Stephan Covey,  “Etkili İnsanların 7 Alışkanlığı” isimli kitabında, insanı yönlendiren iki alandan bahseder. Birincisi “ilgi alanı” ikincisi “etki alanı” olarak tanımlanan bu alanların bizleri yönlendirdiğini anlatır kitapta. İlgi alanı içinde yer alan durumlar, kontrolümüz dışındaki unsurları kapsıyor: Siyasilerin söylemleri, savaşlar, ekonomi, haberler, hukuk sistemi, başkalarının düşünce ve davranışları. Etki alanı, kontrolün bizde olduğu alanlar:Davranışlarımız, tutumlarımız ve sözlerimiz. Hangisini diğerinden önde tuttuğumuz, yaşama ve olaylara bakış açımızı ortaya koyarmış.

        Kitapta yer alan iki insan tipini ve gelişen davranış modelini şöyle tanımlıyor yazar:

“Proaktif insanlar, odak noktası olarak Etki Alanı’nı seçerler. Bir şeyler yapabilecekleri ortamlar yaratırlar.

Reaktif insanlar, çabalarına odak noktası olarak İlgi Alanı’nı seçerler. Başkalarının zayıflıklarına, çevredeki sorunlara ve denetleyemedikleri koşullara odaklanırlar.Odaklandıkları nokta, suçlayıcı davranışlara, reaktif bir dile ve gitgide artan bir mağduriyet duygusuna neden olur.”

        Bu değerlendirmeyi okuduğumda, çoğumuzun içinden çıkamadığı, sonu çaresizlik hissi ile gelişen bir dizi davranışı sorguladım kendimce.

       Milletçe derinden etkilendiğimiz, empati duygusu ile derinden üzüldüğümüz büyük bir faciaya tanık olduk. Gün boyu haberleri takip ettik, sosyal medyanın karamsar ve umutsuz akışına dâhil olduk, bu olayın da diğerlerine eklendiğini düşünerek –haklı olarak- vatandaşlık haklarımız adına isyan ettik. Yani, yukarıdaki analize göre reaktif insan tipi olmayı ister  istemez tercih ettik. Lakin bilmeliyiz ki çaresizlik hissi, mağdur psikolojisi ile birleştiğinde doğan yapı, pasif bir haldir. Soralım o vakit kendimize: Pasifize olmamız kötülüğün, haksızlığın güçlenmesinden başka neye yarar?

       Bilmeliyiz ki -en tepeden en dibe- yetki sahibi her birey, sorumluluğu önce kendinde aramalı ve bulmalıdır. Kendime sorduğumda aldığım cevap netti: Ben, bu yaşıma kadar gidip de  kaldığım hiçbir konaklama yerinin fiziki şartlarındaki güvenliği ve gereklilikleri sorgulamamışım. Neden? Çünkü hep güvenmişim. Güvenmek kadar konforlu başka bir alan yoktur çünkü. İsteriz ki biz rahatsız olmadan, gayret göstermeden düşünenimiz, koruyanımız olsun. Çok da insanî bir duygudur bu; başta ailemizden, sevenlerimizden, “ben varım” diyenlerden ve tabi ki devletimizden korunmayı beklemek hakkımızdır. Gelin görün ki hayat, film değildir ve beklentilerimiz doğrultusunda ilerlemez çok defa. Öyle zamanlar vardır ki iş başa düşer, öyle zamanlar vardır ki sistem çöker, öyle zamanlar vardır ki kendinizden gayrı güvendiğiniz kim varsa bin pişman olursunuz. Klişe sözdür ama doğrudur: “Çaresizseniz, çare  sizsiniz.” Refah, huzur, adalet, güvenlik sorgulanan bir ülkede ilk iş ilgi alanından çıkıp etki alanına geçmeli ve attığımız her adımda koşullarımızı, aldığımız her hizmeti gölgemizedahi güvenmeyip dönüp bakacak kadar denetleyebilmeliyiz. “ Bir tek benden ne olur? ”demeden toplumsal bilinç birliği oluşturmalıyız.

        Şair Sezai Karakoç’un, “ Sakın kader deme, kaderin üstünde de bir kader vardır./ Ne yapsalar boş, göklerden gelen bir karar vardır.” dizelerini şiir meraklılarımız bilirler.Sözcüklerin gölgelerinde dolaşmayı seven bir okuyucu olarak gece olup da yalnız kaldığımda bu dizeler bana ne hissettirir, bunu benim bilmem yeterlidir. Bu sayfada merhum şairin dizelerini, toplumsal bilinç algısıyla yorumlamak taraftarıyım. Nihai sözün Allah’a ait olduğuna koşulsuz inanmakla birlikte aklı, sağduyuyu, başarma ve değiştirme gücünü de yine kullarına yüce Yaratan’ın verdiğine inananlardanım.

      Millet olarak acı haberlerin birini daha sineye çekmekte zorlandığımız bu günlerde ölenlerimize Allah’tan rahmet, yakınlarına ve bizlere baş sağlığı dilerim…