İnsanlar mı Şehrin Eseridir, Şehirler mi İnsanın

Matematik alanında iki bilinmeyenli, hatta üç bilinmeyenli denklemler yaygındır ve meşhurdur, evet.

Peki sosyal hayatta da mevcut mudur üç bilinmeyenli denklemler? Cevabı biz verelim: Vardır. Mevcuttur. Bir tanesini ben söyleyeyim hemen zaten:

İnsan, mekân ve şehir: Bu üç kavram birbirlerini nasıl etkilerler?

Dost mudurlar birbirine düşman mı? Akraba mıdırlar, yoksa tanışmazlar mı? Hangisi etken, hangileri edilgendir? Başrol kimindir, yardımcı rollerde kimler vardır?

Üç ayrı şehirde yaşayan üç kardeş, ne kadar birbirine benzer, ne kadar faklıdır birbirinden? Şehrin Ulu Camiinin yüz metre yakınında yaşayan bir öğrenci ile o şehrin kenar mahallesinde bir gecekonduda oturan sınıf arkadaşının hayata olaylara dünyaya bakışı arasında ne kadar fark vardır? Köyde ilçede ve şehirde yaşayan üç kardeşin, söz yüz ve edalarında ne ölçüde farklılıklar vardır? Bunları etkileyen nelerdir? 

Şehirlerde yaşadığımız için mi medeniyiz, yoksa medeni insanlar kurduğu/geliştirdiği için mi şehirler medeni?

Üç bilinmeyenli denklem bütün bunlar! Ne üçü, bazen on üç bilinmeyenli, bazen yirmi üç.

***

Yaşar Kemal İnce Memet’i Yazmasa Toroslar Öksüz, Necati Cumalı Ezik Otlar’ı Yazmasa İzmir Ovası Sessiz, Neşet Ertaş Aydost Diye Çığlık Atmasa Bozlaklar Yetimdi Hâlâ

Şehirler kültürleri kadardır’(1) demişti ustamız. Eyvallah. Kültürleri ve yetiştirdikleri.

Ortalama bir lise öğrencisine Eskişehir deseniz size hemen Yunus Emre, Konya deseniz Mevlana, Ankara deseniz Hacı Bayram, Kırşehir deseniz Hacı Bektaş cevabını verecektir; hiç kuşkum yok bundan.

Adana Orhan Kemal’dir desek, İzmir Attila İlhan’dır desek, Manisa İlhan Berk’tir desek abartmış olur muyuz? Yahut Kastamonu Rıfat Ilgaz, Tokat Cahit Külebi, Sivas Âşık Vesel’i hatırlatır hemencecik bize. Sait Faik Adapazarı demektir, Zeki Müren Bursa, Orhan Veli İstanbul. Yaşar Kemal İnce Memet’i yazmasa Tosorslar öksüz, Necati Cumalı Ezik Otlar’ı yazmasa İzmir Ovası sessiz, Neşet Ertaş Aydost diye çığlık atmasa bozlaklar yetimdi hâlâ. 

Yaşayan, yaşanılan, yaşadığımız günler farklı mıdır ki?

Hacı Bayram’ı D. Mehmet Doğan’dan başka kim bekler bugün Ankara’da, Selimiye’yi kim anlatır Mustafa Hatipler kadar güzel Edirne’de, Van Kalesi’nin nöbetini kim tutar Müştehir Karakaya’nın dizeleri kadar Van’da; Mustafa Çiftçi’siz Yozgat yoksul, Mustafa Özçelik’siz Eskişehir garip, Bekir Oğuzbaşaran’sız Kayseri fakirdir. Böyledir, buncadır, bu kadardır. Hiç ama hiç kuşkum yok.

Süheylciğim, vatan dediğin üç beş dosttan başka nedir ki diyen Yahya Kemâl merhuma Huuu diyelim, yürüyelim.

Evet, evet; şehirler ve mekânlar, biraz da insanla kaimdirler.

***

Şehirler Biraz Da Şiir, Şarkı, Türküdür Dize Dize Beste Beste

Süleymaniye’de Bayram Sabahı (2) ile kanatlandı gönülleriniz, biliyorum; Çanakkale İçinde Aynalı Çarşı (3) sizin de içinizde bir hicran, iyi biliyorum; Bitlis’te beş minare var, onu da biliyorum; nereden mi? şiirlerden şarkılardan, türkülerden.

