Kırk Kuyu’dan Portreler / Fahri Tuna
Âşık denilince hangi şehir gelir akla? Erzurum yahut Sivas. Belki Maraş, değil mi? Kars da olabilir. Siz hiç Trabzonlu bir âşık duydunuz mu? Duymadınız. Ben de duymadım. Ama ben gördüm. Gördüm, tanıdım, sevdim. Elinde bağlaması yoktu, tamam. Ama şiirleri âşık işiydi. Atışmaları da vardı. Hatta mahlası da Âşık Çepni’ydi. Trabzon Beşikdüzü’ndendi üstelik.
2000 yılında, benden Deprem fotoğrafları istemek üzere gelmişti, o gün tanıştık. O gün bugün yakın dost olduk. Cenazelerimizde düğünlerimizde, iyi kötü günlerimizde. Trabzon’da Adapazarı’nda, yurt içinde yurt dışında; yüzlerce binlerce güzel hâtıra…
Bana Yeryüzünde Temel diye biri yaşamış, gördün mü tanıdın mı? Diye sorsalar, sağıma ve soluma bakmadan, bir saniye bile tereddüt etmeden Evet, Yusuf Ağbi sözü çıkar ağzımdan. İnanın doğrudur bu.
Kim mi bu Yusuf Mısırlıoğlu. Namı diğer Âşık Çepni?
İTÜ’den mezun Uçak Makinaları mühendisi. 1968 kuşağının delikanlılarından birisi. O günkü tabirle İTÜ’de ‘ülkücülerin reisi.’ Bıçkın, hareketli, yiğit, vatanperver biri.
Şimdilerde nüfus kâğıdı eskiyip yaşı yetmiş yediye erişse de o hâlâ genç bir delikanlı.
Uzunca süredir makine sanayii üzerine işyeri sahibi. Savunma sanayiine parçalar üretiyor bir süredir.
Bir tarafı ne kadar gırgır, neşeli, Temel ise, diğer tarafı o kadar ciddi, disiplinli, üretkendir.
Yılın altı ayını Trabzon’da yaylalarda geçirir, diğer altı ayını Adapazarı’nda, ikisi ODTÜ biri İTÜ mezunu üç oğlunun işlettiği makine imalathanesinde.
Adapazarı Sait Tanış Kültür Merkezi yeni hizmete girmiş, iki bin on nisanı. Akşamın Aydınlığında Portreler kitabımın söyleşi ve imza günü için onu da davet ediyorum. Telefon açtım, mekânı tarif ediyorum, anlayamıyor. Aklıma pratik bir çözüm geldi: ‘Yusuf Ağbi, dedim. Ağa Camii’nde akşam namazını kıldın, çıktın, nereye gidersin?’ Beklediğim cevap şu: ‘Sağa Uzunçarşı’ya.’ Veya ‘düz Karaağaçdibi’ne’ ya da ‘sola Gümrükönü’ne doğru. “Ben de diyeceğim ‘Ağbi, sola, minarenin dibine gel, yüzünü İzmit’e doğru dön. Elli metre yürü. Orası işte.’ Yusuf Mısırlıoğlu bir iki saniye düşündü: Kahveye pişpirik oynamaya giderim! diye cevaplamasın mı… kahkahaları koyuverdik. İşte Yusuf Ağbi / Aşık Çepni budur.
Ona göre her şey normaldir, anormal olan bizleriz. Örneğin sigaraya, elli yaşında kalp krizi geçirdikten sonra başlamıştır. Günde beş öğün yemek yer ama altmış iki kiloyu bir gram geçemez. (Bir rivayete göre yetmişinde bir kalp krizi daha geçirince sigarayı bırakmış, daha doğrusu sigara onu terk etmiş, o günden sonra da her yıl bir okka kilo almaya başlamıştır.)
Yeri gelince sık sık ‘okumam yok yazmam var’ diye cevaplaması üç şiir kitabından mülhemdir.
Âşıktır, şairdir, ozandır; Aşık Çepni mahlası ile şiirler dökülür şair yüreğinden onun. O Çepni’dir, Çepni kızına âşıktır. Nereden mi biliyoruz; kendi dizelerinden: Yanakları gamzeli, gerdanı kar beyazı / Belinde peştamalı, çarıklı Çepni kızı / Kışın köyde çalışır, yaylada geçer yazı / Belinde peştamalı, çarıklı Çepni kızı.
Obalının düşüsün, ulaşılmaz hayalsın / Bu ne işve, bu ne naz; ander kaybana kalsın / Altüst ettin dünyamı; seni yaratan alsın / Belinde peştamalı, çarıklı Çepni kızı.”
