Şehr-i Sakarya, Osmanlı’nın ana unsuru olan her millete kucak açmış, koca yürekli bir şehir... Hem de benzer acılar buluşturmuş, herkese de cömert olmuş, nehir gözlü  şehir. Düşünüyorum; kendi adıma hayata dair ilklerimin şahidi, ilk gözyaşımın tesellisi, ilk mutluluğumun sebebi, anılarımın baş aktörü, öldüğümde mezar taşımın bekçisi... Saymakla bitmez, nehir gözlünün bendeki yeri.

   Sakarya ne yapsa, hangi ikramda bulunsa; kaldırımında gezenleri  “bir yerli olma" telaşı sardı. Ardı ardına hemşehri dernekleri kurulur oldu, Sakaryalılık yetmez hale geldi. Yanlış anlaşılmasın, kimsenin geçmişine sahip çıkmasına karşı değilim; hatta bu, Sakarya’yı özel kılan kültür mozaiğidir. Benim karşı çıktığım, bu dernekleşmenin aidiyet duygusuna gem vurup insanları birbirinden uzaklaştırmasıdır. Bu durum, iş dünyasını da siyaseti de kısırlaştırıyor.

   Bir başka itirazımda, kültür derneklerinin,şehir kültürü ile daha az hemhal olmuş insanların kolayca karar alıcı pozisyonlara taşınmasına  yol açmasıdır. Bu durum depremleri,selleri ekonomik ve sosyolojik krizleri bu şehir için, bu şehirde yaşamış olanları yaralıyor.

   Yineliyorum sözlerimi: Ben, insanların belli bir kültür çerçevesinde bir araya gelmelerine karşı değilim. Yine gelsinler, ama dernek değil; vakıf olarak gelsinler. Gençleri evlendirsinler mesela… Sakaryalı olup işleri rast gitmeyen iş insanlarını, esnafları kalkındırsınlar. En kötü ihtimalle yetimlere sahip çıksınlar. Güzel olan budur

    Bir eleştiri değil benimkisi, bir sitem; bir kaybetme endişesi, bölünmeye karşı direniş.
Önce bir Sakaryalı olmayı becermeliyiz, kimlikleştirmeliyiz.
Farklılıklarımızla bizi birleştiren, bize yurt olan bu mahsun şehri ihya edip;
Tüm özellikleriyle geleceğe taşımalıyız.

Sürcülülisan ettiysek af ola.