“Ey iman edenler, hep birden sulh-u selâma girin. Şeytanın adımları ardına düşmeyin. Çünkü o, sizin apaçık bir düşmanınızdır.” Bakara, 208
Allah Teâla peygambersiz bir din göndermemiştir. Peygamberler toplumlarının hukuki, ticari ve ahlaki hususlarında öncülük yapmıştır. Peygamberlerin geldikleri toplumlara göre şart ve imkânları farklılık arz etmektedir. Dönemlerine göre farklı metot kullanmışlardır. Vazifeleri öncelikle doğru bir iman olan tevhid sonra ise bozulmuş olan muameleyi düzeltmek olmuştur.
Hz Muhammed as ise Mekke’de ki mücadelesine 13 yıl işkence ve baskılara karşı tebliğ, sabır ve hicret ile cevap vermiş daha farklı bir mücadele yapmamıştır. Medine’ye geçince sistemini oturtmuş ve gerektiğinde düşmanına karşı savaş ve sulh metotlarını kullanmıştır. Dört halifeden sonra ise saltanat dönemi başlamıştır. 19. Asra kadar siyasette saltanat uygulansa da toplumda İslam’ın birçok hükmü uygulana gelmiştir. Ülkemizde ise Osmanlının yıkılışı ve Cumhuriyetin ilanıyla beraber dine ait olan her şey parantez içine alınmış ve Müslümanlık baskılanmıştır. Henüz ülkemizin dine karşı tutumunun örnekleri ve kötü uygulamalarının tarihi açıklıkla ortaya konulmuş ve toplum tarafından da algılanmış değildir.
Günümüzde ki din ve devlet ilişkisi biraz daha rahatlamış görünse de sistematik olarak değişiklik yoktur. Kemalizm’in baskısı devam ettiği gibi anayasanın ilk dört maddesinin kabul edildiği ve problem olmadığı son reis tarafından da defalarca ifade edilmektedir. Yöneticiler din adına ne söylerse söylesinler devletin bir yüzü Kemalizm’e diğer yüzü ise Avrupa Birliğine yönelmiştir. Biz halkı ise söylemlerle kandırmaktadırlar.
Biz laik bir toplumda nasıl bir din anlatmalıyız ve ruhen rahat etmeliyiz. Bu konuda iki bakış vardır. Birincisi devlete ve sisteme ait ne varsa ret etmek ve ilişiği keserek bir yol aramaktır. Bu söylemler insanın hoşuna gitse de uygulamada daima problemler çıkmış ve yol alamamıştır. Hatta bu metodu savunanların bir kısmı ya iman bakımından bozulmuş ya da zaman içinde devletçi olmuştur. Bahsi değer araştırma konusudur.
İkinci bakış açısı ise sistemin içinde kalarak onun müsaade ettiği kadar hizmet metotları oluşturmak ve yol alabilmektir. Kimisi particiliğe karşı olsa da dernek ve vakıf kurarak aynı gayeye hizmet eder olmuşlardır. Kimi ise siyasi partiler kurarak meclis ve anıtkabir birlikteliği ile değişime yol aramışlardır. Bu örnekleri çoğaltabiliriz, zamanla bazıları sistemi ve yasaları, anıtı da ziyaret ederek ilkelerinden fiilen uzaklaşmışlardır.
Şimdi biz vaaz olarak sadece diyanetin anlattığı kadarıyla mı yetinelim ya da sadece tarikat ve rabıta içinde mi kalalım ?Cemaat ve sivil yapıların gösterdiği bazı zikir, ahlak, konferans ve birkaç mücadele metoduyla mı yetinelim?
Evet, biz ne yapmalıyız? Eğer siyasi parti ve hükümetlerden medet umuyorsak o zaman partilerde yer alalım. Yok, bunlarda fayda yok diyorsak ne yapalım? Bu kafa karışıklığı o hale geldi ki kemalizmi evliyalaştıran, Mustafa Kemal hafızdı diyen ve nübüvvetin soyuyla ilişkilendirip ehli beyttendi diyenler bile mevcuttur. At üstünde olduğu için onun çocuğu olmadı diyen “Yürek Devleti” yazarlar bile yol değiştirdi. Heykelleri sökebilirsiniz ama insanların yüreklerinden sökemezsiniz diyen müfessirleri gördük. O yaşasaydı refahçı olurdu diyerek içselleştirenler de oldu.
Evet, bir vaiz olarak dinin neresini ve neyini anlatmalıyız. Dinin ne kadarından halk olarak sorumluyuz. Kandil programları ve Enderunlu teravihler bizi kurtarır mı acaba efendiler? TV ekranlarında ki ilahili bol jest ve mimiklerle nereye varabildik? Mevlana anmaları bizi neyin ruhuna ulaştırdı. Açılan dini mektepler ve kurslar hedefe varmak için yeterli oldu mu beyler. Başörtüsüne izin verilen kadınların diploma ve makamları bizi neye ulaştırdı. Milyonların gitmek için sırada beklediği huccac veda hutbesini anlayabildik mi kardeşlerim.
Ezan dinmesin derken dini, bayrak inmesin derken rejimi kutsamamız bizi batıldan kurtarabildi mi canlar. Beka meselesi derken muktedir olmayı mı yoksa dini bir idraki mi hedefledik?
Evet, biz Müslümanlığın nesine ve ne kadarına talibiz. Kemalizm öyle bir imtihan ki müftünün arkasında ki fotoğrafta sarıklı adamla duası, başka yerde kadınla dansı, diğer yerde çocukla bira içerken fotoğrafı ve böyle uzayıp gitmektedir. Mesele bir adam değil temsil edilen bir zihniyettir. Evet, Müslümanların hedefi var mı, varsa nereye kadardır. Kuran okuyan reiste olsa, korku müminlerin kalplerinden çıkmamıştır. Sistemle ilgili eğitim, hukuk, ticaret, eğlence, spor vs adına dinin taleplerini konuşup uygulayamıyorsak biz ne talep ediyoruz?
Kuran okuyun demek hayatınızdan firavun ve ebu lehepleri çıkarın demek değil midir? Nebileri, sıddıkları, şühedayı ve salihleri dost edinmektir. Faizi ayakaltına almak, hukuku, kan ve din bağı bile olsa zalime karşı adaletle uygulamak değil midir? Devlet imkânlarının sadece varlıklılar arasında dolaşan imkan olmasının önüne geçmek değil midir? Utanılası gereken asgari ücreti çok verirsek harcarlar ve enflasyon artar diyen vekilleri silip atmak değil midir? Emanet ve ehliyete aykırı iş yapanları hain bilmek değil midir?
Halka paralı fuhşu yasaklarken kendileri vergilendirerek yaygınlaştırmanın önüne geçmek değil midir? Eğitim diyerek tevhidi zedeleyen bilgi ve terbiyeyi yok sayanlara karşı iman ve teknikte istikameti bulmak değil midir?
Sahi biz hangi metotla, neyi, nereye kadar istiyoruz. Yoksa buçuklu bir din anlayışıyla kendimizi ve halkı mı kandırıyor muyuz?