Ankara Büyük Millet Meclisinin -1920- aldığı kararlar sonucunda önce saltanat kaldırıldı -sonra Cumhuriyet kuruldu, ardından hilafet kaldırıldı son olarak da Devletin dini İslam’dır hükmü kaldırılarak ardından laiklik yasalaştırıldı. Tüm bunları uygulayan parti toplum tarafından kabul görmedi. CHP devletle ve dinle özdeşleşmiştir. Başka imkânlar olmadığından dolayı 1950 yılına kadar seçimlerden hep galip geldiler. 27 yıllık tek parti iktidarı 1950 seçimleriyle son buldu. Adnan Menderes 1931 yılından 1945 yılına kadar dört dönem CHP milletvekili olarak mecliste bulundu ve sonra partisinden ihraç edildi. DP'nin yasal anlamda ilk çalışması Arapça ezan yasağını kaldırmak oldu. Radyoda dini yayınlar yapılması ve mevlit yayınlanması üzerindeki yasaklar kaldırıldı. DP’nin tüm seçim çalışmalarında ve CHP’yle mücadelesinde, Türkiye’nin içinde bulunduğu ağır ekonomik şartlardan ziyade, halkın başta ezan olmak üzere dini ve halk müziği gibi kültürel baskılarından kaynaklandığı görülmüştür. Örneğin, ünlü halk ozanı Aşık Veysel bile, köylü kıyafetlerinden dolayı Ulus Meydanından atılmış ve sazı kırılmıştı.
Menderes 13 Ekim’de Trabzon’da yaptığı seçim mitinginde şöyle der: “İsmet Paşa buhran diyor. Buhran, Paşa’nın kafasındadır. İsmet Paşa hastadır. Malta humması, Asya gribi gibi bir hastalığa tutulmuştur. Onun hastalığının adı dar-ül iktidardır.” …(Bir gün sonra Giresun) “İsmet paşa hayatının hiçbir devrinde bir gün dahi, vatandaşın serbest reyi ile işbaşına gelmiş değildir. İlk serbest seçim yapıldığı gün de iş başından uzaklaştırılmıştır. (…) İmam hatip mekteplerini biz açtık, derler. Bu okulların sayılarının bugün 18’e vardığından haberleri yok galiba… Türk milleti Müslüman’dır, hatta başka memleketlerdeki Müslümanlardan çok daha hulus ile çok daha sâfiyane ve hurafeden azade olarak dinine bağlıdır. Bu memlekette cami inşa etmenin bile kusur telakki edildiği zamanlar oldu. Bir hoca görüldüğü zaman hürmet etmek, itibar etmek gerekirken onunla alay etmek, o devrin âdeti haline gelmişti. Bir kanuna dahi dayanamadan ezanın Türkçe okunması mecburi hale getirilmişti.”
Bernard Lewis’e göre halk, İstiklâl Marşı’nın yazıldığı Taceddin Dergâh’ına gidip, “Allah, bu milleti Allah’sız CHP’den kurtarsın” diye dua ediyordu. Aydın Menderes’e göre “Müslüman ülkeler arasında aslına uygun ezan okumayan tek ülke olan Müslüman Türkiye, böylece bu ayıptan da kurtulmuş oluyordu.” Bu uygulama hiç şüphesiz DP adının din ile birlikte bir parti olarak günümüze kadar anılmasını sağlayacaktır.
7 Temmuz’da, Ankara ve İstanbul radyolarında her pazartesi, çarşamba ve cuma günleri tanınmış hafızlar tarafından Kur’an okunmasına başlanmıştır. Aynı zamanda İlkokulların 3, 4 ve 5. sınıflara din dersi konulması, dinî eğitim veren okulların açılmasına karar verilmiştir. Aynı şekilde, 14 Temmuz 1950’de Fatih Sultan Mehmet’in Türbesi ziyarete açılmıştır, Ağustos 1950’de, Deniz Müzesi olarak kullanılmakta olan Dolmabahçe Camii’nin halka açılmasına karar verilmiş ve 1 Eylül’de de Eyüp Sultan türbesi ziyarete açılmıştır. 3 Aralık 1950 tarihinde, Arap harfleriyle tedrisat yapmak için gizli ya da aleni dershane açanlar hakkında 23 Eylül 1931 günlü 12073 sayılı kararnamedeki yasaklama kaldırıldı ve böylece Kur’an kurslarının önü açıldı. Çünkü bu dönemde Kur’an okumak ve okutmak yasaktı. Halk cenazelerini gece defnederdi. 1942’de gazete ve dergilerdeki her türlü dinî yayın yasaklanırken CHP iktidarının son demlerinde (1949) on ay süreli on merkez ilde imam hatip kursları açılmıştır. DP döneminde ise bu kurslar İmam Hatip Okullarına dönüştürülmüştür.
