İmanın şartlarından biri de “Öldükten sonra dirilmeye” inanmaktır. Ölüm hakikati sanırım imanın bıçak sırtı denen noktasıdır. Büyük bir haberle yüz yüze gelmektir. Hele ölüm haberi aile fertlerinden biri ise farklı ve anlatılamaz bir acı ve boşluk sebebidir. İnsanı cevapsız sorulara giriftar eder. Büyük kudret karşısında insanı gerçekleşmeyecek beklentilere düşürür. Acaba tekrar diriliş olmaz mı bu dünyada diye insanı rüyalarına kadar meşgul olur.
Ölüm sadece bedenen bir ayrılık değil, umudu ve ümidi yitirmektir. Gözlerin ve sözlerin mahrumiyetidir. Belki hatıra kalan ses ve fotoğraflarla avunmaktır. Ölüm için akan gözyaşı, dışa akandan daha çoğu insanın içine akar. Onun mendili teslimiyet veya sabırdır. Sabır çaresizlik değil, belki olanı kabullenmektir. Yüzde gülümseme olsa da özde kahır ve arayış buluşmaktadır.
Kaybettiğini gözlerin arar ama bulamazsın, sadece onun bulunduğu mekân ve kullandığı eşyalara bakarak teselli ararsın. Yollar onsuz, sofralar onsuz, arayışlar ve sözler onsuzluğa alışmak ister ama başaramazsınız. O içinizde yaşar belki de sizi gün ve gün ölüme davet eder. Bir yandan ölüm tesellidir, sevdiklerine kavuşmaktır. Diğer taraftan sevdiklerini burada bırakarak onların acısına sebep olmaktır.
Ölümün adı ve sebebi ne olursa olsun tek bir gerçek var ki bu âlemde yolcu olmaktır. Ölüm sonludan sonsuzluğa geçişin adıdır. Bu geçiş maddi ve manevi bir hale bürünerek yaşanmaktadır. Ölüm bize o kadar yakın ki can, ruh ve ecel anlamıyla iç içedir. Allah’ın izniyle ve emriyle olan bir hakikattir. Geliş ve dönüş irademizin dışındadır. Bizden istenense büyük iradeye teslimiyettir. Her kaybediş bizi irade sahibine yaklaştırmalıdır. İrade sahibi olan Allah dönüş için insana randevu vermiştir. İşte ölüm bu randevunun adıdır.
Hayatımızın birçok anında davetler alırız, en anlamlısı ve kalıcısı ise ölüm davetidir. Ölüm davetiyesi ister mesajla, ister sala okunuşuyla olsun o davetin aslı yaratan tarafından yapılmaktadır. Ölüm melekleri dahi sadece birer görevlidir. Ölümün gerçek faili Allah’tır. Ölümü yaratana sığınarak, ölümsüzlüğü talep etmektir.
İnsanların bazısı dine ve ahirete inanmasa da sevdikleri vefat ettiğinde onlarla görüşmeyi ve buluşmayı temenni ederler. Fıtratlar gerçeği dile getirirler ve görüşmek üzere diyerek ölümle bağlarını korumaya çalışırlar. Bir anlamda insan ölse de kalanları onları yüreklerinde yaşatmaya devam ederler. İnsanın kökleri ağacın toprakla buluşması gibi, ölümle kurduğu irtibata bağlıdır. Ölümle bağı olan akrabalık bir geçek değil midir? Bu öyle bir bağ ki ilk insana kadar uzanan ölüm yolculuğu vardır.
Ölüme anlam veren hayat, yaşantıya da anlam vermelidir. Ölümün manası hayatın manasında mündemiçtir. Bizi doğuranların faniliği hepimizi de faniliğe çağırmaktadır. Fani denen geçicilik hayatın lezzetini azaltsa da insanı ayartacak bir güce sahiptir. Kahkahalar, zulümler ve gaflet ile şiddet ne varsa hepsi ölümü unutmaktan kaynaklanmaktadır. Ölümü unutturan bir eğitim ve yaşam biçimi, ölümleri de anlamlandıramamaktadır. Hayat bir ceset değildir. Ceset bir anlamıyla heykele benzer. Cesede can veren mana ise insanı değerli kılandır. İşte o manayı kaybedenler ise ya putlaşır ya da hemcinsini putlaştırır. Ölüm ise putların yıkılışı ve batışını simgeler.