Fahri Tuna’nın yeni kitabı KIRKLANMIŞ PORTRELER Üzerine
1.
Portre türü yazılar, hemen hepimizin okumayı çok sevdiğimiz yazılardır. Bunun temelinde ise bir insanı yazarın gözünden daha yakından tanıma imkânı buluyor olmamızdır. Bu da bize o yazıya/kitaba konu olan isim hakkında daha geniş ufuklar açmaktadır. Hele buna bu tür yazılardaki sıcak, samimi anlatım da eklenince kısa cümlelerle adeta resim yapar gibi yapılan anlatım okur olarak hepimizin ilgisini çekmektedir.
Portre türünde yazılmış epeyce okuma yaptığımı söyleyebilirim. Zira her ne kadar bir edebi tür olarak portre türü yazıların ve kitapların geçmişi çok da gerilere uzanmasa da yeni Türk edebiyatı döneminde bu türde peyce eser yazıldığını biliyoruz. Bu türde yazılan belli başlı eserler ise Ruşen Eşref Ünaydın’ın, Diyorlar ki, Oktay Akbal’ın, Şair Dostlarım, Yahya Kemal Beyatlı’nın Siyasî ve Edebî Portreler, Haldun Taner’in, Ölür ise Ten Ölür Canlar Ölesi Değil, Cemal Süreya’nın, 99 Yüz, Beşir Ayvazoğlu’nun Defterimde 40 Suret, Ahmed Güner Sayar’ın Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Portre Denemeleri’dir.
2.
Şimdi ise elimde portre türü yazı ve kitaplarıyla tanıdığımız Fahri Tuna’nın son eseri olan “Kırklanmış Portreler” kitabı var. Kitaba geçmeden Fahri Tuna’yı bu türe yönelten olayı da burada paylaşmak isterim. Tuna, onu şahsen tanıyanların da yakından bildikleri gibi kişilik olarak çok samimi, heyecanlı, yerinde durmayan bir enerjiye ve mizahi bir karaktere sahip bir yazar. Bundan olmalı ki başlangıçta mizah yazarlığı yapmayı denerken onun çok değer verdiği M. Selahattin Şimşek, onun portre yazıları yazmasını istemiştir. Bu boşuna değildir elbette. Çünkü ondaki bu potansiyeli görmüş. İyi ki böyle olmuş. Biz böylece başarılı bir portre yazarını tanımış olduk. Tabi edebiyatımızın da bundan kazançlı çıktığını söylemeliyim.
Tuna’nın portre yazarlığında en önemli husus, portre yazmayı yazı hayatının merkezine koymasıdır ama daha önemlisi portre yazarlığına getirdiği kendine mahsus ifade tavrıdır. Bu durum şöyle daha açık söylenebilir. Fahri Tuna, yazılarında/kitaplarında şehir ise gördüğü şehirleri, insan ise tanıdığı insanları yazıyor. Bu durum, gözlem ve ortak yaşantılarla da ilgili olacağı için ortaya çıkan metin her şeyden önce gerçekle bağını koparmamış bir metin oluyor. Ama bu katı bir gerçeklik değil. Zaten Fahri Tuna farkı da burada ortaya çıkıyor. Onun kısa cümleler halinde adeta nokta vuruşlarla anlattığı kişi ya da şehrin belki başka bir gözün göremediği en tipik özelliklerine vurgu yapıyor. Bu durum ise okur açısından şu anlamda çok faydalı oluyor. Dikkati elden bırakmadan okuma yapıyorsunuz. Buna yazarın sıcak, samimi yaklaşımı ve yalın dili de eklenince adeta portresi yazılan kişiyle tanışmış, hatta özelikleriyle bütünleşmiş ve hikayesine da dahil olmuş oluyorsunuz.
3.