Gözleriniz kapalı İstanbul’u (4) dinlediniz kaç kez, Kız sen İstanbul’un neresindensin şarkısıyla seyre çıktınız kaç defa Dersaadet’i, Beş Şehir (5) ile başka sevdiniz kadim şehirlerimizi.

Geçenlerde bir restoranda Islama köfte yerken, içeriye yedi- sekiz kişilik bir grup girdi. Oturdular, yemek söylediler. Dikkatlice bakınca Elazığlı Halk Müziği sanatçısı Esat Kabaklı ve arkadaşları olduklarını fark ettim. Anlaşılan bir ilin belediyesi onları konsere davet etmişti. Masasına yaklaştım, hoş geldiniz dedikten sonra:

- Size benim borcum var Esat bey, borcumu ödemek istiyorum dedim.

Şaşırdı, elini uzatıp avucunu açtı, hafif şımarık ve hükümran bir sesle:

- Buyur öde şimdi, dedi.

Biraz soluklandı,

- Hem nereden borcun var bakalım senin bana? Diye sordu. Anlattım:

- Efendim, ben sizin çok ekmeğinizi yedim de ondan.

Esat bey mutluydu. Etrafındakilere hafif hava atarak sordu:

- Nerede ekmek vermişim ben sana?

- Efendim ben portre yazarı Fahri Tuna. Son on dört sene içinde, en az on beş şehirde yazarlık dersleri verdim. Hâlen de beş şehirde sekiz yerde ders vermekteyim. Sene içinden en az bir dersi, sizin ülkemize kazandırdığınız Yolyemez Nazmi türküsü ile yapmaktayız. Tam bir portre, tam bir ders konusu. Üstelik sizin sesinizden dinleyerek analizler yapıyoruz. Sizin sayenizde o derslerden en az yüz bin lira para kazanmışımdır. (Bunu söylediğimde dolar kuru on beş lira civarındaydı.) Bunun telifini size ödemek isterim. İyi ki karşılaştık. Lütfen beni öbür dünyaya borçlu göndermeyin.

Önce bir kahkaha tufanı koptu. Esat Kabaklı, Harput gibi yukarıdan aşağıya inen bir kahkaha ile güldü de güldü. Mutluydu. Sağ eliyle kısa beyaz sakallarını, gözlerinin içi gülerek sıvazladı. O tok, Elazığ’ın kırmızı üzümü gibi lezzetli sesiyle takılmadan edemedi:

-Eyvallah Fahri baba! Da, nasıl ödemeyi düşünüyorsun borcunu?  

Cevap verdim:

- Bugün belli ki Adapazarı Belediyesinin misafirisiniz. Bir sonraki gelişinizde yemeği ben ısmarlayayım!

-Anlaştık! (6)

Evet, türküler, türkülerimiz buydu işte.

Yolyemez Nazmi’ler sayesinde Elazığ’ı, Hekimoğlu’lar sayesinde Ordu’yu,  Köroğlu’lar sayesinde Bolu’yu, Kiziroğlu Mustafa Bey’ler sayesinde Kars’ı, Debreli Hasan’lar sayesinde Drama’yı bir başka sevmedik mi biz.                                                                                                            

Siz de itiraf edin lütfen: İnsanlar, eserler ve mekânlar kadar, şiirler şarkılar türküler sevdirmedi mi biraz da şehirleri bize.

Sevdirdiler evet, haklarını teslim edelim.

Şehirler biraz da şiir, şarkı, türküdür dize dize beste beste.

***

Hepimiz Biraz Da Şehirlerimizin, Mekânların Çocuklarıyız

Tersi de geçerli değil mi bunun:

Orhan Camii Adapazarı’nın, Eski Camii Edirne’nin, Emir Sultan Camii Bursa’nın, Dönenler Camii Kütahya’nın, Eyüp Sultan İstanbul’un, Yeni Cuma İzmit’in, İzzetpaşa Elazığ’ın, Şehidiye Mardin’in, Muratpaşa Üsküp’ün, Sinanpaşa Prizren’in, Muradiye Filibe’nin, Banyabaşı Sofya’nın, Hüsrevpaşa Saraybosna’nın kalbidir.

