İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı daha o zaman. Şenol Bey’le tanıştık. Ölene kadar devam edecek yirmi beş yıllık şahane dostluğumuz o gün başladı Şenol Abiyle. Abi - kardeş olduk. Hatta Kültür alanında ilk ve en büyük hocam odur diyebilirim. Öğütleri bugün gibi aklımdadır. O hemen, Harbiye’deki Şehir Tiyatroları Müdürü Muharrem Ergül’e telefon etti, ‘Hemşerim Fahri kardeşimi sana gönderiyorum. Sana benim emanetimdir, ne gerekiyorsa yaparsın’ dedi. Gittim, günlerden Çarşamba’ydı. Saat 13.30 suları. Tanıştık Muharrem Bey ile. Aynı koridorda genel sanat yönetmeninin odası var. Ona telefon etti. O da geldi: Kenan Işık. Malatyalı bir entelektüel. Kenan Işık abiyle de dostluğumuz o gün öyle başladı. Sahne direktörünü çağırdı. Adanalı Münir Kutluğ geldi. İki kişiyi daha çağırdı: Altmış yaşlarındaki oyuncu Ayla Algan, daha yirmi beşlerindeki Süeda Çil. Ayla abla ve Süeda Çil kardeşimle tanışıklığımız ve dostluğumuz o gün başladı.
Aman Allah’ım o da ne? Münir Bey, Türkiye’deki bütün sahneleri avucunun içi gibi biliyor; derinliği şu, genişliği bu, sofitası üç yetmiş sekiz. Muharrem Bey, Kenan Bey ve Münir Bey’e dönerek, ‘Daire Başkanımız Şenol Bey aradı, ‘Fahri Tuna’yı size emanet ediyorum’ dedi. Biliyorsunuz şu anda Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi bir, Fatih Reşat Nuri Sahnesi iki, Kadıköy Haldun Taner Sahnesi üç, Üsküdar Musahipzade Sahnesi dört, Ümraniye Sahnesi beş. Şenol Bey, Adapazarı’nı altıncı sahnemiz saymanızı ve dekorların sığabileceği her oyunu Adapazarı’nda da sahnelemenizi istiyorum’ dedi. Ona göre hazırlanın arkadaşlar’ dedi. Onlar da ‘tamam’ dediler.
Muharrem Bey saatine baktı; 14:45 civarı. Birine telefon etti. Meğer hemen bitişiğindeymiş Muhsin Ertuğrul Sahnesi. ‘Fahri Bey’i gönderiyorum’ dedi. Bana döndü ‘hadi doğru oyuna’ dedi. Bu diyalog ondan sonra en az on kez daha sahnelendi. O gün ‘Lüküs Hayat’ varmış. Üç dakika sonra tiyatrodaydım. Bayıldım oyuna tabii. Hele Zihni Göktay’ın tuluatlarına. On altı kez daha izledim bu oyun daha sonra. Adapazarı’na da davet ettim. Böylece on bir yaşında köyde basit bir oyunla başlayan tiyatro tutkum, zamanla bir aşka, sevdaya dönüştü. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrolarının adeta kadrolu elemanına dönüştüm: Beyoğlu tarafında işim olduğunda arabamı müdürlüğün bahçesine park ediyordum. Bütün güvenlikçiler, şoförler, çaycılar beni tanır oldular. Sadece Muhsin Ertuğrul’un değil, Reşat Nuri’nin de, Haldun Taner’in de, Musahipzade’nin de. O sezonda ne kadar yeni oyun varsa hepsini izler oldum. Üzerinden yirmi altı sene geçse de hâlâ beni aileden sayarlar onlar, sağ olsunlar.
Peki Süeda Çil, nasıl mı evimizin kızı oldu? Onu da anlatayım: Bir de baktık ki Süeda Çil, Bolu Türkmen’i, yani bizim gibi Bolu’nun Manav’ıymış. Biz Adapazarı, o Bolu Manavı sonuçta. Komşuluk var. Yakın kültürler. Zaten ortaca boyundan, buğday renkli benzinden, yüzüne vuran saflığından anlamalıydım. Memur çocuğu olarak Ankara’da doğmuş büyümüş, o ayrı. Ana hatlarıyla Bolu Manav kültürüyle büyüdüğünden kısa sürede eşim Gülseren hanımla kaynaşıverdiler. Kızım Ayşenur da o zamanlar daha ilkokula gidiyor gitmiyor; ona da abla oluverdi.
Adapazarı Belediyesi kültür Müdürlüğüm (1996-2004), Sakarya Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Dairesi Başkanlığım (2004-2009), Güneydoğu Anadolu Kültür Birliği Danışmanlığım (2009-2011), Edirne Valisi Balkan Kültür Sanat Danışmanlığım (2012-104)… Yüze yakın proje üretmek ve uygulamak kısmet oldu. Tiyatro günleri, festivaller, akademiler, yazarlık okulları, şiir akşamları. Tiyatro ve sunuculuk alanındaki en büyük destekçim hep Süeda Çil oldu. Şöhretine, oyun ve eğitim yoğunluğuna rağmen, ne zaman kendisini veya bir sanatçı arkadaşını rica etsem, hemen geldi veya o tiyatrocuyu temin etti bana.
