Son yüzyıldır toplumumuzda giderek artan ahlaki çöküş, artık göz ardı edilemeyecek boyutlara ulaşmıştır. Kanunlar,
toplumun huzurunu sağlamakta yetersiz kalırken; vicdan, Allah korkusu ve manevi değerler de zayıflamıştır.
Defalarca suç işleyenlerin adli kontrol şartıyla serbest bırakılması, insanların kanunlardan korkmamasına;
Allah korkusunun zayıflaması ise vicdanların susmasına neden olmuştur.
Bu ahlaki erozyonun temelleri, kendi öz benliğimize uymayan Batı'dan ithal edilen sistemlerle atılmıştır.
Kendi köklerimizden koparılarak, Batı’nın medeni diye tanımladığı, fakat bize yabancı olan bir yaşam biçimi dayatılmıştır.
Bugün karşı karşıya olduğumuz sorunlar, işte bu yanlış tercihlerin ve dayatmaların bir sonucudur. Devleti dinden ayıran,
İslam’ın ahlaki ve toplumsal inşa gücünü yok sayan bir düzen, bugünkü materyalist neslin yetişmesine zemin hazırlamıştır.
Osmanlı, toplumun manevi değerler üzerine inşa edildiği bir medeniyetti. Kanunlar sert değil, ama insanların Allah korkusu
ve kul hakkı bilinci güçlüydü. Fransız seyyahların, on dokuzuncu yüzyılda İstanbul’a dair kaleme aldıkları anılarında,
Osmanlı halkının ahlaki olgunluğu, misafirperverliği ve birbirine duyduğu güven sıkça vurgulanmıştır. Bir Fransız gezgin,
İstanbul’da dükkanların akşamları açık bırakılıp kimsenin bu mallara dokunmadığını, hatta hakarete uğrayan bir Osmanlı
vatandaşının dahi sabırla karşılık verdiğini dile getirmiştir. Bu, İslam ahlakının topluma nasıl bir düzen ve huzur getirdiğinin
açık bir örneğidir.
Bugün bu değerleri yeniden inşa etmek zorundayız. Ancak manevi altyapı güçlenene kadar, kanunların caydırıcılığını artırmak
zorundayız. Hırsızlık yapan, yolsuzluk işleyen ya da başka bir ahlaksızlık sergileyen, yaptığının karşılığını mutlaka alacağını
bilmelidir. Hatta, toplumun birbirini denetlemesini teşvik edecek mekanizmalar kurulabilir. Örneğin, bir suçu ihbar eden ve bu
ihbarı ispat eden kişilere, verilen cezanın bir kısmının ödül olarak verilmesi gibi uygulamalar hayata geçirilebilir.
Ama asıl hedefimiz, sert kanunlarla değil, vicdan, Allah korkusu ve manevi eğitimle bir nesil yetiştirmektir.
Unutmayalım ki, istikbal göklerde değil, köklerdedir. Kendi öz benliğimize, inançlarımıza ve değerlerimize
geri dönmek, bu toplumun kurtuluşunun yegâne yoludur. İslam’ın adaletine ve ahlakına dayalı bir düzen inşa etmeden,
ne toplum huzurunu sağlayabiliriz ne de gerçek anlamda bir medeniyet kurabiliriz.
Artık karar zamanı: Geleceğimizi köklerimizle mi inşa edeceğiz, yoksa bizi bu çöküşe sürükleyen
yabancı sistemlerin gölgesinde kaybolmaya devam mı edeceğiz?