1940’ların başında Ankara Hacı Bayram-ı Veli Camii civarında yaşayan bir hocaya, CHP’nin Çankırı ilçe teşkilatından bir zat gelir. Bu zatın talebi, tarlasına musallat olan farelerden kurtulmaktı. Ancak DDT’nin olmadığı bir zamanda, muskadan başka çaresi kalmadığını düşünmüş ve hocadan bir muska yazmasını, zor bela rica etmişti. Hoca yazamayacağını, Arap harflerinin yasak olduğunu belirttiyse de CHP’li adamdan yakasını kurtaramaz. Nihayetinde bir kâğıda Osmanlıca bir şeyler karalayan hoca, bunun bir fare deliğine konulmasını ister. Dediği gibi muskayı tarladaki fare deliklerinden birine koyan adam, 15 gün sonra tarlayı kontrole gider ve farelerden eser kalmadığını hayretle görür. Adam soluğu hocanın yanında, 1 kilo leblebiyle alır. Ve Allah için rica eder… Hocam kâğıda ne yazdınız? Hoca, kulağına eğilerek aralarında sır kalması koşuluyla, CHP ilkelerine yemin etmesi şartıyla mecburen şöyle cevap verir: “Ey fareler! Bu tarlayı derhal terk edin. Çünkü burası bir CHP’linindir”.
1950’de ülke genelinde 7 tane İmam Hatip Ortaokulu mevcuttu. 1960 yılında ise okul sayısı 19 olmuştur. Kur’an Kurslarının sayısı ise 1950’de 237, 1960’da ise 1117’ye ulaşmıştır 24. Bu dönemde dini derneklerin tüm derneklerin yaklaşık üçte birine denk geldiği ifade edilmektedir. Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri, din eğitimi konusundaki düşüncelerini şu şekilde izah etmiştir: “İlkokul çocuğu terbiye ve telkin çağındadır. Çocuk, dini de ancak telkin yoluyla öğrenecektir. Binaenaleyh çocuk, Allah ve peygamber vardır diye öğrendiği bu ilk bilgiyi bütün ömrü boyunca unutmayacaktır. Hâlbuki liseye gelip de kozmografya, astronomi, fizik okuyan bir öğrenci Allah var diye inanmıyorsa veya inanıyorsa artık onun fikrini değiştiremezsiniz (…) Aynı tahsili yapmış ve aynı kudrette iki gençten biri namaz kılsa oruç tutsa diğeri bunları yapmazsa ve aksine boş zamanlarında içki içse ve kumar oynasa, soruyorum bunların hangisi memleket için daha faydalıdır. Yazık… Truman, Churchill vb… din adamlarının önünde diz çöker, el öper… Yobaz olmaz… Fakat bizde dinden ve din lafından, Allah adından, vebadan korkar gibi korkulur… Kızılların ekmeğine yağ sürmeye hakkımız yoktur.”
Dini eğitimlerin (İmam Hatip Okullarının) daha nitelikli bir duruma getirilmesi için Menderes, Yüksek İslam Enstitülerinin açılması için büyük emek ve gayret sarf etmiştir. Bu husus ile ilgili taleple kendisini ziyarete gelen heyete düşüncelerini şu şekilde ifade etmiştir: “Hayatım pahasına bile olsa imam hatip okullarının yüksek kısmını açacağım. Eğitim - öğretim sahasında din konusuna önem veremiyoruz. Bunu laikliğe aykırı sayıyorlar. Milletimizin mayası ahlâktır, imandır, İslâm’dır. Eğer biz bugün ayaktaysak aksakallı bir dedenin kucağında büyüdüğümüz için ayaktayız.” Türk hacılarının uzun bir fasılanın ardından ilk kez hacca gitmeye başladığı 1950 yılında yaklaşık dokuz bin kişi hacı olur. 1946 yılına kadar dini konularla ilgili yalnızca 8 dernek kurulmuştur. 1946-1950 arasında bu sayı 142, 1950-1960 yılları arasında ise bu sayı 4821’e çıkmıştır.
“Kişinin önünde ve arkasında Allah’ın emriyle onu kayıt ve koruma altına alan takipçiler vardır. Bir toplum kendisindekini değiştirmedikçe Allah onlarda bulunanı değiştirmez. Allah herhangi bir toplumun başına bir kötülük gelmesini diledi mi, artık onun geri çevrilmesi mümkün değildir. Onların Allah’tan başka yardımcıları da bulunmaz.” Ra'd Suresi - 11