Şiirinden de anladığınız üzere Çepni Türküdür on binlerce Trabzonlu gibi Yusuf Mısırlıoğlu. Aceleci ve hareketli bir yapıya sahip olduklarından soy, boy, aile olarak, Fatih Sultan Mehmet’ten önce o bölgeye yerleşmişler; Koca sultan 1461’de Trabzon’a girdiğinde Mısırlıoğlu Ailesi olarak hoş geldiniz sultanım, nerede kaldınız, gözlerimiz yolda kaldı demişler; sultan da bu bölgeye Vilayet-i Çepni adı vermiştir. Fetihte Fatih’e yardım ettiklerini da ilave etmeyi unutmayalım.
Neşe adamdır, neşeli adamdır, neşe saçan adamdır o.
Hayatımda gördüğüm en cömert, en müspet, en toparlayıcı adamlardan birisidir. Benim genel yayın yönetmenliğimde bir grup arkadaşın katkılarıyla on bir yıl- yüz otuz iki sayı çıkarttığımız Irmak Dergisi’nin bu kadar uzun süreli yayımlanmasının maddi motoru hiç kuşkusuz Yusuf Ağbi’dir; ona ne kadar çok teşekkür edilse yeridir.
Irmak’tan tek şikâyeti, tek şikâyetçi olduğu kişi, Sansürcübaşı adını taktığı, şiirlerimin yarısından fazlasını kesip atıyor diye sitem ettiği, idarecinin bir yüzü sıcak diğer yüzü sert olmalı; bizim sansürcübaşının iki yüzü de sert diye yakındığı bu satırların yazarıdır.
Yol arkadaşlığı da ayrı güzel ayrı zevkli ayrı neşelidir.
Ablasının ineğini yaylaya götürürken kaybedecek kadar dalgın, şahit olduğu bir trafik kazasında, suçlusunun sigortası olmadığını görünce suçu üstlenecek kadar cömert, Sofya Banyabaşı Camii önünde dilenci misali mendil açacak kadar muzip, Kızılderili filmlerinde ağlayacak kadar duygusal bir kahramanımızdır o bizim.
Sitem edeceği zaman cümle kalıbı bellidir: Müslüman, … edeceğine … etseydin ya veya mübarek, … diyeceğine, …. deseydin ya! Normal hâlde cümleye üç kelimeden biriyle başlar: La gardaşım…, Uşağım, …, Bağa bak hele…
Bir Trabzonluda görebileceğiniz tüm özellikler fazlasıyla vardır onda: Üretken, yerinde duramayan, tez canlı, pratik, cömert, samimi, candan, vatanperver, muzip, Trabzon’u dünyanın başkenti sayan, Trabzonspor’u ölçüsüz sınırsız katıksız seven, yayla sevdalısı, adalete düşkün ama hemşerisini görünce adaleti unutan, hamsi ve kara lahanaya yarı kutsallık atfeden…
Yerli adamdır Yusuf Ağbi. Halk adamıdır; halktır, halktandır, halkçıdır. Halkçı dediysek, yanlış anlaşılmasın, cumhuriyet yanlılarından değil milletinden yana olanlarındandır.
Şiiri Türk Halk edebiyatına dairdir elbet. Atışmaya nazireye bayılır. Onun atışmaları, hayat felsefesini yansıtır: Azaltan değil çoğaltan, üzen değil güldüren, tüketen değil büyüten, çirkinleştiren değil güzelleştirendir.
Kendi insanının, Trabzon’un, daha da geniş tutalım Karadeniz insanının sevincini üzüntüsünü felsefesini şiir diliyle yazmayı başaran ender fanilerdendir Aşık Çepni. Sadece bu tür şiirlerinden oluşan bir kitabı da vardır: Temel Bir Gün isimli. İkinci kitabı, Gül İncinmesindir. Zaten bir ömür yaptıkları ettikleri yazdıkları hep Gül’ü incitmemek içindir.
Zarif adamdır o, nazik adamdır o, muzip adamdır.
Gülümseyen, gülümseten, güzelleştiren adamdır.
Âşık Çepni yazısı da elbet onun bir şiiriyle bitmelidir, Feminist Fadime ile mesela:
“Her yıl Amerika’da / Feministler buluşur / Kadınların hakkını / Savunmaya çalışır. Çıkar başkan sahneye; / “-Sıkın eşlerinizi / Gösterin erkeklere / Azı dişlerinizi.” Bu karar üzerine / Yüce meclis dağılır / Bir yıl sonra kürsüde.
Önce Alman sonra İspanyol feministleri konuşur: Hans ile Pedro mum olmuştur. Sahneye çıkma sırası bizim Fadime’dedir şimdi: Fadime başlar söze: Temel geldi bir akşam / Bağırdı:”-Kız Fadime! / Nerde lahana çorbam?” / Dedim:”-Eğer yaparsam / Gözüm önüme aksın! / Sana çok yemek yaptım / Artık sen yapacaksın. / Bir gün bir şey görmedim. / İkinci gün de doldu. / Üçüncü gün sol gözüm / Açılır gibi oldu.