Bizim Süeda’nın, birinci sınıf oyunculuğu yanında, üç bileziği daha var kolunda, diyeyim size: Oyuncu koçluğu, ses eğitmenliği ve amatörce-çıkarsızca da yapsa A kategoriden organizatörlüğü.
Adapazarı’ndan Bolu’ya, Edirne’den Mardin’e, Çankırı’dan Dilova’ya… hiç kırmadan geldi kardeşim. Ne para sordu ne kalacak yer. Evimizde de kaldı (Gülseren ablasının yemeklerini çok sever bu arada), ofisinde omletini de yedik, kaç kez. Özel hayatını da biraz biliriz. Biliriz dediysem, eşimle, abla kardeş konuşurlar, o kadar. Özetle Süeda Çil, evimizin tiyatrocu kardeşidir çeyrek asırdır. Öyle de kalacak.
Perihan Savaş denilince, herkesin aklına Yeşilçam yıldızı gelir. El-hak doğrudur da. Ama işin aslı başkadır. Perihan Savaş, sekiz yaşından itibaren, çocuk oyunlarında rol alan bir tiyatro sanatçısıdır asıl. Bu tarafı pek bilinmez.
Perihan Savaş’ı da Süeda Çil kardeşim sayesinde tanıdım ben. Onu sahnede Sekiz Kadın ve Yedi Kocalı Hürmüz adlı oyunlarda seyretmiş, beğenmiştim. 15 Ocak 2007’de merhum Aziz Duran başkanımız Adapazarı AKM sahnesini Lüküs Hayat’la açınca, öz abi - kardeş kadar yakın olduğum, dönemin İŞT Müdürü Abdullah Kaplan’dan ve dönemin genel sanat yönetmeni M. Nurullah Tuncer’den AKM için oyunlar istedim. Onlar da ayda bir oyun gönderdiler. Bu oyunlardan biri de nefis bir komedi olan Kim Kimi Kimle adlı oyundu. Perihan hanım da o oyunda oynuyordu. 2007 yılının baharındaki o oyun nedeniyle bir gün Adapazarı’nın misafiri oldular. SBB adına gezdirdim ekibi. Orada samimi olduk.
Aynı yılın içinde, iki kere daha davet ettim Adapazarı’na Perihan Savaş’ı. İkisi de yakın dostu Süeda Çil kardeşim sayesinde. Ve onunla birlikte. Biri SBB Tiyatro eğitim sezonu açılışında, Selçuk Yöntem ile ilk dersi verdiler. Bir başkası da tiyatro şenliğinde söyleşi için. Süeda Çil ile birlikte her ikisi de Cemil Meriç Sosyal Bilimler Lisesi ve Sakarya Anadolu Lisesi öğrencileriyle de buluştu. Çok şenlikli söyleşiler olduğunu hatırlıyorum.
Perihan Savaş Trabzon Sürmeneli bir ailenin kızı. Her Karadenizli gibi doğal, samimi, açık sözlü. Sözünü sakınmayan biri. Çok da matrak. Anneciğinin her telefon açışında ona hitabını buraya yazsam, yatıp gülersiniz. Yazamam tabii. Diyaloğumuz ilerleyince, bir portreci olarak elbette, sormadan edemedim: Eski eşiniz İbrahim Tatlıses nasıl bir karakter? Cevap verdi: “Saf, tertemiz, çocuk gibidir İbrahim. Ama arkadaşları onu yanlış yollara sürüklediler. Geçenlerde, ondan çocuğum Melek Zübeyde’ye, sınıf arkadaşı biriyle düşündüğü evlilik onayını almaya gittim. Durumu anlattım. Beş dakika kadar ağladı. Evlenecek kadar büyüdü mü bizim kızımız diye. Sonra Zübeyde şu ana kadar adımızı magazin sayfalarına düşürmedi. Tertemiz kaldı. Onayı verdim, gitti. Allah mesut bahtiyar etsin dedi. İbrahim Tatlıses budur aslında. Saf, temiz, duygusal ve iyi niyetlidir.”
Daha çok dizilerden tanıdığımız ünlü sinema ve tiyatro oyuncusu Bennu Yıldırımlar ile de iyi dostuzdur. GAP Kültür Birliği danışmanı iken Mardin’e davet ettiğim ve dostum Nurullah Tuncer’in yönettiği Bir İntiharın Genel Provası sırasında ahbap olduk Bennu hanımla. Rica ettim, Mardin’de ÇATOM’lar vardır, valiliğin eğitimsiz kadınlara meslek edindirme çalışmaları. Kırmadı, belki iki yüz kadının katıldığı söyleşiye gitti. Kadınlar şaşkın, gözlerine inanamadılar. O günlerde televizyonlarda çok popüler olan Yaprak Dökümü dizisinin Fikret’ini karşılarında görünce. Ne soracaklarını da bilemediler. Zaten çoğu da Türkçe bilmiyordu. Ya Arapça ya Kürtçe bir şeyler söylemeye çalışıyorlardı. Başka bir çağda, başka bir ülkede gibiydi Bennu Yıldırımlar. Doğrusu ben de öyle. Sabırla fotoğraf çektirdi her isteyenle. Tevazuu görülmeye değerdi.