Fahri Tuna’nın portre yazarlığının söylenmesi gereken daha çok özelliği var ama biz konudan uzaklaşmamak adına son kitabına dönelim. Doğrusu onun daha önce yayımlanmış Akşamın Aydınlığında Portreler, Yaşa’yan Portreler, Kırk Güzel İnsan, Osmanlı Medeniyetinin İzinde 40 Şehir kitaplarını nasıl keyifle okumuşsam bu son eseri olan Kırklanmış Portreleri de aynı keyifle okudum. Bunun sebebi az önce de kısaca söylenildiği gibi yazarın dil, üslup olarak portre türüne kattığı şahsi özelliklerdir. Mesele burada da kalmıyor elbette. Zira bu kitapta eserin ithafında da söylediği gibi bu isimler “Edebiyatımız güzelleştiren gençlerin portreleri”. Bunu önemsiyorum. Zira portre türü eserlerde daha çok yaşını başını almış hatta çoğu vefat etmiş isimler anlatılır. Yazarın kendi dönemine ait kişiler üzerinde yazması çok görülen bir durum değildir. Çünkü yaşayan biri hakkında yazmak yazar için riskli bir duruma tekabül edebilmektedir. Bu durumun sebepleri ayrıca konuşabilir ama Fahri Tuna bu tür isimleri seçmekle zamanına da tanıklık ediyor ve biz bu yolla yaşadığımız dönemin şair, hikâyeci, romancı pek çok ismini daha yakından tanımış oluyoruz. Onun bu tercihi hem onlara edebiyatımıza kazandırdıkları taze kandan dolayı bir teşekkür etmek hem de onları tanımayanlarla tanıştırmak için olduğunu düşünüyorum. Zira Nefi’nin dediği gibi “Birbirin bilmemek insaf değil” O da öyle düşünmüş olmalı ki bu tür insanları yazıyor.
4.
Peki kimler var bu kitapta? Eserin adı Kırklanmış Porteler ama Abdullah Harmancı’dan Ayşe Ünüvar’a, Behçet Gülenay’dan Mehmet Mazak’a, Mehtap Altan’dan Mustafa Uçurum’a kadar 43 isme yer vermiş. Yani kırk değil 43 isim var. Bu durumda kırklanmış ifadesini sayı olarak değil kendi asıl anlamıyla anlamak gerekiyor. Bunlar arasında hem hikayeciler, hem şairler, hem şehir portresi yazarları hem de ressamlar, müzisyenler var. Bir önemli özellik de Türkiye dışından, gönül coğrafyamız olan Kırım’dan, Üsküp’ten, Gümülcine’den, Kırcaali’den, Kosova’dan Romanya’dan isimlerin de yer almış olmaları. Bu da Türk edebiyatının coğrafyası Türkiye’den, Türk yazarları de burada yaşayanlardan ibaret değil anlamında önemli bir hassasiyetin göstergesi.
Fahri Tuna, bu kitabında da hangi ismi ele alırsa alsın oldukça pozitif bir tutum sergiliyor. Yani hepsi için iyi, güzel, doğru diyebileceğimiz özelliklerinin anlatımıyla inşa edilmiş onlara dair söyledikleri… Şüphesiz portre bir eleştiri yazısı demek olmayacağına göre bu durumu doğal karşılamak gerekir. Ama bence yazarın daha ileri bir hedefi var. O da batılı anlamda eleştirilen bakış yerine bir tür şerhe, açıklamaya, görmediklerimizi görmeye yönelmiş olması. Bunu çok önemli görüyorum. Eğer yazar böyle bir bakış açısı kazandırmasa bu isimlerin il anda/okuyuşta fark edemediğimiz özelliklerini görmüş olmaktayız.
