Para değerinin düşmesi ve fiyatların yükselmesi şeklinde kendini gösteren ekonomik duruma enflasyon denir. Câmilerde vâizlerin birkaç basamaklı bir merdivenle üstüne çıkıp vaaz ettikleri, oturulan yere de kürsü denilmektedir. İslam’ın ilk yıllarında kürsü değil, minber üzerinden öğüt verilirdi. Daha sonra ise camilerin konumuna göre kürsüler imar edilmeye başlandı. Kürsünün değeri, üzerinde konuşan hatibin değeriyle orantılıdır.
Tarih boyu zaman zaman kürsüler nâehil insanların makamı olmuştur. Bunun zararını da ülkeler ve ülkemiz sık sık yaşamaktadır. Bazen yerel güçler, bazen siyasi güçler ve bazen de dış güçlerin desteklediği insanlar kürsülerde sadece boy göstermemişler aynı zamanda ise sözleriyle toplumu ıslah adına ifsat yarışına girmişlerdir. Ülkemiz Anayasasına göre “kürsü dili” ne kadar özgür denilirse denilsin hakikatte diller bağlıdır.
Kürsülerde abur cubur vaazlar, İslam siyaseti olarak değil, gündelik politika taraftarlığı, rejime meydan okurken muktedirlere dua, başı sıkışınca vatan, millet, ordu, polis gibi unsurlara yağ çekerek dua dili aklın ne kadar karışık olduğunu göstermektedir. Cami kürsülerinde sohbet standardı oluşmamıştır. Gün gelmiş yetkililer imamlar vaaz etmeyecek merkezi sistem vaazı dinleteceksiniz denmiş, gün gelmiş kürsüleri konuşturun diye nâehil ağızlara teslim edilmiştir.
Sosyal medyanın imkanları artınca bu gündemsizlik ve kafa karışıklığı daha da artmıştır. İlim, edeb, nezaket ve irfan ile hikmetten uzak konuşmalarımız vaaz diye halkın beğenisine sunulmuştur. Ciddi ve yeterli islam eğitimi verilmeyen insanımız bu hengâmede sarsıntılar geçirmektedir.
Kur’anı kerim Ehl-i kitap üzerinden bizi uyarmaktadır. Onların bazı âlim ve önderlerini şöyle anlatır. Tevbe suresi: ﴾34﴿ “Ey iman edenler! Bilin ki yahudi din bilginlerinin ve hıristiyan din adamlarının birçoğu halkın mallarını haksızlıkla yerler ve Allah yolundan alıkoyarlar. Altın gümüş biriktirip Allah yolunda harcamayanları elem veren bir azapla müjdele! ﴾35﴿ O gün bunlar cehennem ateşinde kızdırılıp onların alınları, böğürleri ve sırtları dağlanacak: İşte yalnız kendiniz için toplayıp sakladıklarınız; tadın şimdi biriktirip sakladıklarınızı!”
Biz halka düşen görev, önüne kitap alan ve kürsüye çıkan herkesin mustekim olduğunu zannetmeyelim. Dinlerken sorgulamak, kaynak değerini bilmek, hikmet, edep sınırlarını gözlemek ve ahlak ile muamelat hedefini gözeterek tevhidi bir sınırı muhafaza etmeye önem vermeliyiz.
Sosyal medyada ki vaaz ve sohbetleri engellemek mümkün değildir. Ne kadar şikâyetçi olursak olalım bu kontrolsüzlük devam edecektir. Yeni dinlediğiniz kişiyi ve konuyu hemen kabullenmek yerine durumu zamana yayarak kontrolü elden bırakmamalıdır. Bu kişileri çevremize hemen yaymayalım. Tâki iyi bildiğimizi zannettiğimiz konularda söylediklerinin doğruluğunu test etmeliyiz. Önemli olan konulardan biride nezaket, ses ve dil kullanımı önem arz etmektedir.
Bununla beraber mihrap ve kürsülerde ehil, müeddeb ve irfan sahibi insanlarımızda vardır. Belki tanınmazlar, tanınmak istemezler. Bu hocalarımızın duacısıyız. Öyle değerli mihrap ehli var ki duruşlarıyla, kıraatıyla, ahlakıyla değerine cemaati şahittir. Gayesi ilahi davanın yükselmesi ve kuvvetlenmesidir. Bu hocalarımızla beraber olan cemaat ruhu da güzelliklere sebep olmaktadır.
Birinci sınıf vaizler yetiştirilmelidir. Hafız, Arapça, hadis, fıkıh gibi dini ilimlerde mahir olmakla beraber diksiyon, iletişim, giyim ve farklı ilimlerde behresi olmakla beraber daha bir çok güzelliklere sahip olmalıdır.
Son olarak da bazen vaazlar akademik olarak değerlendirilmelidir. Vaazın konusu, seçilen ayet ve hadisler, akıl kullanımı, üslup, jest, mimik, plan ve irfan ile hikmeti mecz edip etmediği değerlendirilmelidir.