Kalplerimizi imar eden, tımar eden, mamur kılan biraz da bu mekânlar değil midir?

Şadırvanların serin suları elimizden, ayağımızdan çok gönlümüzü yıkamaz mı; minarelerden yeryüzüne süzülen Davudi sesli müezzinlerin Hayyaalelfalahları, kulaklarımızdan çok kalplerimizi yunmaz mı, hemen her gün bir sengi musallada son namazını eda edip helalleştiğimiz, merhum dostumuzdan çok hatıralar sandığımız değil de nedir.

Biraz güreş çayırlarının Hayda bre pehlivan naralarında, biraz stadyumların ölmeye ölmeye ölmeye geldik tempolarında, şehrimizin meydanlarında dolaşan simitçilerin sıcaaaak simıttt, elinizi yakmazsa para yoklarında pişirmedik mi eskimiş yüz göz ve seslerimizi.

Örneğin bizler, üniversite sıralarından çok, Selahaddin Şimşek’in Adapazarı Asmaaltı Kıraathanesi Akademisi’nde fikir-sanat eğitimi görmedik mi, gördük; onun paltosundan çıkmadık mı, çıktık.

Yollar da aşındı yürümekle, ömrümüz de.

Hamdık yandık piştik, şehirlerimizin mekânlarında.

Hakikat şu, hepimiz biraz da şehirlerimizin, oradaki mekânların çocuklarıyız. 

***

Biraz Da O Şehrin Sosyolojisinin Ürünüyüz Biz İnsanlar  

Yıllar önceydi. GAP Kültür Birliği’nin başına danışman olarak getirilmiştim, birliğin başkanı Mardin Valisi Hasan Duruer tarafından. Güneydoğu’daki dokuz ilden sorumluydu kurumumuz. Mardin Merkezli bir oluşumdu. Vaktimin üçte biri Mardin’de, kalanı diğer sekiz ilde geçiyordu; yarışmalar, paneller, söyleşiler, akademiler, dergiler, tiyatro gösterileri filan.

Şiir şehir, masal şehir, rüya şehir Mardinli dostlar bana:

“- Fahri Bey, çok şaşıracaksın burada; dört dilli bir şehirdir Mardin’imiz: Arapça, Kürtçe, Süryanice, Türkçe konuşulur şehrimizde” deyince cevap verdim:

“- Ben sokaklarında on yedi dilin kardeşçe konuşulduğu Adapazarı’ndan geliyorum. Sizin daha on üç lisan eksiğiniz var!”

Şimdi şaşırma sırası onlardaydı.

Doğruydu söyledikleri. Doğruydu söylediklerim.

Hiçbir Adapazarlı’da kolay kolay etnik milliyetçiliğe rastlayamazsınız mesela. Takılmalar, şakalaşmalar haricinde. Böyle bir sosyal hayatın içinde büyüyen birisinden ırkçı çıkmaz, çıkamaz.

Öykücü Sait Faik yerli Türk, Manav’dır mesela, Şair Faik Baysal Balkan göçmeni. Romancı Kerim Korcan’ın babası Arnavut, annesi Abhaz’dır. Fotoğraf sanatçılarımız Hüsnü Gürsel Selanik, İbrahim Zaman Razgrat göçmenidir. Tarkan’ın çizeri Sezgin Burak Çerkez’dir, Özdeyiş yazarı Selahaddin Şimşek Gürcü, Deneme yazarı Selim Gündüzalp Serez göçmeni,  Sakaryaspor’un kurucusu Ethem Baran Tatar’dır. Üç Kırkpınar Başpehlivanımız İrfan Atan ve Adil Atan ile Sezai Kanmaz da Abhaz’dır. Ünlü hattat Saim Özel ile Eller kadir kıymet bilmiyor anne / Senin kadar kimse sevmiyor anne gibi birçok popüler şarkının söz yazarı Halit Çelikoğlu yerli Türkmen yani Manav’dır. Süper Ligdeki gol krallarımız Aykut Yiğit Gürcü, Aykut Kocaman ise Gürcü bir babanın Abhaz bir anneden doğma çocuğudur. Başbakan yardımcımız Ekrem Alican Çerkez, Milli futbolcularımızdan Recep Çetin Abhaz, Rahim Zafer Boşnak, Tuncay Şanlı Manastır Kınalı Türkmen’idir.

