Oy: Eski Türkiye Türkçesi’nde rastlanan oy virmek “cevap vermek, icâbet etmek” deyimindeki oy kelimesinden getirilmiş olabilir. Cumhuriyetin ilanından evvel müzakere yapılması istenince şu konuşma yapılır: “Meclis'te de geniş bir konuşma yapmak gereğini duydum . İslâm ve Türk tarihinden örnekler vererek hilâfet ve saltanatın ayrılabileceğini, millî hâkimiyet ve saltanat makamının Türkiye Büyük Millet Meclisi olabileceğini, tarihî olaylara dayanarak açıkladım. Hülâgû'nun Halife Mu'tasım'ı idam
Şimdi de Türk milleti bu saldırganlara isyan ederek ve artık dur diyerek, hakîmiyet ve saltanatını fiilen kendi eline almış bulunuyor. Bu bir oldubittidir. Söz konusu olan, millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız meselesi değildir. Mesele, zaten oldu bitti haline gelmiş olan bir gerçeği kanunla ifadeden ibarettir.
Bu mutlaka olacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes meseleyi tabiî olarak karşılarsa, sanırım ki uygun olur. Aksi takdirde, yine gerçek, usulüne uygun olarak ifade edilecektir. Fakat, belki de bazı kafalar kesilecektir.
İşin ilim yönüne gelince, hoca efendilerin merak ve endişeye kapılmalarına yer yoktur. Bu konuda «ilmî açıklamalarda bulunayım» dedim ve uzun uzadıya birtakım açıklamalar yaptım. Bunun üzerine, Ankara milletvekillerinden Hoca Mustafa Efendi, «Affedersiniz efendim, dedi, biz konuyu başka bakımdan ele alıyorduk; açıklamalarınızla aydınlandık» dedi. Konu karma komisyonca çözüme bağlanmıştı. (1922. Nutuk II, S. 691)
Sür'atle kanun tasarısı hazırlandı. O gün Meclis'in ikinci oturumunda okundu. Ad okunarak oya konması teklifine karşı, kürsüye çıktım. Dedim ki, «Buna gerek yoktur. Memleket ve milletin istiklâlini ebedî olarak koruyacak ilkeleri, yüce Meclis'in oy birliği ile kabul edeceğini sanırım.» «Oya» sesleri yükseldi. Sonunda, başkan oya sundu ve «oy birliği ile ka'bul edilmiştir» dedi. Yalnız olumsuzluk bildiren bir ses işitildi: «Ben muhalifim!» Bu ses «söz yok» sesleriyle boğuldu. İşte Efendiler, Osmanlı Saltanatı'nın yıkılış ve göçüş merasiminin son safhası böyle geçmiştir. (https://kho.msu.edu.tr/hakkinda/harbiyeli_ataturk/nutuk/15/11.html)
Söylemek istediğim şu ki siyasiler oyu pek sevmezler, Padişahlık kaldırılırken oy meselesi böyle olunca sonraki değişimlerde de oy meselesi hep “Fakat belki de bazı kafalar kesilecektir” endişesiyle devam etmiştir ve darbelerde daima bu askeri korkutucu durumun gölgesinde olmuştur. Ülkemizde ki gerek Cumhuriyet ve gerekse demokrasi meselesi sekiz ayar altın nispetindedir. Altının içindeki madeni maalesef az bir sistemdir.
Bugün siyasetin çektiği çile kuruluş aşamasındaki “kafa çalıştırma” değil, “kafa kesme” politikasının sürdürülmesidir.
Gelinen noktada ise muhafazakâr ve karşıt gruplar daima çarpışsa da rejim heykellere secde edilecek derece de kuvvetlenmektedir. Halk; amelleriyle kirlenmiş ve eğitimde adalette, iktisatta inancını temsil edemeyen bir dindarlık anlayışıyla, dine, dini eğitime ve dini yaşama mesafeli ve karşı grupların kıskacında kalmıştır. Kim seçilirse seçilsin hakikati temsil değil, şerrin hafifi düşünülmüştür.
Üzücü olan ise her tarafta zıtların bir araya gelerek devleti yönetme ve istifade yarışına girerek açık artırmayla oy devşirmeleridir. Her ne kadar bazı siyasi bağlar gevşese de asla çözülmemiştir.
Eğitimin, bölüşümün, adalet ve ahlakın konuşulmadığı, konuşulsa da gerçeği yansıtmadığı sadece dünyevi ulufelerin dağılımıyla taraftar toplandığı mevsimdeyiz. Bozulma sadece halk ve gençlik nezdin de değil ulema ve din adamlarına da sirayet etmiştir.
“Bilmem bu kaçıncı bahar” dendiği gibi “bilmem bu kaçını seçimdir” ülke asla mutlu ve huzurlu bir dile ve gönle kavuşamamaktadır. İnsanların; parti ve liderlerin nasıl esiri ve özgürce düşünmeden onların alkışçısı olduklarını gördükçe gelecekten çok da umutlu olmak mümkün değildir.