O günden sonra Bennu kardeşimi üç kere Edirne’ye, Çankırı’ya, Dilovası’na düzenlediğim akademilere ve bazı projelerime, ne zaman telefon edip davet ettiysem, o büyük şöhretine rağmen, para pul sormadan, hepsine katıldı. Tek kapris yapmadı. Sadece gününü saatini ve ulaşımın nasıl sağlanacağını sordu, o kadar. Bennu hanım kardeşim, fevkalade naif, sessiz, kibirsiz, kaprissiz, anlaştığınız saat ve konuda uyumlu ve disiplinli, örnek bir karakterdir.
Yukarıda, 1996 Ekim’inde İstanbul Şehir Tiyatrolarında, tiyatro müdürü Muharrem Ergül’ün beni ilk gönderdiği oyunun Lüküs Hayat olduğunu ve o oyunu süreç içinden on yedi kez, kahkahalarla izlediğimi belirtmiştim. İşte o nefis oyunda, Tulumbacı bozuntusu Rıza’nın (Zihni Göktay) kız kardeşi Zeynep’i yıllarca Funda Postacı, hem de büyük bir başarıyla oynamıştı. Oyunu her izleyişimde antrakta - kuliste Zihni ağabeyi ziyarete gittiğimden Funda abla ile de selamlaşıyorduk. Ama onunla asıl dostluğumuz 15 Ocak 2007’de Adapazarı AKM’nin açılışında Lüküs Hayat’ı sergilendiğinde başladı ve yine müdür Abdullah Kaplan’ın himmetiyle aynı oyunu beş gün süreyle Mardin, Diyarbakır, Adıyaman, Urfa ve Gaziantep’te sergilettiğimizde gelişti. Ben de o uzun yolculuklarda otobüsteydim zira. Sağ olsun Funda ablam da yakın dostu Zihni abi gibi, beni kardeşliğine kabul etti.
Funda Postacı, rolündeki Zeynep karakterine oldukça benzeyen, şen şakrak, olumlu, iyi kalpli ve saygıdeğer bir abladır. Dobradır, delikanlıdır. Sanatçılığı kadar insani vasıfları da üst seviyededir. Yetmiş yaşını aştığı şu günlerde Funda ablama da sağlık huzur ve başarı diliyorum.
Hemşerim Fulden Akyürek’e gelince. Abdullah Şahin’i, namı diğer Nokta’yı severim. İyi dostuzdur. Abdullah abim, Çılgın Yenge ve Üvey Karım adlı iki oyununu sergilemişti. İşte o oyunlarda hem başarılı hem de tiyatroyu kendi kurumu gibi benimseyen, sarışın, irice gözlü, mert, delikanlı, yirmi beşinde var yok bir bayan dikkatimi çekti: Fulden Akyürek.
Akyürek soyadı bana bir şeyler çağrıştırdı elbette. Türk müziğinin Sapancalı sanatçısı, hemşerimiz Umut Akyürek’i. Sordum, ablam dedi. 1980 Sapanca doğumluymuş Fulden kardeşim. Öğrendim ki, birçok dizilerde ve tiyatro oyunlarında oynayan ödüllü bir oyuncudur da.
Kendisini daha sonra Edirne’ye akademiye davet ettim. Dizi çekimleri ve tiyatro turnesine rağmen kırmadı, hiçbir şey sormadan geldi, Edirneli genç tiyatrocu adaylarını sevindirdi, onlara eğitim verdi. Fulden kardeşim iyi insandır gerçekten. Güvenilir, sözünün eri, alaylı da olsa çok başarılı bir oyuncudur.
Seyrettiğim ve başarılı bulduğum kadın tiyatrocuları yazmadım elbette. Demet Akbağ’ı BKM’de Sen Hiç Ateşböceği Gördün mü ve Bana Bir Şeyhler Oluyor’da toplam yedi kez seyrettiğimden, Münevverin Hasb-ı Hâli adlı tek kişilik oyunda Hikmet Körmükçü’nün olağanüstü başarısından, Hürrem Sultan’da Ayşegül Devrim’in kallavi oyunundan, Kadın ile Memur’da Naşit Özcan ile Ayşegül İşsever’in çok başarılı oyunundan söz etmedim daha size.
Onlar seyredip beğendiklerim. Anlattıklarım ise dostlarım. Netice itibarıyla, bu saydığım isimler, Ayla Algan, Suna Pekuysal, Süeda Çil, Perihan Savaş, Bennu Yıldırımlar, Funda Postacı ve Fulden Akyürek, benim hukukum olan tiyatro sanatçıları. Bu yedi isim hem sanatçılıkları hem dostlukları hem de insani vasıfları itibarıyla A kategori sanatçılar. İyi ki sahnede ve iyi ki hayatımızda oldular.
Müteşekkiriz, ailemce. Ve ulusça.