Liste uzun; hangisini sayayım.

Adapazarı, küçük Türkiye, küçültülmüş Osmanlıdır. Kafkaslar’dan Balkanlar’a… Kim olursan ol, gel huzur bul sinemde çağrısına uyup gelenlerle oluşmuş bir şehirdir zira.

Kardeşliğin, hoşgörünün ve dayanışmanın başkentidir.

Biz huzur şehrinin emzirdiği çocuklarız.

Dolayısıyla şehirlerin mekânları kadar sosyolojisinin de çok etkisi var üzerimizde.

Biraz da o şehrin sosyolojisinin ürünüyüz biz insanlar.   

 ***

Gavurca Bir Soru: İnsan Mı Şehri Yaratır / Şehir Mi İnsanı?                                                                                       

Ben dahi bile yapıldum  / Tâş ü toprak âresinde buyuran Hacı Bayram’a selâm verip en can alıcı soruyu soralım:

Önce Gavurcasını / Frenkçesini:

İnsan mı şehri yaratır / Şehir mi insanı?                                                                                       

Soruyu Türkçemize çevirelim:

İnsan mı şehri yapar / Şehir mi insanı?

Mekân ise şehir ile insan ortasında bir yerlerde yerini almış keyfini çıkarıyor hayatın.

Net, kesin, açık bir cevabı var mı bu sorunun?

Yok elbette. Üçü de birbirinin üzerinde etkili hiç şüphesiz. Üçü de âmil. Üçü de etkin.

***

Birbirinden Beslenen Üç Ögedir Şehir, Mekân Ve İnsan

Denklemin / problematiğin neticesi şudur bize göre:

Ecdadımız cevaplamış zaten bu üç bilinmeyenli denklemin sonucunu:

Kedinin siyah mı beyaz mı olduğuna değil tuttuğu fareye bakılır!

Cevap tam da budur kanaatimizce.

Kimin kimi beslediği, yaptığı, yarattığı değil, şehirlerin, mekânların ve insanların hem ayrı ayrı hem de bir bütün/küll olarak ne kadar estetik, entelektüel ve insancıl olduğudur esas olan.

Ruhu var mıdır şehrin. Var diyorsanız âlâ. Problem bitmiştir. Mimarisi, estetiği özgün müdür mekânın. Özgündür diyorsanız âlâ. Mesele bitmiştir. Şehrin insanları - elbette tamamı mümkün değil, en azından üçte ikisi, dörtte üçü - merhametli, hoşgörülü, müşfik, doğa/şehir/insan üçgeninde kucaklayıcı, inancına ve ülkesine bağlı, tebessümü ve tevekkülü ziyadeyse aliyyülâlâ. Bütün suallerin cevabı pekiyidir.  

Hadise budur. Buncadır. Bu kadardır.

Bunu bilir bunu söyleriz:  

İnsan/mekân/şehir denkleminde, köşe kapmaca oynamanın anlamı yok. Şehirler de bizim eserimiz elbette, biz de onların.

Kardeşçe yaşayıp gidelim.

Gerisi teferruat vesselâm.   

 

NOTLAR

*: Fahri Tuna, 1959 Sakarya doğumlu, Biyografi ve portre yazarı, Endüstri mühendisi, SBB Kültür İşleri Dairesi eski başkanı, TYB Sakarya Şubesi başkanı, hâlen Adapazarı’nda ikamet etmekte, muhtelif şehirlerde yazarlık dersleri vermektedir. Yayımlanmış biri şehirler üzerine beş portre, dokuz biyografi kitabı bulunmaktadır.

  1. Özdeyiş yazarı M. Selahaddin Şimşek’in (1953-94) bir sözü,
  2. Yahya Kemal Bayatlı’nın ünlü şiiri,
  3. 1915 Çanakkale Savaşı için Kastamonulu annelerin yaktığı ağıt/türküden bir dize,
  4.  Orhan Veli’nin “İstanbul’u Dinliyorum Gözlerim Kapalı” şiirine göndermeyle,
  5. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir deneme kitabı,
  6. Yazar Fahri Tuna’nın sanatçı Esat Kabaklı ile 2022 yılı içinde Adapazarı’nda Köfteci İsmail-Çark Restoranda karşılaşmalarındaki muhabbet.