İnsanın doğup büyüdüğü yerde yaşlanması, onu yaman bir gerçekle de karşı karşıya bırakıyor. Kendine dair yaşlanmayı, başka yüzlerde takip etmek; yaşlanmakta ve değişmekte olduğunu, başka yüzlerin ve bedenlerin değişimlerini yakaladıkça anlamak…
Nasıl mı?
Uzaktan tanıdığınız bir akranınızı, ilk gençlik yıllarından içinde bulunduğunuz şu yaşlara kadar, halen daha yolunuz olan bir sokağın köşesinde, bir banka şubesinde ya da bir marketin girişinde birden fazla görme olasılığınız vardır. Ortalama yirmi yıla yayılan bu rast gelişler, yaşlanmanın, insanı kendinden başka birine dönüştürme yolunda ruha ve bedene nasıl da tutunduğunu anlamak için yaşanır sanki. İlk rast gelişte ağaran saçlar, diğer denk gelişte düşen omuzlar, yorgun bakışlar ve artık varlığı umursanmayan demode bir ceket…
Durakta bekleyen ve bastonuyla kendisini yalnızca sürükleyebilen o çok yaşlı adam, çocukluğunuzda hayranlıkla izlediğiniz filinta gibi bir baba dostudur örneğin. Hâlâ güzel ve dinç kalmak adına gösterdiğin gayretin, karanlık bir teslimiyetle buluşur; için acır, yüzün gölgelenir. Bu görüntü, seni sana düşündürür derinden; neleri kaybettiğini, nerelerde hata yaptığını ve nelere yetişemediğini bir kez daha önüne serer ve üzülürsün. Rast geldiği bu yüzlerde, aslında kendi değişiminin izini sürer insan. İze bakmak böyle bir şeydir; izi bırakan yoktur da varlığı, sesi, kokusu siner olduğu yere. Her iz, bir adım daha yaklaşmak olsa da yetişememek, iz sürmenin doğal halidir. Ve sen baktığın bu aşina yüzlerde, kendinde takipten korktuğun yaşlanma izlerini görürsün bir bir.
Fotoğrafların, özel günlerimizde kaydettiğimiz videoların bu takibi en gerçekçi haliyle gerçekleştirdiğini, yaşlanmanın izlerini, tarih tarih gösterdiğini düşünebilirsiniz. Ama benim bahsettiğim çok başka bir tanıklık; canlı ve ötekileştirmenin bencilliği benzeri belki…
Peki ya, farklı yerlerde yaşayarak sürekli gezgin olmak, tanıdığımız yüzlerde yürüttüğümüz bu bencilce takipten vaz geçmek, bizdeki zamanı nasıl etkilerdi? Durdurur muydu ki? Farklı insanları, tanımadık kişileri yalnızca bir defa görmek? Tek zamanlık yüzleri görüp geçmek; gülüyorsa gülen, ağlıyorsa ağlar halleriyle belleğimize yerleşen yüzleri, bir kerelik görüp unutmak… Bu durumda doğabilecek olasılıkları da iyi tartmak gerek. Sadece aynı şehirde olmakla bile mutlu olduğun sevdiklerinden uzak düşmek örneğin. Tanıdığın ve yıllar geçtikçe yaşlılığını, değişmekte olduğunu gördüğün insana dair saklı tuttuğun umuduna ne demeli? Belki bir dakika ara ile beklenen kırmızı ışığa, benzer bir kaygıyla bakmak ya da aynı kasiyere aynı gün, “ İyi günler.” demiş olmak ihtimali. Aynı memlekette yaşlanmakta olduğunu bilmek ve belki de aynı topraklarda ölmek ve gömülmek ihtimali. Hayatın istemediğimiz dayatmalarına karşı, sıkı sıkıya tutunduklarımızdan değil mi bu ihtimaller?
Ve bu ihtimallerin muhtemel olması düşüncesiyle ilerlemek hayatın aynı yollarında… Beraber yaşlanmaya, yüz çizgilerini günbegün görerek huzur bulacağın ruh arkadaşına sonsuz özlem duyarak tüketmek bu yolculuğu.
İz sürerek yaşlanıyorum.