Diğer yandan her portre metni, adeta bir resim, fotoğraf hissi de uyandırıyor. Fotoğrafta dikkatin, odaklanmanın, resimde muhayyilenin, renk seçiminin, çizgi tarzının ne kadar önemli olduğunu biliyoruz. İşte Fahri Tuna yeri geliyor bir fotoğrafçı, ressam hassasiyeti ve bakış açısıyla bu isimleri bir çizim olarak değil kanlı canlı karakterler olarak anlatmayı başarıyor. Bunu doğal karşılamak lazım. Zira portrenin aslî gelişim sahası geçmiş itibariyle düşündüğümüzde aslında resim ve heykeldir. Ancak 17. Y.yılda edebiyat içinde var olmaya başlamıştır. Bu tabi geçmişte portreyi andıran metinlerin hiç olmadığı anlamına gelmez. Şehrengizler, menkıbeler, teracim-i ahvaller de daha sonra biyografi, monografi, hatırat türü eserler de kendine yer bulmuştur. Hatta kimi denemelerde de bu tadı, özelliği görebilmekteyiz. Ama biz bugün portre deyince bağımsız bir türü anlamaktayız. Fakat bu durum, onun gelenekten tamamen kopuk olduğu manasında da gelmez. Bundan olmalı ki Fahri Tuna porte türünden önce edebiyata denemelerle başlamış ayrıca biyografiler de yazmış bir isim. Bu türde de onun biyografi kitabı olarak ise Gül Sancılı Adam; Faik Baysal, Şarkıların Nabzındaki İsim; Halit Çelikoğlu, Ülkesine Adanmış Bir Ömür; Numan Yazıcı, Önden Giden Atlılar, Yaşayan Nasreddin Hoca; Hâfız Hasan Çolak adlı eserlerinin bulunduğunu da belirtelim.
Bu durum, Fahri Tuna, portre yazarken bir ressam bir fotoğrafçı gibi de davranıyor tespitimize ek olarak düşüldüğünde onun kitabında yer yer hatıralar, monografik ve biyografik bilgiler de yer alıyor. Bu tabi eserin aleyhine bir durum değil. Aksine eseri zenginleştiren bir özellik. Ama tekrar belirtelim ki Fahri Tuna, portre yazarlığına bu yazı türünün genel özelliklerine de uymakla beraber şahsi bir özellik de katmış bir isim. Bu yüzden onlarca portre kitabı okusak aralarında yazarının ismini görmesek bile bu metin Fahri Tuna’nın diyebileceğimiz bir isim olarak bugün Türk edebiyatında portre yazarlığında çok özel bir yazarıdır demek mübalağalı bir ifade olmayacaktır.
5.
Eserin hiç mi kusuru yok. Doğrusu ben göremedim. Zira portre yazıları konusunda kendi tercihlerime değil esere baktım. Onu anlamaya çalıştım. Bir de o, yazdığı isimlere nasıl pozitif bakmışsa ben de öyle bakmayı tercih ettim. Bu da benim esere olumu yaklaşmama sebep oldu. Diğer yandan eserin ESKADER tarafından 2022’de portre türünde ödüllendirilmesi benim esere olumlu yaklaşımımı doğrulayan ve haklı kılan bir durum. Ne diyelim Fahri Tuna’nın ömrü bereketli olsun daha nice kitaplarını okuyup nice güzel insanlarla tanışalım. Yazarın amacı da zaten güzelliği çoğaltmak. Bundan olmalı ki bir söyleşisinde portre yazmasını şöyle açıklıyor: “Ben kalbime dokunan şehirleri ve hayatıma dokunan iyi insanları yazmaya çalışıyorum. İkisi de mutluluk verici. Bize düşen iyiyi güzeli ve merhameti çoğaltmak. Benim de gayretim bu yönde.” Bu sözlerin çok samimi olduğu ortada. Şahsen bu kitabı okuyunca mesafeli durduğum pek çok isme daha sıcak bakmaya çalıştım. Çünkü karşımda güzeli gösteren bir göz, onu anlatan samimi bir kalem vardı. Samimi eserler, okuyanı değiştirip, dönüştürür derler ya bu kitap da bende öyle bir etki bıraktı. Darısı diğer okuyucularının başına…
Şiraze Dergisi, Sayı: 16
Mart – Nisan 2023