Kur’an’da, “Rahman’ın kulları” nın ağzından müminlere öğretilen şu duayı dilden düşürmemekte fayda vardır: “Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle.”
İnsanın hayat serüveni cennette aileyle başlamıştır. Dünya yolculuğu da aileyle devam etmektedir. Aile ve ona dair sözler olumlu ve olumsuz olarak hep söylenegelmiştir. Günümüz dünyasında ise global etkileşim sebebiyle aile daha bir görünür ve konuşulur olmuştur. Cinsiyet tartışmaları, farklı cinsel yönelimler, taşıyıcı annelik, zinanın yasal ve vergiyle sürdürülebilir olması, sanayi devrimiyle kadının iş hayatında belirginleşmesi, dini yorumların farklılığının getirdiği sonuçlar, evliliğin gecikmesi, mahremiyet duygusunun değişmesi, yalnız yaşayanların artması, huzur evlerinin rağbet görmesi ve tüm bunlarla beraber Osmanlı toplumunda modernlik, batılılaşma ve sonrası Kemalizm ile başlayan İslam ve örften kopuş ile son çeyrek asrın muhafazakâr dini siyasetin kadın, aile ve nüfus politikaları negatif bir durumu ortaya çıkarmıştır. Sayın Cumhurbaşkanının kendi açıklamasıyla “2001’de doğurganlık hızının 2,38 olduğunu fakat bugün bu rakamın 1,51’e düştüğüne vurgu yaparak“Çocuk ve genç nüfusumuz azalırken, yaşlı nüfusumuz tarihimizde ilk defa yüzde 10’un üzerine çıktı” dedi. Bu durum aslında siyasi politikanın suçunu da ortaya koymaktadır.
Tek kişilik hane sayısı son 10 yılda yalnız yaşayanların sayısı yüzde 71 artış gösterdi. 2023'te 125 bin 494 artışla 5 milyon 192 bin 825'e ulaştı. Görünen durum her konuda ve hususta ülke politika ve uygulamaları sos vermektedir. Aile bakanlığı ve hükümet politikaları doğru ve faydalı sonuç vermemiştir, gelecekte de ufuk aydınlık değildir. Ülkenin beka sorunu nüfustur diyen akademisyenler de çözüm bulamamaktadır.
Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Sevgi dolu, doğurgan kadınlarla evleniniz. Çünkü ben kıyamet gününde peygamberlere karşı sizin çokluğunuzla iftihar edeceğim.”
Akademide kadın araştırma görevlileri ile kadın öğretim görevlisi sayısı erkekleri geride bıraktı. Toplam 42.350 araştırma görevlisinin 22.792'si (yüzde 53,8), 35.776 öğretim görevlisinin 18.444'ü (yüzde 51,6) kadınlardan oluşuyor. Kadın akademisyen oranı Avrupa ve OECD ülkelerindeki yüzde 43 olan kadın akademisyen ortalamasının üstündedir. Darılıp kızmayın ama “kadın bilim ve ilim insanı” gelişmiş ülkelerde bizim kadar rağbet görmüyor.
MEB öğretmenlerinin 452 bin 814'ü erkek, 716 bin 82'si kadın öğretmenlerden oluşuyor. Kadının iş gücüne katılımı arttıkça aile ve nüfus oranı azalmaktadır. İlk öğretimin 12 yıl olması ve liyakatsiz lisans eğitim imkanları evliliği de geciktirmiştir. Ortalama 22 yaşında mezun olan üniversite öğrencisi vazife, kpss ve yüksek lisans derken 30 yaşına yaklaşmaktadır. Bu ise aile olmanın önünde en büyük bir engeldir.
Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Ey Ali! Üç şeyi geciktirme: Vakti geldiğinde namazı (kılmayı), hazır olduğunda cenazeyi (defnetmeyi), dengini bulduğun zaman eşi olmayan kadını (evlendirmeyi).”
Boşanma oranlarında ki artış da hız kesmemektedir. Boşanma zulüm ve haksızlıklarla yol alsa da artış devam etmektedir. Eğer doğruysa dini kurumlarda çalışan bayanların da boşanma oranının çok arttığı söylenmektedir. Mesele sorunları saymak ve siyasi suçluyu ilan etmek değil çözüm de bulmaktır. Günümüz siyasilerinin söylem ve eylem farklılığı sebebiyle çözüm bulacaklarına inanamıyorum ve yakın gelecekte de çözüm bulunamayacaktır. Herkes nefsi nefsi diyerek çözüm arayacaktır. Kadın istihdamında ayrımcılık uygulamaları aileyi olumsuz etkilemiştir. Elbette kadının çalışacağı alanlar vardır ancak kadın hakkını savunan bazı devlet kurumları dahi kadın istihdam etmemektedir. Çünkü çeşitli sebeplerle faydalı olmadıklarını görmektedirler.
Tüm bu yaşananların muhafazakâr olduğunu beyan eden ve dindar gençlik hedefleyen bir yönetim zamanında olması ise manidardır. İnceden inceye bakılırsa yöneticiler laik, modernist ve Kemalist yaşamı tercih eden kadınları da her durumda tebrik ve takdir ile ikili davranması sonucu kendi beyanlarıyla ortaya koyduğu kalenin çöküşünü görmüş oldular.
Gerek nafaka, gerek boşanma, kadının beyanı vs birçok konuda olduğu gibi evden erkelerin uzaklaştırılması, TV’lerde ise sevgili ve koca pazarlıklarına varan durumların faş olması bardağı taşırmaktadır. Kadına şiddetin sayıldığı, erkeklerin birbirine şiddetinin sayılmaması izahı mümkün olmayan bir hakikattir.
Aile çökünce mi fert çöker yoksa fert çökünce mi aile çöker. Yumurta tavuk konusu gibi tartışma sebebidir. Aileyi ve nüfusu koruma adına alınan tedbirler mali bakımdan devleti ve aileleri yoracaktır. Bir de karı kocanın çalışıp yüksek gelir sahibi olmasını karşısında tek maaşlı aileleri sıkıntıya çekmektedir. Belki geliri yüksek ailelerden alınacak verginin tek maaşlılara aktarımıyla nüfusu korumaya sebep olabilir. Bu ve benzeri konularda batının dahi oran olarak altına düşülmüş olması manidardır.
Aile dıştan yapılacak desteklerle yüceltilecek ve korunacak bir husus değildir. Nüfus ise sadece doğum değil kaliteli nesil bakımından zikzaklar çizmektedir. Ev dışında çalışmayan ve çocuk sahibi olan aileler desteklenebilir. Moernist ve aile ruhundan uzak yaşayanların mali yükü topluma ödettirilmemelidir. Çalışan kadını üstün insan konumunda görmekten vaz geçmelidir. Ev kadını olmanın şeref ve değeri desteklenmelidir.
BM ve AB destekli aile programlarından sakınmalıdır. Aileyi temsil etmeyen kişilerin programlarının bir kandırmaca olduğu unutulmamalıdır.
Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Nikâh benim sünnetimdir. Kim benim sünnetime uygun davranmazsa benden değildir. Evlenin. Çünkü ben (kıyamet günü diğer) ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla iftihar edeceğim…”